Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Unutulan Zaferimiz Kûtü'l-amare

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Unutulmayan, unutturulan zafer. Kut zaferi olarak 1946 yılına kadar resmi olarak kutlanan ama bu yıldan sonra İngilizlerin ricası ile unutturulmaya başlayan ve unutturulan, hiçbir ders kitabında, hiçbir müfredatta bugüne kadar anlatılmayan zaferimiz. Tam 100 yıl geçmiş ama bilenlerimizin çok az olduğu, ismini duyduğumuz zaman ise bizimle ilgisi yok diyebilecek kadar üzerinde durmaya bile gerek görmediğimiz, merak etmediğimiz bir zafer. Bizim zaferimiz. Müslüman âleminin çaresizlikler içerisindeyken birlik beraberlik içerisinde kazanmış olduğu Çanakkale’ye eş, bir kutlu zafer.
İşte böyle bir zaferi anlamak, anlatmak için gerçekten önce hatırlamamız, nesillerimize de hatırlatmamız lazım. Bu sene devlet büyüklerimizin üzerinde durarak başta okullarda olmak üzere hatırlatma adına yapılan faaliyetler neticesinde zihinlerimize yeniden girmeye başlayan bu zaferimizi bu sayımızda sizlere anlatmaya çalışacağım. Yazımda bu kutlu zaferin tarihi kronolojisini, teknik bilgisini, bu zafere giden yolda yapılan mücadele esnasında bize yön verecek hadiseleri, dahası bu zaferi bize kimler niçin unutturmuşlar sizlerle paylaşacağım. Sonuçta da şu an İslam dünyasında medyana gelen olaylarla karşılaştırıp bize günümüzde nasıl bir yön vereceğinin akıl yürütmelerini de size bırakacağım.
1915 Aralık ayından 1916 Nisan ayına kadar 1. Dünya savaşının bütün şiddetiyle çeşitli cephelerde sürdüğü yıllar. Son 15 yılı savaşlarla, iç ve dışta Osmanlı’yı parçalayıp yok etmek isteyen hainlerle mücadeleyle geçirmiş Devlet-i Aliyye’nin Irak cephesi. Sömürge emperyalizmin babası İngiltere’nin Ortadoğu petrollerini sömürerek içmek için kendi ajanları ve içteki onların hesabına çalışan hainlerle Ortadoğu’ya konuşlanmaya çalıştığı yıllar. İşte bu yıllarda dönemin en iyi teçhizatlı ordusu sömürgelerinden takviye ettiği binlerce askeriyle Çanakkale’de olduğu gibi, şimdi de Irak’ta. Yalnız burada da, karşılarında şehitlik mertebesine ulaşmak isteyen, mermisi bittiğinde göğüs göğse çarpışan, mermiye göğsünü siper edecek kadar vatan sevdalılarının, din âşıklarının bir araya toplandığı bir topluluk olan Müslüman askerlerinin olduğunu unuttuklarının yine farkında değiller. Ve bu unutma onlara yine pahalıya mal olacak, yine onlar için acı son. Müslümanlar için bir kutlu zafer.
Osmanlı ordusunun son zaferi İngilizlerin tarihinde de en büyük yenilgilerinden biri olan savaşın sonunda 29 Nisan 1916 tarihinde zafer İslam ordusunun olmuş, 6’sı general 476’sı subay olmak üzere toplam 13.309 İngiliz askeri esir alınmıştır. İşte, bu zafere giden yolda yaşanan tarihi olaylar ise şöyledir:
Irak petrollerini denetim altına almak isteyen ve yakın zamanda 7-8 ay önce Çanakkale’de aldıkları ağır yenilgiyi unutturmak, kaybettikleri prestiji tekrar elde temek isteyen İngilizler ilk önce sömürgesi olan Hindistan’dan yola çıkardığı Hint tümeniyle 3 Kasım 1915’de Basra körfezine çıkarma yaptı. Bu yıllarda Osmanlı ordusu, ağırlığını Çanakkale cephesine kaydırdığı için, Irak’ta az sayıda askerinin bulunduğu yıllardı. Bu nedenle İngilizlerin Basra’ya ulaşmaları çok zor olmadı ve Basra, İngilizlerin eline geçti. O günlerde Irak cephesinde ordunun başında Süleyman Askeri vardı. Bölgeyi çok iyi tanıyan Süleyman Askeri, 8000 olan asker sayısını Bölgedeki Müslüman Araplardan 30.000’e çıkardı. Burada bizi Araplardan ayırmak için çıkartılan, Araplar bizi arkadan vurdu anlayışına da anlamlı bir cevap vardır. Bugün olduğu gibi o gün de Müslümanların en büyük dinamiği olan İslam kardeşliğine iç ve dış hainlerinin fitne tohumlarıyla çıkardığı ayrılıkların İslami anlayışla