İrşad Vazifesi Ölümle Biter
Özlenen Rehber Dergisi 130. Sayı
Kırıkkale Radyo Televizyonu’nda Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.) ile Yapılan Sohbet-VI
’İrşat vazifesi ölümle biter.’
- Peki Efendim, mürşidi ölmüş bir topluluğun, bir başka mürşide mi intisap etmesi lazım, yoksa vefat eden mürşidini vesile edinerek, ona devam edebilir mi?
- Allah râzı olsun. Bu soruyu İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne de sormuşlar; ben de O’nun verdiği cevâbı veriyorum. Teberrüken Mektûbât’ta yazdıklarını size aktarayım inşâallah: ’Mürşidleri ölen bir cemâatın eğer halîfeleri belirlenmediyse, mürşidleri yerine bir halîfe bırakmadıysa, o cemâatın bâzı kişileri bir araya gelerek aralarında bir kişiyi halîfe olarak tanımaları ya da birisinin çıkıp da; ’Rüyâmda bana halîfelik verildi, Peygamberimiz tarafından bana halîfelik verildi.’ diyerek halkı aldatması çok büyük bir günahtır ve nefsine en büyük zulmü yapmış olur. Bu şekilde davrananların kendilerini Peygamber vekîli makâmına yükselterek bu makâmı hak etmemelerinden dolayı yalancı peygamberler gibi davranmış olurlar.’
Şimdi İmâm-ı Rabbânî Hazretleri diyor ki: Böyle bir cemâat, eğer onlar fenâ ve bekâ sırlarına vâkıf oldularsa, onlara daha artık mürşid lâzım değildir. Yâni fenâ ve bekâ sırlarına vâkıf olmak... Demek bunlar; fenâ ve bekâ sırları? Yâni bir anda daldığı/murâkabe yaptığı zamanda fenâ fi’ş-şeyhse; şeyhini mürşidini görebiliyorsa, veyâhut da fenâ fi’r-Rasûl ise; Rasûlullah (s.a.v.)’i görebiliyorsa, fenâ fillâh ise; Cenâb-ı Hakk’tan emirler alabiliyorsa; o zaman bu fenâ ve bekâ sırlarına âşinâ olan insanlara lâzım değildir. Kendi virdlerini yapar; eski mürşidi olur. Fakat fenâ ve bekâ sırlarına vâkıf olmayanların hepsine birden yeniden mürşid lâzımdır. Çünkü bu bir eğitim meselesidir. Yâni nefsi eğitmek meselesidir. Burada, illâ da şu olsun demek değildir. Bir mürşid memurdur; Allah’ın bir memûrudur. Ne yapıyor; kullarını terbiye ediyor, belli bir seviyeye getiriyor, Cenâb-ı Hakk’a teslîm ediyor.
Şimdi bir kişi ölünce onda kulluk / abdiyet bitiyor. Daha onun kullar üzerinde bir işi kalmıyor. Cenâb-ı Hakk, o işi başka kişilere tevdî ediyor. Meselâ nasıl ki, bir insan memurdur; emekli olur, onun yerine başka bir memur tâyîn edilirse bu da öyledir. Şimdi bu bir terbiye metodudur. Eğer cehrî yoldan gidiyorsa, nefs-i emmâresini terbiye edip Peygamber Efendimiz’e ulaştırmasıdır. Eğer hafî yoldan gidiyorsa yine onun rûhunu tezkiye ederek Peygamber Efendimiz’e ulaştırması söz konusudur. Mürşid-i kâmilin vazîfesi buraya kadardır. Ne alacaktır; o yolcuları oradan alacaktır, mânevî olarak Rasûlullah’a teslîm edecektir. Fakat ondaki kötü ahlâkları; yalan, şirk, hırsızlık, kibir, haset, cimrilik, efendime diyeyim şehvet, bu gibi sıfatlardan arındırıp tertemiz olarak Rasûlullah’a teslîm etmek... Bu bir metot, bir terbiye metodudur. Mutlaka bir mürşid-i kâmilin yapması lâzımdır bunu. Tabi öldükten sonra ondaki vazîfe biter. Onun için canlı, etli-kanlı biri lâzımdır, diyor İmâm-ı Rabbânî Hazretleri... Eğer öyle olmasaydı, Rasûlullah’ın irtihâlinden sonra hiç kimse Hazreti Ebû Bekir’i seçmezdi; doğrudan doğruya Rasûlullah’tan alırlardı, O’nunla iktifâ ederlerdi. Ama Sahâbîler böyle yapmadılar; etli-kanlı, canlı bir insanı getirdiler; hem din işlerinde, hem dünyâ işlerinde yardımcı seçtiler Hazret-i Ebû Bekir’i...
Bunun için bu yol Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz’in yolunu tâkip edecek, mürşidleri vefât edince öteki insanlara; yâni fenâ ve bekâ sırlarına vâkıf olmayanlara yeniden bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Bunu nasıl bulacaklar bunlar? İki rekât istihâre namazı kılacaklar, Cenâb-ı Hakk’a; ’Yâ Rabbi! Senin yolunda devâm etmek istiyorum, nefsimin tezkiyesini istiyorum, bana bunda yardımcı ol!’ derse ve birkaç kez istihâre yaparsa Cenâb-ı Hakk kendisine gösterir.
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.