Zamanımızda definecilik baya artmış, insanlar bu hususa merak sarmışlardır. Biz de bu hususta şer-i şerif’in ahkâmını siz okuyucularımızla paylaşmak istedik. Definecilik caizdir, ancak aşağıda takdim ettiğimiz şartlar dâhilinde yapılması şartıyla…
Maden ve definelerden (yani rikâz’dan) zekât veya vergi alınır mı?
Rikâz; lügatte, ’gömülmüş’ manasında olup, şer’an; ’yeraltında gömülü mal’ manasındadır. Rikâz, maden ve defineyi kapsamaktadır. Yeraltındaki bu malı ister Hâlık (yaratmış olsun) ister mahlûk gömmüş olsun fark etmez.
Maden ve definelerden (yani rikâz’dan devlet pay alır, ancak) alınan (bu pay) zekât değildir. Bunlardan alınan miktar, (zekâtın sarf edildiği yerlere değil), ganimetlerin sarf edildiği yerlere harcanır. Bunları Müslümanın veya zimmînin bulması arasında bir fark yoktur. Keza bunları bulanın hür olup olmaması, baliğ olup olmaması, erkek olup olmaması, Müslüman olup olmaması arasında da fark yoktur, (bundan ancak harbî müstesnadır).
Fetevâyi Hindiyye’nin zekât bahsinde şöyle denilmiştir; (Müslümanların mülkü olan, yani dâru’l-harp olmayan) arazilerden çıkarılan madenler üç çeşittir:
1- Ateşte yumuşayan ve eriyen madenler. Örneğin, demir, altın, gümüş, kurşun ve bakır. (Civa da bu kısmın hükmüne dâhil edilmiştir.) Bunlardan beşte bir devlete verilir. Gerisi bunu bulanın olur.
2- Akıcı (mâî) olan madenler. Örneğin, neft, zift, tuz, su ve petrol. (Bunlardan yani katılaşmayıp akıcı-eriyik durumda olan madenlerden devlete herhangi bir şey vermek gerekmez.)
3- Akıcı olmayan ve ateşte erimeyen madenler. Örneğin, alçı, kireç ve firuze taşı. Bunları bulanın devlete bir şey vermesi gerekmez.
Yakut, zümrüt, amber, inci, mercan ve balık gibi denizden çıkarılan şeylerde de ticaret için olmadığı müddetçe zekât yoktur.
Denizin dibinde bulunup çıkartılan altın hazinesi ve diğer bütün ziynetlerin hükmü de böyledir, yani beşte bir’i devlete verilmeyip hepsi bunu bulanındır.
Maden ve definelerden (yani rikâz’dan) ne kadar öşür (zekât) alınır? Bunları bulan kişi veya bunların bulunduğu yerin sahibi, maden ve defineden ne kadar pay alır ve ne kadarını devlete verir?
Maden (yani yukarıda açıklandığı üzere akıcı (mâî) olmayan ve ateşte yumuşamayan / erimeyen madenler) ve definelerden beşte bir alınır. (Bu hususta Ebû Hanife ile İmameyn arasında ihtilaf bulunmakta olup, Ebû Hanife; -akıcı (mâî) olmayan ve ateşte yumuşamayan / erimeyen- madenler ile define ve keza kişinin kendi evi ile kendi arazisi arasında ayırıma gitmiş olup bu durum aşağıda geldiği gibidir);
Şayet madeni, kendi dükkânında veya evinde bulursa, Ebû Hanife’ye göre (devlete) hiçbir şey vermesi lazım gelmez. İmameyn’e göre ise (devlete) beşte bir vermesi gerekir.
Şayet madeni, kendi arazisinde bulursa, Ebû Hanife’den bu hususta iki rivayet bulunup, bir rivayete göre (devlete) beşte bir vermesi gerekir, ikinci rivayete göre ise bir şey vermesi gerekmez. İmameyn’e göre ise (devlete) beşte bir vermesi gerekir.
Şayet bulduğu şey define ise, ister kendi evinde ve arazisinde, ister başka yerde bulmuş olsun, üç imama göre de (devlete) beşte bir vermesi gerekir.
