Son ve mükemmel din olan İslam dini insanın hayatının her noktasında düzenlemeler yaptığı gibi iş ve ticaret hayatının da nasıl olması gerektiği hususunu düzenlemiştir. Yüce dinimiz çalışmanın ehemmiyeti üzerinde ısrarla durmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) konuyla ilgili ’Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir. ’ (Buhari, Bûyû, 15) buyurmuş ve Yine kendisine en temiz kazancın ne olduğu sorulduğunda ’kişinin kendi elinin emeği, bir de dürüst ticaretin kazancı. ’ (Müsned, IV, 141) cevabını vererek çalışmanın, iş sahibi olmanın, ticaretle uğraşmanın önemini belirtmiştir.
Allah’ın yaratmış olduğu bütün canlıların rızkının temini yine Allah’u Teâlâ’nın üzerinedir. ’Yerde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir debelenen yoktur’ (Hud, 11/6) (Elmalılı Hamdi Yazır Meali) ayet-i kerimesi de bunu belirtmektedir. Bütün nimetler Allah tarafından yaratılmıştır. İnsanoğlu bu noktada ayet-i kerimeyi doğru anlamalıdır. Zira ayrıca ’İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.’ (Necm, 53/39) da buyrulmuştur. Yani rızık Allah’tan gayret kuldandır. Rızık nasıl olsa yazılıdır deyip gafilane tembellik etmek, çalışmamak iyiden iyiye aldanmak demektir. Zikrettiğimiz ikinci âyet aslında insanın dünyada yaptığının karşılığını ahirette göreceğini belirtmektedir. Ancak aynı kural dünya işlerimizdeki çalışmalar hakkında da geçerlidir.
’Ensardan biri Peygamber Efendimiz’e gelip kendisinden dilendi. Peygamber Efendimiz o kişiye: ’Evinde bir şey yok mudur?’ diye sordu. Adam: ’Evet bir hasır ve bir de su kabımız vardır.’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.): ’Git onları bana getir.’ dedi. Onları getirince iki dirheme sattı. Dirhemleri de adama vererek dedi ki: ’Bir dirhemle çocuklarına yiyecek al, diğer dirhemle de bir balta satın al ve bana getir. ’ Adam baltayı getirince Peygamber Efendimiz baltaya bir sap taktıktan sonra adama: ’Al götür onunla odun kes sat, geçimini sağla, seni on beş güne kadar görmeyeyim. ’ buyurdu.
Adam da gidip odunculuk yapmaya başladı ve Peygamber Efendimizin yanına on dirhem kazanmış olarak döndü. Peygamber Efendimiz adama: ’Bu senin için, yüzünde dilencilik lekesi olduğu halde yanımıza gelmekten daha iyidir. ’ (İbn Mace, Ticaret, 25) buyurdular.
Âyetler ve hadislerden de anlaşılacağı üzere bir Müslüman rızkını kazanmak, çoluğunun çocuğunun nafakasını elde etmek için çalışmak zorundadır. Kulluğumuz Allah’ın ve Rasûlü’nün bütün emirlerini yerine getirmek, nehyettiklerinden de kaçınmaksa, çalışmak kulluğumuzun gereği bir ibadettir.
İslam çalışmanın gerekliliğinin yanında, çalışma kurallarını, iş ve ticaret hayatımızın nasıl olması gerektiğini de belirlemiştir. Rızkımızı kazanmak, çoluk çocuğumuzun nafakasını kazanmak için çalışırken İslâm’ın meşru kıldığı ölçülere göre hareket etmemiz gerekmektedir. Yoksa çalışmaktan maksat haram ve helal sınırlarını aşarak hırs ve tamah içinde her türlü haram olan iş ve ticareti meşru saymak değildir. Yüce Rabbimiz Kur’ân’ında: ’Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. ’ (Bakara, 2/168) ve ’Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri harâm etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun.’ (Maide, 5/87-88) buyurarak kazançlarımız için helal yolları aramamızı emretmekte, haram olan yollardan rızık aramanın yasak olduğuna vurgu yapmaktadır.
Kazançlarımızı meşru dairelerden aramak görevimizdir. Haram olan faiz, kumar, içki satımı, hırsızlık, gasp vs. işlerden elde edilen kazançlar haram olduğu gibi bu işlerin yapıldığı, icra edildiği yerlerden de uzak durmalıyız.
Helal, meşru olan güzel iş kapılarını kendimize seçtikten sonra, icra ettiğimiz bu iş ve ticarî faaliyetlerde bir Müslüman nasıl bir yol izlemelidir? Yüce Allah hepimize çeşitli, iş kapıları açmıştır. Kimimiz amir, kimimiz memur, kimimiz esnaf, mimar, mühendis, işçi vs.
