Özlenen Rehber Dergisi

83.Sayı

Peygamberimiz'le (s.a.v) Dirilmek

İbrahim DEMİR Özlenen Rehber Dergisi 83. Sayı
Rasûlullah (s.a.v)’in Zâtı şahanelerinin bizler gibi beşer olduğu Kur’an’da beyan edilmektedir. (Kehf sûresi, 18/110) Ancak öyle bir farkla ki, vahye muhataptırlar. İlâhî terbiyeye öyle namzet bir hal ki, nutukları dahi hevâlarından değildir. (Necm sûresi, 53/3) O’nun beşer oluşu bir yönüyle şairin dediği gibi ’Muhammedun beşerun lâ ke’l-beşer, Bel hüve ke’l-yâkûti beyne’l-hacer’ taşlar arasında yakut mesabesinde anlaşılması icap eder. Diğer yönüyle vahye muhatap Nebi (s.a.v.)’in beşerin misli olmasına vurgu yapılması; üsve-i hasene ve numune-i imtisal olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Nebi, vahye namzet gönül; içinizden birisidir, o halde vahiy ile gerçek hayatı yaşamak, yakini bulmak, hakka vasıl olmak için yegâne rahmet, iman ve vahiy kapınız burasıdır, denmektedir. Allah’ın vahdaniyetinin vahyolunduğu beyanından sonra; ’Rabbi Rahime kavuşmak isteyenler, misliniz gibi beşerde vücut bulan tevhidi amel ve ibadete yönelsin’ denilmektedir. Yoksa adeta İsrailoğulları’nın Kur’an-ı Kerim’de çoğu kez ifade bulan anlayış ve tavırlarıyla âyetleri anlamak, ’o da bizim gibi bir insan, o halde iş ve amellerimizde uysak da olur uymasak da, O (s.a.v.) da (hâşâ) yanılır’ söylemiyle âyeti anlamak ancak ’modern densizlik’ olur.
Hakka yakınlığı elde edenler için toprağın altı da üstü de birdir. Onlar en büyük nimetlere daha dünyada iken kavuşmuşlar. Vahdet deryası ve atiye-i sübhaniyye onların gönlünü bir tevhid süzgeci haline getirmiştir. Bu dünyada bile her işlerini tevhidden bakarak ikame ederler. Kabirde de, cennette de O’nunladırlar. Peygamberler ve varisleri ve ondan marifeti alışanlar, insanlar için Allah’ın bir rahmetidirler. Onlarla birlikte olduklarında Cennet bahçesinde olurlar. Günlük yaşantılarına dönmeleri balığın sudan çıkmasına benzer. Onlardan aldıkları güzelliklerin zayi olması ölüm gibidir adeta. İtaat ve vahiyden uzak bir hayat hiç hükmündedir. Oysa her dem vahdet deryasına girenler için zaman-mekan, dünya-kabir-ukba aynıdır. Biz yaşayan ölülerin ihyası ise itaatle, vahye tek muhatap ve onunla ahlâkı yoğrulan, Rabbi Rahim tarafından terbiye edilen peygamberimize ve varislerine tabi olmaktan geçmektedir.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) Ashabını Cuma günü çokça salât-ü selâma teşvikine, ’salâvatlarımız size nasıl arzedilir. Siz çürümüş olacaksınız.’ dediler. Rasûlullah (s.a.v.): ’Allah (c.c.) arza peygamberlerinin cesetlerini yemeyi haram kıldı.’ buyurdular. (Nesâî, Cumua, 5) Âlimler bu mesele üzerinde tahkike dayalı olarak, peygamberlerin tıpkı melekler gibi yiyip içmeye muhtaç olmaksızın kabirlerinde diri olduğunu, ibadet ve namazla meşgul bulunduklarını kabul ederler. Bir başka hadiste ise Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): ’Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar.’ (Ebû Ya’lâ, Müsned, c.3, s.216, h.no:3412) buyurmaktadır. Efendimiz (s.a.v)’in ahlâkına tabi olmak suretiyle vahyin ve imanın korunaklı bölgesine girerek; ’yeni şeyler, farklı şeyler’ söylemiyle Kur’an’ı kirli hevaları ve ihanetle te’vil edenler karşısında sarsılmaz bir zırha bürünmüş oluruz. Hucûrat sûresi 7. âyette ’Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz; fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslam’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir.’ buyrulmuştur. Bize kitap ve hikmeti böylece öğreten Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz yaşadığı asırdaki gibi bugün de yegâne rehberimizdir. Zaten her an onu yaşayan varisleri ise ölmüş gönülleri Rasûlullah’a itaate alıştırarak diriltmekte, Rasûlullah (s.a.v.) ile aradaki perdeleri kaldırmak ve Sünnetleri ihya etmek suretiyle dini ikame etmektedirler.