Kısaca, Ebû Hanife, hem maden ile define arasında, hem de kişinin kendi arazisi ile dağlık alan; mübah olan arazi ile sahipli arazi arasında fark görmüştür. İmameyn ise bunların arasında fark görmeyip, yukarıda zikredilen bütün durumlarda beşte bir vermenin vacip olduğunu zikretmişlerdir, şöyle ki, eğer arazi bir kimsenin mülkü ise, -akıcı (mâî) olmayan ve ateşte yumuşamayan / erimeyen- madenler ile definden beşte bir’in geri kalanı mülk sahibinindir, şayet arazi dağ ve kırlık alan ise -akıcı (mâî) olmayan ve ateşte yumuşamayan / erimeyen- madenler ile define beşte bir’den geri kalan, maden veya defineyi bulanındır.
Şayet bulunan definenin veya eşyanın üzerinde İslam alameti yani Müslümanlara ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunursa hükmü nedir?
Bulunan definenin, para, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş gibi malların üzerinde İslam alameti yani Müslümanlara ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunursa, bu, buluntu mal (lukata) hükmünde olup bunlardan beşte bir alınmaz. Çünkü Müslümanların malı ganimet olmaz.
Buluntu malın (lukatanın) hükmü ise, bu mala sahip çıkan / arayan çıkmayacak zannı hâsıl oluncaya kadar, mescitlerin kapılarında, çarşı-pazarlarda ilan olunmasıdır. Sonra bulan kimse fakir ise bu malı kendisine harcar, eğer kendisi fakir değilse -tazmin etme şartıyla- başka bir fakire verir.
(Yine İbn-i Âbidin’in başka bir baskısında, bu konunun devamında şöyle denilmiştir; ilan (müddeti) malın azlığına ve çokluğuna göre değişir, şöyle ki, Ulemanın beyanına göre, on dirhem ve daha fazlası bir sene ilan edilir. On dirhemden aşağısı, üç dirheme kadar bir ay ilan edilir. Üç dirhemden aşağısı bir dirheme kadar bir hafta, bir dirhemden aşağısı ise bir gün ilan edilir. Bir kuruş gibi değeri pek az olan şeylerde ise, bulan kimse, sağına soluna bakınarak, buluntu malı bir fakirin avucuna koyar.)
Şayet bulunan definenin veya eşyanın üzerinde küfür alameti yani gayr-i Müslimlere ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunursa hükmü nedir?
Bulunan define, (para, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş gibi malların) üzerinde küfür alameti yani gayr-i müslimlere ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunursa, bu mallardan beşte bir (devlete / beytü’l-mal’a) verilir.
Gayr-i müslimlere ait olduğuna dair alametten maksat, put nakşedilmesi veya bilinen krallarından birisinin isminin bulunması gibi şeylerdir. Böyle olan bir define, ister bulan kişinin kendi arazisinde, ister başkasının arazisinde, ister mübah bir arazide olsun beşte bir alınır. Bu hususta İmamlarımız arasında ihtilaf yoktur. Çünkü define hanenin / evin cüzlerinden değildir, binaenaleyh ondan beşte bir almak mümkün olmuştur. Daha önce açıklandığı üzere madenler böyle değildir.
Bulunan define, para, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş gibi malların üzerinde gayr-i müslimlere ait olduklarına dair bir alamet bulunursa, bu mallardan beşte bir’in (devlete) verileceğini öğrendik. O halde bu beşte bir’den geriye kalanı kimin alacağını açıklayınız.
Beşte bir (devlete) verildikten sonra geriye kalanın kime verileceği hususunda bakılır;
Şayet definenin bulunduğu arazi bir kimsenin mülkü altında bulunur, arazi sahibi de arazinin kendisinin olduğunu iddia ederse (yani sahiplenir ve ispat ederse), beşte bir’den geri kalan arazi sahibinin olur.
Şayet definenin bulunduğu arazi bir kimsenin malı olur, (lakin sahibi bilinmez veya) arazi sahibi bu arazinin mülkü olduğunu iddia etmezse, İmam Ebû Yusuf’a göre beşte bir’den geriye kalan, defineyi bulanındır ve fetva da buna göredir.