Rabbimizin bize tevdi ettiği bu helal kazanç yollarında Müslüman olarak nasıl bir anlayış içinde olmalıyız? Tabi ki bir Müslüman evvela yaptığı işin en güzelini en iyisini yapmak için çalışkan olmalıdır. Eğer memur ise kendisine verilen görev hususunda gayretli olmalı, diğer insanların işlerini yapma ile ilgili bir bölümde çalışıyorsa o insanları mağdur etmeden işlerini güzellikle halletmeli bugün git yarın gel anlayışında olmamalıdır. Sebepsiz yere bir kişinin yapılacak işini geciktirmek, ağırdan almak bir müslümana yakışmayan bir ahlak olduğunun idrakinde olmalı, insanlara karşı muamelelerinde güler yüzlü ve yumuşak huylu olmalıdır. Konumuz devlet memurluğundan açılmışken üzerinde durulması gereken bazı hususları da hatırlatmakta fayda var:
Malumunuz kapısında girmek için türlü zahmetlere katlanılan ama girildikten sonra salla başı al maaşı şeklinde bir anlayışla hareket edilen devlet memurluğu veya işçiliği hususundaki bu yanlış anlayıştan doğru olan İslam’ın anlayışına, istikametine rücu etmek gerekmektedir. Devlet memurluğu vazifesi ateşten bir gömlektir. Buradan kazanacağımız her kuruşu helal ettirmek bizim menfaatimizedir. Çünkü buradan bize bağlanan maaş bütün ülkede yaşayan insanların ortak parasıdır. Yani bir devlet görevlisinin, çalıştığı işin tek sahibi bir patronu yoktur. Tek patronu olan bir işte çalışan kişi o tek kişiyle helalleşebilir. Memur ise bütün insanların ortak malı devlet kurumunun bir görevlisidir. Dolayısıyla maaşı herkesin ortak olduğu maldan alınarak kendisine ödenmektedir. Bu yönüyle devletin herhangi bir kuruluşunda çalışan insan, işini savsaklamak, önemsememek, yukarıda belirttiğimiz gibi sallabaşı al maaşı anlayışında olmak gibi bir gafletin içine düştüğü takdirde o ülkenin bütün insanlarının kul hakkını ihlal etmiş olur ki dolayısıyla bütün ülkenin insanlarıyla helalleşmesi de mümkün değildir. Böyle bir halle insanın Allah’u Teâlâ’nın karşısına çıkması kadar kötü ve bir o kadar zor bir durum olmadığının idrakinde olmak lazımdır. Böyle olduğu için Hz. Ömer halife olduğu zaman bu duruma o kadar dikkat etmiş ki devletin işini yaparken devletin mumunu, kendi özel işini yaparken de kendine ait mumu yakmıştır. Bu kadar bile kendisine devletin hakkının geçmesine gönlü razı olmamıştır. Hatta devletten aldığı maaşın bir müddet sonra fazla geldiğini gören Emîru’l-müminîn Hz. Ömer, fazla olan kısmın derhal maaşından kesilmesini sağlamıştır.
Ayrıca kişi devletin kendisine işi gereği sağladığı olanakları özel menfaatlerine alet etmemelidir. Kendisine verilen makam ve mevkiyi dünya menfaati karşılığı olan rüşvetle vs. kötü ahlaklarla ahiretini mahvetmemelidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz ’Rüşvet alan da veren de cehennemdedir’ buyurmuşlardır.
Diğer iş kollarında da durum aynı olmalıdır. Müslüman sahip olduğu işini icra ederken her safhasında İslam’dan, istikametten ödün vermemelidir. Yalan söyleyerek malın kusurunu örterek, tartıda hile yaparak, aldatarak kazanç sağlamamalıdır. Yüce Allah Kur’ân’da şöyle buyurur: "Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçüp alırken eksiksiz alırlar. Kendileri onlara ölçerek veya tartarak sattıkları zaman eksik verirler." (Mutaffifin, 83/1-3). Âyetin mealinden de anlaşıldığı üzere kendi menfaatini düşünerek karşısındakinden tam alıp ama verirken-satarken karşısındakine eksik tartanların ahiret hayatının hüsrana uğrayacağı gerçeği dile getirilmektedir. Haramlara tevessül edilerek elde edilen kazanç, virüsün girdiği bir bedene benzer. Önlemi alınmadığı takdirde nasıl zamanla o virüs büyüyerek içten içe vücudu bitirirse, haramların girdiği bir mal da zamanla erir bereketi kalmaz, daha da önemlisi öbür dünyada karşımıza bizi yakacak, dağlayacak bir ateş olarak karşımıza çıkar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün bir ekin yığınına uğramış. Mübarek elini onun içine daldırınca parmakları ıslanmış. Bunun üzerine ekin sahibine bunun sebebini sormuş. Ekin sahibi: ’Onu yağmur ıslattı’ deyince, Peygamberimiz: ’O ıslak kısmı insanların görmesi için ekinin üstüne koysaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir’ buyurmuştur." (Müslim, İman, 43). Bazı satıcılar da mallarının kusurunu göstermek istemez ve bu yolla müşterilerini aldatırlar. Ancak aslında kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Yüce Allah her an üzerimizde gözetleyicidir ve hiçbir şey O’ndan gizlenemez. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: "Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varamazlar." (Bakara, 2/9). Bazı âyetlerde de, özü sözü doğru olan Müminler için korku ve üzüntü olmayacağını ve onların cennette mükâfatlandırılacağını bildirmiştir.