nasıl bertaraf edildiğini gösteren önemli bir hadisedir. Bize bugün de içimizdeki fitne odaklarına karşı uyanık olma, İslam kardeşliğinin tohumlarını da yeşertme anlayışını katacak olan güzel bir örnektir bu. Evet, 8000’den 30.000’e çıkan Irak’taki asker sayısının yeterli olduğunu düşünen Süleyman Askeri, yaptığı taarruzda İngilizlere ağır kayıplar verdirse de Osmanlı ordusu da ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu ağır kayıplardan kendini sorumlu tutan Süleyman Askeri bu durumu gururuna yediremeyip intihar etmiştir. Artık İngilizlerin hedefinde Çanakkale’de yaşadıkları hezimeti unutturmak ve petrolün başkenti Bağdat vardır. Ama bizde bir atasözü vardır ya işte o gerçekleşecektir: ’Yanlış hesap Bağdat’tan döner.’ Bu sebeple İngilizler karşısında Osmanlı ordusu da burada yeni bir savunma hattı için gerekli askeri hazırlıklara girdi. Irak cephesinde Osmanlı ordusunun başına Nurettin Paşa getirildi. Nurettin Paşa buradaki askeri güçlerinin zayıf olduğunu bildiği için taktik muharebelerle İngilizleri oyalayarak kayıp vermeden Kut’ul Amare ’nin kuzeyine ordusunu çekti ve yeni bir savunma hattı oluşturdu. Bu arada İngilizlerin komutanı General Towsnhend, Bağdat’ın alınması için taarruz emri verdi. Çekilen Osmanlı ordusunu takip eden İngilizler, 1915 Haziran ayında Kûtu’l-Amare’yi ele geçirdi. Kûtu’l-Amare’nin kuzeyinde savunma hattı oluşturan Osmanlı ordusuna taarruza kalkan İngiliz birlikleri bu taarruzlarda başarıya ulaşamayınca ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. İngiliz birliklerini takip eden Osmanlı ordusu İngiliz’leri Kûtu’l-Amare’ye hapsetti. Çekilen İngiliz birliklerinin komutanı General Towsnhend elindeki 60 günlük erzakla burada idare edebileceğini, nasıl olsa Basra körfezinden Dicle yoluyla kendilerine erzak ve cephane yardımının ulaşacağını düşünüyordu. Ama karşısında bulunan üç kıtaya hükmeden şanlı Osmanlı ordusunun başındaki komutanlarının da her şeyi hesap edebileceğini unutmuşlardı. Osmanlı ordusu 1915’in Aralık ayında Kûtu’l-Amare’yi kuşattı. Şehrin etrafına sağlam mevziler kazarak kuşatmayı sağlam temeller üzerine bina ettikten sonra Basra’dan gelecek yardımlara da karşı Dicle yolu engellerle donatıldı. İşte böylece başlayan kuşatmada Albay Nurettin Paşa bir an evvel sonuca ulaşmak için İngilizlere karşı taarruza geçse de, bu denemede başarılı olamadı ve kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda Albay Nurettin Bey görevden alınarak yerine Halil(kut) Paşa atandı. Halil Paşa görevden alınan Nurettin Paşaya, birlikte savaşmayı teklif ederek orduda kalmasını sağladı. Artık bir destanın yazılması başlamıştı. İki paşa aralarında yaptıkları planı uygulamaya başladılar. Nurettin Paşa, İngilizlere saldırarak onları yıpratacak Halil Paşa da İngilizlere gelecek yardımları engelleyecekti. Plan işlemeye başlamıştı. Halil Paşa atık her şeyi kurallarına göre oynuyordu. İngilizlerin yaptığı her hamleye kendi cinsinden bir hamleyle karşılık veriyordu. İngilizlerin Müslümanları Türk, Kürt, Arap gibi etnik kimlikleriyle ayrıştırmak için Osmanlı içine gönderdiği casuslara karşı hamlesi de Halil Paşa’dan aynı şekilde karşılık bulmuştu. Halil Paşa İngiliz ordusunu içine gönderdiği casuslarla önce Müslüman Hint askerlerini hedef almıştı. Onlara casusları aracılığıyla attıkları her bir merminin İslam halifesine atılan bir mermi olduğu anlayışını yerleştirdi. Bunu öğrenen Hintli askerlerden 1000 tanesi hemen bir kaç günde tetik parmağına mermi sıkarak tetik parmaklarının işlevsiz hale gelmesini sağladılar. Burada şuna dikkat çekmek istiyorum ki o da elimizden alınan Müslümanları bir arada tutmada önemli bir müessese olan halifeliğin Müslümanları birleştirme de ne kadar etkili olduğudur.


