Bismillâhirramânirrahîm. Elhamdulillâhi Rabbi’l âlemin. Ve’s-Selâtu ve’s-Selâmu alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ Âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Rabbimiz Teâlâ yeryüzüne indirdiği dinleri insanlara ulaştırsınlar diye, Peygamberleri görevlendirmiş ve bu vesileyle de insanlara hidayet yollarını öğretmiştir. Öyle ki bütün kavimlere peygamberler gelmiş ve hidayet yolları Rabbimiz Teâlâ’nın rızası doğrultusunda insanlara anlatılmıştır. Fakat bir soru var ki bütün dinlerde olduğu gibi İslam dininde de cevabı merak edilmiş ve insanların hataya en kolay düştükleri konu olmuştur.
Şöyle ki: Peygamberler her kavme gelmiştir. Peki Rasûlullah (s.a.v)’ dan sonra kıyamete kadar peygamber gelmeyecektir. O halde insanlar bu kadar uzun süre zarfında, hidayette ve sırat-ı mustakîm’de nasıl sabit kalacaktır? Bu görevi kimler üstlenecektir?
İlk olarak bütün âlimler bu görevin ümmet-i Muhammed’den bir kısım insanlar tarafından devam ettirileceğini ve bunun da Rabbimiz tarafından, Rasûlullah Efendimizin hürmetine, ümmetine bir hediyesi olduğunu bildirmişlerdir. Asıl nokta ise bu görevi Mâlikü’l-Mülk olan Allah Teâlâ kimlere yüklemiştir?
Bu hususta bir kısım insanlar: ’İlimle meşgul olan âlimler bu göreve layık görülmüştür.’ demişlerdir. Diğer bir kısım da: ’Tarikat ehli Sûfi’ler bu görevle memurdurlar.’ demişlerdir.
İslam âlimlerinin büyük bölümü ve makbul olan görüş ise şöyledir: ’Bu görev için kişinin hem zâhiren hem de bâtinen bu yükü kaldırabilecek derecede özelliklere haiz olması lazımdır. Bundan dolayı da bu ilahi görev, ilmiyle amil olan ve aynı zamanda ameliyle de Allah Teâlâ’ya yakınlık nimetine eren Veli kullar tarafından devam ettirilmektedir.’ Peki, böylesine büyük nimetlere ve sorumluluklara muhatap olan ’Velî’ ne demektir? Özellikleri nedir? Nasıl Veli olunur..?
Velî:
’Evliyâ’ kelimesinin tekili olan ’Velî’; dost, sevgili, ermiş, gözeten, yardımcı gibi manalara gelmektedir. Terimde ise; nefsî ahlâk ve arzularını bırakıp, Rasûlullah (s.a.v.)’ın ahlâkı ile ahlaklanmış ve Allah (c.c.)’a yakınlık nimetine ermiş kimseye denmektedir.
Bir başka tabirle, Allah Teâlâ’nın emirlerine uyup, O’nun sevgisini ve zikrini gönlünden hiç çıkarmayan, Rasûlunün yoluna sımsıkı bağlı kimselerdir ki bu zatlara; ’Ehlullah’, ’Evliyâ’, ’Erbâb-ı kulûb’, ’Erbâb-ı dil’, ’İbnü’l-vakt’ de denmektedir.
Buradan da anlaşıldığı gibi ’Velîler’, Allah (c.c.)’dan gayrısını gönüllerinden çıkarmış ve her hareketleri Allah rızası uygun olması için azamî gayret gösterir olmuşlardır. Bu hususu Bayezîd-i Bistamî hazretleri şu cümleyle anlatır: "İrfan sahibi, arif odur ki, seninle yediğini içtiğini, seninle eğlendiğini, alış-veriş ettiğini görürsün; ne var ki, onun kalbi yüce Allah’a bağlıdır. O’ndan başka hiç bir derdi yoktur. Arif boş yere konuşmaz, devamlı Allah Teâlâ’yı düşünür." demiştir. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri de: ’Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) sünnetini terk edeni ve O’ndan gelen edepleri gözetmekte gevşeklik göstereni arif zannetme!’ ikazını yapmaktadır. Bu tabirden de anlaşılır ki Allah (c.c) ve Rasûlüne tam bağlı olanlar ancak gerçek manada ’Ârif’dir.
Velilerin Özellikleri:
- Velî kulların en büyük özellikleri Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin de hadislerinde buyurdukları gibi, görüldüklerinde Allah (c.c)’ın hatırlanmasıdır. Bu da demek oluyor ki; Allah (c.c.) dostlarının sîret ve halleri Allah Teâlâ’yı akla getirir. Çünkü onlarda edep, hayâ, huzur, huşu ve tevazu alâmetleri benliklerini kaplamıştır. ’Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır.’ (el-Fetih,48/29) âyet-i kerimesi de bu hususa işaret eder.