Şayet definenin bulunduğu arazi, dağ ve sahra / ova / kırsal alan gibi bir kimsenin mülkü olmayan bir arazi ise, bu define maden gibi olup, beşte bir vermek gerekir. Beşte bir’den geriye kalan ise defineyi bulanın olur. Bu defineyi bulan, zimmî, köle, çocuk veya kadın olsun fark etmez, define bulanın olur. Çünkü bunlar da ganimet ehlindendirler. Ancak bundan harbî (yani İslam memleketine pasaportla giren gayr-i müslim kişi) müstesna olup, o, bulduğu bu defineden hiçbir şey alamaz. Lakin harbî ile devlet başkanı antlaşma yaparlar ve bir kimsenin mülkü olmayan çöl / ova / kırlarda harbî define bulursa, aralarında konuşulan şartlar ne ise ona göre (harbî’ye pay verilir), şartlar yerine getirilir. Harbî, bir kimsenin mülkü olan arazide define bulursa, bu define arazi sahibinin olur.
Aynı bahiste bu hususta şunlar da zikredilmiştir: Şayet definenin bulunduğu arazi bir kimsenin mülkü altında bulunursa, bu define o yer fethedildiğinde devlet başkanının o araziyi verdiği ilk kişiye aittir. Eğer bu kişi yok ise, mirasçılarına verilir. Eğer bu belde fethedildiğinde devlet başkanının bu araziyi verdiği ilk sahibi bilinmezse, define, ulaşılabilinen en uzak sahibine veya onun mirasçılarına yahut beytü’l-mal’a verileceğini söyleyenler de olmuştur.
Definenin, arazinin ilk sahibine verilmesi hususundaki kaide şudur ki, ’define, araziye konulmuş (gömülmüştür). Bu araziye ilk sahip olan kişi, araziye içindekilerle (yani yerin altındakilerle) birlikte malik olmuştur. Bu araziyi satmakla, arazinin içindekiler (yani yerin altındakiler) mülkiyetinden çıkmaz, tıpkı karnında inci bulunan balık gibi ki, balığı avlayan kişinin balığı satmasıyla karnındaki inciyi de satmış olmayıp, inci, balığı avlayanın olur.
Yukarıda açıklandığı durumlarda, bulduğu definenin veya madenin beşte bir’ini devlete / beytü’l-mal’a vermesi gereken bir kimse, bu beşte bir’i devlete vermeyip fakirlere ve miskinlere dağıtırsa yahut kendisine harcarsa caiz midir?
Bir kimse maden veya define (rikâz) bulur ve beşte bir’ini de devlete vermesi gerekirse, devlete vermesi lazım gelen bu beşte bir’lik kısmı fakirlere ve miskinlere sadaka olarak verebilir. Bulan kimse fakir ise, onu kendi nefsine harcayabilir. Keza bulan kişi bunu, usûl (yani babalar / dedelerine) veya furûuna (yani çocuklar / torunlarına) fakir iseler onlara da harcayabilir. Devlet başkanı bu durumu öğrendiğinde ise, bu kimsenin yaptığını geçerli sayar. Çünkü bu beşte bir’lik kısım fakirlerin hakkı olup, bu kimse de bu hakkı müstahakkına / ehline ulaştırmıştır. Zira bu kimse, define ve madeni bulma hususunda devlet reisi tarafından himayeye / korumaya muhtaç değildir. Bu durum, bâtınî malların zekâtı gibidir.
Maden veya define (rikâz) bulmak için iki kişi çalışırsa, bulunan rikâz kimin olur?
Maden veya define (rikâz) bulmak için iki kişi çalışırsa, rikâzı hangisi bulursa onun olur ve diğerine bir şey vermesi de gerekmez. Örneğin biri gelir, define bulmak için çukuru kazar, diğeri de gelip kazıyı tamamlayarak defineyi çıkarırsa, define, bu ikinci kişinin olur.
Şayet iki kişi defineyi / rikâzı beraberce bulurlarsa, her biri bulduğu miktarı alır. Bu iki kişiden hangisinin definenin ne kadarını bulduğu bilinemezse, defineyi yarı yarıya paylaşırlar.
Eğer bir kimse arkadaşının yardımıyla rikâz bulursa, bu rikâz kendisinindir ve arkadaşına ecr-i misil verilir. İmam Muhammed’e göre bu ecr-i misil ne kadar ise (yani hangi miktara ulaşırsa ulaşsın) onu arkadaşına vermek zorundadır. İmam Ebû Yusuf’a göre ise, ecr-i misil, bulduğu rikâzın parasının yarısını geçmemelidir.
Maden veya define (rikâz) bulmak için bir kimseyi kiralarsa, bulunan rikâz kimin olur?