HALİL PAŞA-NURETTİN PAŞA
Kuşatmayı yarmak için İngiliz birlikleri denemeler yapsalar da her seferinde kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Artık İngilizler için çaresizliğin başladığı zamanlar gelmişti. Kendilerine ulaştırılmak istenen erzak ve silah yardımları da ulaşmayınca büsbütün çaresizlik içine düştüler. Artık erzakları da cephaneleri de tükenmeye başlamıştı. İngiliz ordusu ellerinde bulunan at ve katırları keserek yemeye başlamışlar, ama onlar da tükenmeye başlamıştı. Bu durum İngilizlerin bir müddet daha dayanmasını sağlasa da artık çaresizlik başlamıştı. At ve katır eti yemeyi reddeden Hintli Müslüman askerler açlıktan ölmeye başlamışlardı. Çanakkale’de meydana gelen ilahi yardımlar İslam ordusuna burada da geliyordu. Bunlardan birisi de: 1916 Mart ayında o güne kadar Irak’ta görülmemiş bir yağmurun Kûtu’l-Amare’ye yağmasıydı. Dicle nehri taşmış, Kûtu’l-Amare’yi sel basmış ve çamurla kaplanmıştı. Bunun sonucunda Kûtu’l-Amare’de kolera, tifo gibi salgın hastalıklar baş göstermişti. İngiliz birlikleri artık bir de bu hastalıklarla çarpışıyordu, ama biçare. Artık ne yapacaklarını bilemez halde İngilizler açısından hazin sona doğru gidilirken Albay Halil Paşa da defalarca General Townshend’den teslim olmalarını istiyordu. Ama bu teklif İngiliz General Townshend tarafından her seferinde reddediliyordu. General Townshend, Albay Halil Paşa’ya bir mektup yazarak, tarafsız bir bölgede kendisiyle baş başa görüşmek istediğini bildirdi. Tarafsız bir bölgede gerçekleşen görüşmede General Townshend, Halil Paşa’ya kuşatmayı kaldırması karşılığında kendisine bir milyon paund teklif etti. Bunun adı rüşvetti. Halil Paşa bu teklifi bir şaka olarak kabul ettiğini söyleyerek reddetti. Hatta başka bir yerde tarihî şu sözü kullandığı da söylenir. ’Baltacı Mehmet Paşa döneminin geride kaldığını, Osmanlı’yı kadın ve parayla satın alamayacaklarını’ General Townshend’ın yüzüne bir tokat gibi çarparak, bu teklifin kabulünün mümkün olmadığını bildirdi. Halil Paşa’nın vatanseverliğini anlayan İngilizler onu bu teklifle kızdırdıklarını düşünerek teklifi farklı bir boyutla yinelediler. Bu yeni teklifte meşhur Arabistanlı Lawrance olarak bilinen İngiliz ajanını kullandılar. İngiliz ajan yaptığı teklifte isteklerinin kuşatmayı kaldırmak değil, İngiliz askerlerinin teslim alınmaması ve İngiliz askerlerinin Kûtu’l-Amare’den Basra’ya kadar gitmeleri için izin verilmesi idi. Karşılığında iki milyon pound verilecek ve bu paranın bir milyonunu Osmanlı Devleti’nin, 1 milyonunu da Halil Paşa’nın olacaktı. İngilizlerin bu teklifi yine Kut zaferinin kutlu komutanı Halil Paşa’dan tarihi şu sözlerle geri çevrildi. ’Bu gün şu anda diplomatik bir masadayız, eğer ki bu rüşvet teklifinizi burada değil de başka bir ortamda yapsaydınız bunun cevabı tüfeğimden çıkacak bir merminin alnınıza saplanması olacaktı. Bunun için şansınızı daha fazla zorlamayın beni tüfeğime davrandırmayın.’ Bundan sonra İngilizler için tek bir seçenek kalmıştı. Teslim olmak. O zamanın en gelişmiş devleti İngilizler için bu durum çok aşağılayıcı idi. Bunun için kuşatmanın kaldırılması için çok yollar denendi ama Osmanlı ordusu komutanı Halil Paşa kendileri için teslim olmadan başka bir seçeneklerinin olmadığını her seferde söyleyerek diğer teklifleri reddetti.