- Evliyanın her sözü, her hareketi İslam’a uygundur. Yanında bulunan kimselerin kalplerinde Allah korkusu ve Allah sevgisi hâsıl olur. Başka şeylerden soğur. Evliya, ölü kalpleri diriltir. Kalplerdeki pası temizler. Onun yanında duranın günah işleme arzusu yok olmaya başlar.
- Diğer bir özelliği ise her anlarının Allah (c.c.) ile beraber olmalarıdır. Kalpleri Allah (c.c)’ın nuru ile dolduğu için masivalarla ilgilenmez, zamanları Allah Teâlâ’ya ibadet ve itaatle geçer.
- Her ne iş yaparlarsa, gayeleri Allah rızasıdır. Bir işin içinde Allah rızası namına bir şey bulmazlarsa o işi gerisin geriye bırakırlar.
- Allah’ın kullarını büyük bir sabırla irşad ederler. Onlardan gelen eza-cefa ve methetmelere itibar etmez, insanları Hakk kapısına götürmek için gayret ederler.
- Âlimdirler. Zahiri ilim yönünden Allah (c.c) onları cahil bırakmaz. Bundan dolayı da her amelleri şeriate ve tevhide uygundur. Bazı ufak hata anlarında ise hemen hatayı terk edip tövbe ve istiğfara sarılırlar.
- Kendisine zulmedeni affeder, darılana iyilik ve ihsanda bulunurlar. Tevazu sahibidirler.
Genel olarak Velîler hakkında bu bilgileri verdikten sonra bu konuyla ilgili en sık sorulan ve en çok tartışma konusu olan Evliyaullah’ın Allah (c.c)’a ulaşmada insanlar için ’vesileler’ olup olmayacağı ve bu zatlardan ’meded’ istemenin hükmünü kısaca açıklamak gerekirse;
Cevap:
Allah’tan başkasına dua etmek, Allah Teâlâ’yı aradan çıkararak sadece kullardan medet beklemek. Haramdır ve elbette şirktir.
Fakat Allah Teâlâ Maide suresi 35. ayette mealen: ’Ey iman edenler Allah’tan sakının, O’na(rızasına ermek için) vesile arayınız. Ve O’nun yolunda mücadele veriniz. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.’ diye buyurmaktadır. Her kula yardım ancak Allah’tandır. Ölü veya diri her kul, yardım hususunda sadece vesiledir. Allah, ilahi âdeti gereği yardımlarını, vesilelerle yaratmaktadır.
Ölülerin aciz olduğuna inanıp da, yaşayanların kuvvetinin Allah tarafından verilmediğine itikat eden kimseler de şirke girer. Çünkü boğulmakta olan birinin kurtulmasına, birileri sebep oluyorsa, aslında orada kurtarıcı Allah Teâlâ’dır, kul ise sebeptir. Zira ölülerin ruhuna da işittirip güç veren, yaşayanlara da güç verip işittiren Allah’tır. Allah’ın ölülerin ruhlarına işittirmekten ve yardım hususunda ölülerin ruhlarını yaşayanlara vesile kılmaktan yana aciz olduğunu sanmak da küfürdür. Zira ölü veya diri herkese kuvvet ve hareket, ancak Allah’tandır. Allah (c.c) dilerse, kuru ağaca konuşma, görme ve işitme gücü verir. Ve Allah dilerse, ölüleri dirilerin yardımına vesile kılar. Bunlara inanmayan kimse, Allah Teâlâ’nın: ’Ve O Allah’ın gücü her şeye yeter.’(el-Mülk, 67/1) ayetine inanmamış olur ki, bu da açık bir küfürdür.
Allah’tan başkasından yardım istemek konusunda bir mü’min şu bilinçte olursa, birinden yardım istemek asla şirk olmaz: Her kim, herhangi bir kuldan, her ne şekilde yardım isterse istesin, yardıma vesile olacak kimsenin, o yardım hususunda sadece bir vesile olduğunu bilmelidir. Yardım ise sadece Allah (c.c)’tandır. Bu şekilde bir vesile günah değil bilakis duaların makbulü için daha büyük bir fırsattır.
’Meded-Himmet’ istemek meselesin gelince;
Peygamberlerden ve Evliyalardan meded istemenin yanlış hatta şirk olduğunu iddia eden bazı kimseler (Ehl-i Sünnetin haricinde olan Mu’tezile Mezhebi ve Vehhabi Mezhebleri anlayışında; Allah’ın bir emri inkâr edilmeyip sadece yapılmadığı halde, şirk sayılmaktadır.) bu hataya Fatiha suresinde ki: ’Ancak senden yardım isteriz’ mealindeki ayeti delil gösterirler. Onlara göre ’himmet-meded’ Allah (c.c)’tan başkasından yardım istemektir. Bu da küfürdür.