Rasûlullah (s.a.v.) bugün aramızda değil gibi hareket etmek, o güzel ahlâkları hiç ortaya koymamış gibi davranmak, gaflete işaret etmektedir. Onun sevgi ve itaatini yudumlamamaktan ileri gelmektedir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Efendimizin Rasûlullah’ın (s.a.v.) Rabbine kavuştuğu gün Ashaba okuduğu ve bildikleri halde adeta ilk defa vahyolunmuşçasına Güzide Efendilerimizi hemen itaate sevkeden âyet bizlerin hâlini beyan ediyor. ’Muhammed (s.a.v.) de ancak bir Rasûldür. Ondan evvel Rasûller hep geldi geçti. Eğer O, ölür veya öldürülürse, ardınıza mı döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse Allah’a hiç bir zarar vermiş olmaz. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.’ buyurmuştur. (Âl-i İmran sûresi, 3/144) O güzel efendilerimiz O’na tabiiyetle topukları üzere geri dönenlerden olmadılar. Hayatlarında hep O (s.a.v.) vardı. Rasûlullah (s.a.v.)’i asr-ı saadete hapsetmek O’nu gönlümüzde ve dünyamızda öldürmektir. Bu ise Allah’a ve O’nun dinine değil, ancak yüz çevirenlere zarar verecektir.
’Andolsun ki, size sizden bir peygamber geldi. Meşakkat ve sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; (doğru yolu bulup iman nimeti içinde hayra yönelmenizi) çok arzu eder, mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.’ (Tevbe sûresi, 9/128) O, ümmetine karşı öylesine rahmet kanatlarını germiştir ki, ümmetinin meşakkat ve sıkıntıya uğraması O’na çok ağır gelir. O, mü’minler üzerinde titreyip durur, onların iman doğrultusunda hayır ve iyiliğe, güzel ahlâk ve fazilete yönelmelerini çok arzu eder. Bu da O’nun mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametli olduğunun bir göstergesidir. Rasûlullah (s.a.v) söylediği her sözde, başlattığı her işte, attığı her adımda şefkat ve merhametini ortaya koyuyordu. Enes (r.a.)’den rivayet ile Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu: ’Havzıma birtakım adamlar gelecek; ba¬na yaklaştırılınca birden uzaklaştırılacaklar. Ben: ’Yâ Rabbî! Bunlar benim ashabım’ diye sesleneceğim. Bana şöyle diyecekler: ’Senden sonra onların (dinde) ne yaptıklarını sen bil¬miyorsun’.’ (Buhârî, Rîkâk, 53)
’İnsanlık, Âlemlerin Serveri’nden uzaklaşmış, tabiri caizse onu hem gönlünde hem de hayatında kaybetmiş, ona karşı yabancılaşmıştır. İpi koptuğu yerden bağlamalı ve tekrar Efendimiz (s.a.v.)’e, onun ahlâkına dönerek bulutları aralamalı ve uykudan uyanıklığa geçmeliyiz. Bundan sonra da hem kendimiz için hem de tüm mümin kardeşlerimiz için, kaybedilen yılları ve bu kaybı telafi etmenin çarelerini yeniden düşünmeli, öncelikle kalbimizi düzeltmeli ve ardından da içimizdeki bu güzellikleri yaşayışımıza aksettirmeliyiz. Doğru bildiklerimizi kınayıcıların kınamasına bakmadan hayata geçirmeliyiz. Tabi ki Rasûlullah Efendimizi iyi tanımalı, onun ahlâkıyla kendimizi ona benzetmeliyiz ki, böylece Rabbimizin rızası bizi kuşatsın. Vehasıl Rasûlullah’ı kaybeden değil ona kavuşan toplum gibi yaşamalıyız.’*
Allah (c.c.)’dan kötülüklerimizi iyiliğe çevirmesini ve imanlı olarak bizleri Peygamberimize kavuşturmasını dileriz.

-----------------------
* Muzaffer Yalçın hocaefendi, Özlenen Rehber, Temmuz 2004.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.