Bu arada İngilizlerin gönderdiği on dokuz bin kişilik ordu çeşitli defalar kuşatmayı yarmak için taarruzda bulunsa da bunların hiç birisinde başarılı olamadı. İngilizler Kûtu’l-Amare’de sıkışan birliklerine son olarak ’Jurnal’ adlı buharlı gemileriyle erzak ve askeri teçhizat ulaştırmak istedilerse de, 1453 İstanbul’un fethi esnasında kendi atalarının Osmanlı gemilerine karşı Haliç’i zincirleme taktiğini, bu sefer Osmanlı ordusu İngilizlere karşı uyguladı. Ali İhsan Paşanın emriyle Dicle nehrine zincir çekildi. Bu zincire takılan gemi karaya oturdu. Tam 270 ton ağırlığındaki erzak ve cephanesiyle karaya oturan gemi Osmanlı ordusunun eline ganimet olarak geçmiş oldu. Bu suretle gelen bu gemiye de Osmanlı askerleri ’Kendi Gelen’ adını vermişlerdir. Eğer ki bu gemi karaya oturmasa ve Kûtu’l-Amare’de bulunan General Townshend komutasındaki İngiliz birliklerine yardımı ulaştırabilse İngiliz birliklerine bir savaşta uzun sayılabilecek 60 gün kazandıracaktı, ama olmadı. Her şey Osmanlı’nın istediği şekilde gitti ve 29 Nisan 1916 tarihinde son kalan üç atla çıkan İngiliz subayları teslim olacaklarını bildirmek üzere Osmanlı birliklerinin olduğu yere geldi. Teslim olduklarını açıkladılar. 5 aydır kuşattıkları Kûtu’l-Amare’yi Osmanlı ordusu tek bir kurşun atmadan teslim aldı. General Townshend teslim olurken kılıcını çıkararak Halil Paşa’ya uzattı ama karşısında bulunan Osmanlı’nın şanlı paşası General Townshend’e kılıcı kınına koymasını, bu kılıcın şimdi de bundan sonra da kendisinin olacağını söyledi.

General Townshend dışında esir edilen İngiliz askerleri gemilerle ülkelerine gönderildi. General Townshend ise sürgünde kalmak üzere İstanbul Heybeli adaya gönderildi. Burada iki yıl kalan General Townshend daha sonra serbest bırakılarak gemiyle İngiltere’ye döndü. Irak’a gönderilirken ’İngilizlerin en meşhur komutanı, Osmanlı’ya karşı zaferi kazanabilecek tek komutan’ söylemleriyle şaşaayla gönderilen General Towshend’ı Londra’da limanda şimdi sadece eşi ve kızı karşılamıştı. İngilizler bu yenilgiyi basınlarında utanç verici olarak nitelemişlerdi ve bu utancın kaynağı olarak da General Townshend’ı görüyorlardı.
Bu yenilgiyi İngilizler basınlarında bir karikatürde; kendilerini Osmanlı askeri karşısında yaralı bir aslana benzeterek yansıtmışlardı.

Zaferin sonunda Halil Paşa, askerleriyle savaşın kazanıldığı bölgeye gelerek orada şehit düşenlerin anısına Fatiha’lar, Yasin’ler okuttu ve ’Aslanlarım!’ diye hitap ettiği askerlerine 29 Nisan’ın bundan sonra Kut günü olarak kutlanmasını iletti.
Yazımızın başında da belirttiğim gibi 1946 yılına kadar kutlanan bu zafer bu yıldan sonra unutturularak zihinlerimizden, kitaplarımızdan, dergilerimizden, gazetelerimizden çıkartıldı. 100. yıl anısına yeniden hatırası canlandırılan bu zaferimizin biz de dergimizin bu sayısında yer almasını isteyerek bu yazıyı kaleme aldık.
Şu unutulmamalıdır ki geçmişini bilmeyen bir millet geleceğe yön veremez. Geçmişimizle ne kadar hem hal olursak dünyadaki yerimiz de o kadar değişecektir. Yıllarca bu zaferle olduğu gibi her alanda bizim geçmişle bağlantımızı kestiler. Çünkü geçmişimizde bulunan şanlı tarihi bilmemiz demek, medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar Batı’nın işine gelemezdi. Çünkü geçmişimizi bildiğimiz ve ondan ilham aldığımız takdirde yeniden dünyadaki mazlumların gür sesi olmamız ve dünyada adaletin tesisinin sağlanması yeniden gündeme oturacaktı. Ama Batı’nın Yenidünya düzeninde mazlumların, Müslümanların tarihte olduğu gibi şanlı bir yere sahip olmaları yoktu. Biz de diyoruz ki; biz geçmişimizi öğreneceğiz, öğreteceğiz ve geçmişimizden alacağımız ilhamla yeniden İslam ümmetinin sancaktarı olacağız inşallah. Rabbim bu sözlerimizi bizden içtenlikle edilen bir dua kabul ederek icabet etsin. Âmin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.