Cevap:
Allah Teâlâ hayır ve şer, her şeyin yaratıcısıdır. O, bir şeyin olmasını dilemedikçe, hiç bir kimse dileyemez ve o iş oluşmaz. Nitekim bir ayet-i kerimede Allah Teâlâ buyurur ki: ’Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.’(el-Tekvîr, 81/29) buyurulmaktadır.
’Ancak senden yardım isteriz’(el-Fâtiha, 1/4) ayetindeki kasıt, iddia edenlerinki gibi olsaydı, onlar da müşrik durumunda olurlardı. Çünkü onlar da her gün birilerinden yardım istemektedirler. Çünkü Allah’tan başka birinden yardım istemeyen bir kul yoktur. Peygamberler dahi diğer insanlardan zaman zaman yardım istemişlerdir. Fakat atlanılan önemli bir yer vardır. Kul, yardım etme hususunda vesiledir. Hakikatte o yardımı yaratan Allah Teâlâ’dır. Fi’l-hakika, Yusuf (a.s), zindandan çıkan bir kimseden yardım isterken, bu bilinç içindeydi. Nitekim:
- ’(Yusuf) Onlardan, kurtulacağını sandığı kimseye dedi ki; ’Efendinin yanında beni zikret.’ Ama şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu. (Yusuf böylece) Zindan da bir süre daha kaldı.’ (Yûsuf, 12/42)
- ’Vaktaki İsa onlardan küfrü sezince: ’Bana Allah için kim yardım edecek, dedi.’ (Âl-i İmran, 3/52)
Bu ayette de, İsa (a.s)’ ın kâfirlere karşı Havarilerden yardım istediğini açıkça bildirmektedir.
Bunun gibi, yardım istemek hususunda Peygamberimizin hayatında da birçok misaller bulunmaktadır. Başkalarından yardım istemek şirk olsaydı, başta Allah’ın Rasûlü ve diğer Peygamberler bunu yapmazdı.
Böylece adı geçen grupların bu düşüncelerinin, bir şaşkınlık ve sapıklık anlayışından başka bir şey olmadığı da apaçık ortaya çıkmaktadır.
- Son olarak bazı kimselerin ’Himmet ya Abdulkadir Geylanî’ veya ’Himmet ya Şah-ı Nakşibendi’ veya ’Himmet ya gavsım’ diye istimdatta bulunup, dua istemeleri sakıncalı mıdır?
Cevap:
Bu soruya, Ömer Ziyâüddin Gümüşhanevî hazretlerinin ’Tarikatlar ve Fetvalar’ isimli eserinde şöyle cevap verilmiştir:
’Bu soruya Osmanlının büyük âlimlerinden İmam Allâme Ebul-İzz Ahmed eş-Şafii (r.h) şöyle cevap veriyor: ’Bu tür iddialar yersiz ve mesnetsiz olduğu için bilakis sûfilerin şirke girdiğini iddia eden böyle kimselere, ta’zir (azarlama) cezası ile cezalandırılması ve imanlarının yenilenmesi istenir. Sûfilerin: ’Ya Geylanî, Ya Gavs vs.’gibi yüksek sesle (dua istemek mahiyetinde) istimdatta bulunmaları şirk sayılmaz. Onların bu sözlerinden maksatları Allah’a eş koşmak değildir. Aksine Hakk’ın huzuruna yüz akıyla çıkmak için, O’nun velilerinden kılavuzluk etmelerini istemek, tevessül (vesile) ve dua talebinde bulunmaktır.’
Evliya’ya yapılan istimdatta, onların hazır ve nazır olması, evliya hatırlandığı zaman Allah Teâlâ kulunun zannını gerçekleştirir. O Velî kulun, bu durumdan haberinin olması ise, Allah’ın dileyip, yaratması ile olur. Görülüyor ki burada, kullara hiç bir ilahi vasıf verilmemektedir. Böyle yapan birine ’müşrik oldu’ diyen kimsenin kendisi, Osmanlı ulemalarının fetvasına göre küfre girmiş olur.
Zaten Velî olan zatlar da talebelerin böyle bir yaklaşımda bulunmalarına izin vermez. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi onlar âlimdirler ve kalpleri şeriat üzerine sabittir.
Rabbim cümlemizi bu büyük kulların nazar ve bereketlerine gark etsin.
Bu vesile ile Asrımızda yaşayan ve 14 yıl önce Âlem-i Ervâh’a irtihal eden Rahmetli üstadımız Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s)’ ye sonsuz rahmet etsin ve şefaatlerine bizleri nail eylesin…
Evliyaullah ve Onlardan Medet Dilemek
Özlenen Rehber Dergisi 130. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.