Bir kimse, maden veya define (rikâz) bulmak için ücretli işçi tutar ve bunun için de bir vakit tayin edip belirlerse, rikâz, bu kişiyi kiralayanın yani işçiyi tutanın olur. Şayet define / rikâz araması için tuttuğu işçi için bir vakit belirlemez ve işçi de defineyi bulursa, rikâz, işçinin olur. Çünkü mübah olan bir şeyi elde etmek için bir işçi tutulur / kiralanır ve bu işi tamamlamak için de belirli bir vakit tayin edilmezse, bu fasit bir icare olur, icare fasit olunca da geriye sadece o işi yapmak için o işçiye verilmiş vekâlet kalır, vekâlet ise mübah bir şeyi alma hususunda sahih olmaz. Örneğin, bir kimse, kendisine av avlamak, ot veya odun toplamak için bir kimseyi ücretiyle tutar ve bunun için de bir vakit tayin etmezse, avlanan hayvan ve toplanan odun, tutulan işçinin olur.
Şayet bulunan definenin veya eşyanın üzerinde, ne Müslümanlara ne de gayr-i Müslimlere ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunmazsa yahut paranın kimin tarafından basıldığında şüpheye düşülürse hükmü ne olur?
Bulunan define, (para, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş gibi malların) üzerinde, ne Müslümanlara ne de gayr-i Müslimlere ait olduğuna dair bir işaret veya alamet bulunmazsa yahut paranın kimin tarafından basıldığı şüpheli kalırsa, bu definenin hükmü, cahiliyet devrinden kalmış yani gayr-i Müslimlere ait olan definelerin hükmüdür.
Bazıları, zamanımızda bulunan definelerin üzerinden çok uzun zaman geçtiğinden yani cahiliye devriyle aramızda çok uzun zaman bulunduğundan dolayı, zamanımızdaki definelerin Müslümanlardan kalma sayılarak lukata (yani buluntu mal) hükmünde olduğunu söylemişlerdir.
Şayet bir memlekette hem Müslümanların bastığı paralar hem de ehl-i harb’in bastığı paralar tedavülde ise ve define olarak Müslümanların kullandıkları ehl-i harb’e ait bu paralardan bulunursa hükmü ne olur? Yahut Müslümanların parasıyla, gayr-i Müslimlerin parası karışık olarak bulunursa hükmü nedir?
Müslümanların da kullandığı ehl-i harb’e ait paralar define olarak çıkarılır ve bulunursa, bu paralar, yukarıda geçtiği üzere şüpheli olan kısma girer.
Müslümanların parasıyla, gayr-i Müslimlerin parası karışık olarak bulunursa, bunların hükmü, Müslümanların parası hükmünde yani lukata (buluntu mal) hükmündedir.
Şayet dâru’l-harb olan bir ülkenin çöl / ova / kırsalında veya oradaki bir kimsenin mülkünde define veya maden (rikâz) bulunursa hükmü ne olur?
Dâru’l-harb olan bir ülkenin çöl / ova / kırsalında define veya maden (rikâz) bulunursa, bunların hepsi bulanındır. Bundan beşte bir verilmez. Bulan kişinin bu ülkeye pasaportla girmiş olup olmaması arasında bir fark yoktur. Ancak dâru’l-harb olan bir ülkeye silahlı bir gurup gider de kâfirlerin maden ve definelerinden kahren alırsa, o takdirde beşte bir vermesi gerekir, zira bu ganimettir.
Şayet müslüman bir kimse defineyi, onların ülkesinde, lakin bir kimsenin mülkü olan bir arazide bulursa bakılır; eğer o ülkeye pasaportla girmişse, muahedeye / antlaşmaya ğadr / ihanet etmiş olmamak için, bulduğunun tamamını arazi sahibine vermesi gerekir. Eğer bulduğunu arazi sahibine iade etmezse, ona (yani rikâz’a) haram olarak malik olmuş olur ve bundan kurtulmasının yolu da onu sadaka olarak vermesidir. Satarsa, bu kimse için malın üzerinde mülkiyet bulunduğundan alış-veriş sahihi olur, lakin bu mal müşteriye helal olmaz.
Pasaportla girmemişse, bulduğunun hepsi kendisinindir, defineyi geri iade etmesi gerekmez ve bundan beşte bir alınmaz.
Definecilik ve Hükümleri
Özlenen Rehber Dergisi 130. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.