Anlatıldığına göre, İmam-ı A’zam’ın dükkanında çalışan tezgahtarının, sattığı elbiselerin parasını patronuna teslim ederken bir kusurlu elbiseyi kusursuz fiyatına pahalıya sattığı anlaşılır. Kusurlu malın fazla parasını elinde yılan tutar gibi tutan koca İmam: ’Çabuk, müşteriyi bul, aldığın fazla parayı iade et! Çünkü müşterisini aldatan esnaf gibi hissetmeye başladım kendimi. "Aldatan bizden değildir!" buyuran Efendimizin yüzüne nasıl bakarım sonunda?’ der. Tezgahtar Yunus bin Ubeyd hemen koşar, müşteriyi, bulur, fazla fiyat aldığının farkına vardığını özür dileyerek anlatır, fazlasını iade eder. Bundan sonra rahatlayan İmam da son ikazını yapar: ’Bir daha ucuz malı pahalı mal fiyatına satma yanlışlığı yapar da, müşteriyi aldatma hatasına düşersen, seni bu tezgahta tutmam mümkün olmaz, bunu böyle bil!’
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in emrini sadırlarına nakşeden büyüklerimizin hali böyleyken bugün kendisine ümmet olmaktan şeref duyduğumuz Peygamberimizin; işimizde, ticaretimizde nasıl istikamet sahibi olmamız gerektiği hususundaki bu tavsiyesine ne kadar uygulayabiliyoruz, bir Müslüman olarak bunu kendimize sormalıyız. Eğer cevabımız olumsuzsa gözyaşları dökmeye gayret edip, halimizi düzeltmenin yoluna zaman kaybetmeden düşmeliyiz. Yoksa onunla Havz-ı Kevser başında buluşmayı ummamız sadece bizim için hayal olur.
Peygamberimiz, kendisi için sevip arzuladığını kardeşi için de aynı şekilde sevip arzulamadıkça kişinin olgun müslüman olamayacağını bildirmiştir. (Buhari, İman, 13) İşimiz ve ticaretimizde istikamet üzere olabilmek için bu hadis-i şerifi de iyi anlamak gerekir.
Kapitalist sistemin empoze ettiği bir anlayışla günümüzde insanlar, yaptığı işte her şeye kendisinin sahip olmasının gerektiği, en güçlünün kendisinin olması gerektiği gibi bir yanlışın içine düştüler. En yakınındaki arkadaşını, kardeşini dahi ezip geçerek her yönden en yüksek noktalara kendisinin ulaşması gerektiği anlayışı içerisindedir bugün müslümanlar. Aynı işi yapan iki esnaf, yanındaki kardeşine müşterilerin gitmemesini istemekte, kendisinin daha çok kazanmasını dilemekte, ama diğerinin de çoluğuna çocuğuna bir rızık götürmesi gerektiğini unutmakta, ne hali varsa görsün anlayışıyla hareket etmektedir. Geçmişte olduğu gibi ’ben siftah yaptım, yan komşum siftah yapmadı, ondan al’ diyebildiğimiz günlere geldiğimiz gün iş ve ticaretimizde istikameti yakalamışız demektir.
Önemli bir husus da şudur ki; halk arasında namaz, oruç vb. ibadetleri yaptığı için dindar olarak bilinen ama bunun yanında iş ve ticaretlerinde yaptıkları yanlışların, istikamet dışı davranışlar, bir takım çevrelere, güzel dinimiz olan İslam’ı töhmet altında bırakma fırsatı verecektir ki bu da bir Müslüman için büyük bir sorumluluktur. Böyle bir sorumluluğu almamak için Müslümanlar olarak bizler yaptığımız her işimizde İslam’ın ahlakı üzere olma hususunda hassas davranmalıyız. Rabbim bizleri yaptığımız iş ve ticaretlerimizde rızasına uygun hareket eden, istikamet üzere olan kullarından eylesin. Âmin
İş ve Ticaretimizde İstikamet
Özlenen Rehber Dergisi 130. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.