Efendimiz (s.a.v.)’in Ümmetini Tezkiyesi
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
’Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.’ (el-Bakara, 2/129)
Yukarıda zikri geçen âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimize risaletiyle beraber vaz’ ettiği yükümlülükleri haber vermektedir. Âyet-i celîlenin "Bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki’ kısmında Allâhü Azîmü’ş-Şân (c.c.) Peygamberimizi Arapların kendi içlerinden göndermekle onların lisanını konuşan ve anlaşmalarında hiçbir sıkıntı yaşamadıkları bir peygamberdir. Sonrasında, gönderilen bu Peygamber bir beşerdir, bir melek değildir. Bu sebeple onun risaleti kendisi ile beraber insanlara yaşayabilecekleri bir yükümlülük getirmektedir.
Mekke ehli Peygamber Efendimizi doğumundan itibaren yakinen bilmektedirler. Biliyorlar ki O’nun (s.a.v.) okuma yazması yoktur. Getirdiği âyetleri kendisinden öğreneceği ikinci bir insanla da görüşmemiştir. Ve biliyorlar ki şirkin hiçbir çirkinliği O’na asla bulaşamamıştır. İçinde yaşadığı toplumun ahlâkî kötülüklerinin hiçbirisi O’na tesir etmemiştir. İnsanların O’nu ayıplayacağı veya kınayacağı ve de getirdiği risâlet sebebiyle bir beşer olarak O’na yükleyeceği hiçbir ayıp ve kusur yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz içinde yaşadığı toplumun gözü önünde bir hayat yaşamıştır. Bu öyle bir hayattır ki; ezelde takdir edilmiş, gelişinin ve getirdiklerinin önüne geçilmesi asla mümkün olmayan bir hayattır. Çünkü O (s.a.v.) iki cihanın Sevgilisi, ins ve cinnin Nebîsi, âlemlerin Rabbi olan Hz. Allah (c.c.)’nun Habîbi’dir.
’Onlara senin âyetlerini tilavet eylesin…’ Hira’da ’oku’ emriyle ilk vahiy indiği zaman ümmî olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’Ben okuma bilmem’ diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimize (s.a.v.)’e ’Yaratan Rabb’ının adıyla oku.’ emri gelmiştir. Bu hüküm gereği Peygamber Efendimiz Allah’ın âyetlerini hep bu ağırlıkla okumuş, Allah’ın kullarına murâd-ı ilâhî olan emirleri ve nehiylerini tilavet ve tebliğ etmiştir.
’Kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin…’ Kitap’tan maksat Kur’ân-ı Mübîn’dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine nazil olan âyetleri ve bu âyetlerle Rabbimizin müminlerden istediği kulluğu da öğretmiştir. Hikmetten maksat ise Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnetleridir. Kitap’tan maksat Kur’ân-ı Mübîn’dir ve Hikmet de ayrıca zikredilmiştir. Bu nedenle âlimlerimiz ’Hikmet, sünnetten başka bir şey değildir’ demişlerdir. Her mümin, Peygamber Efendimizden Kitâb’ı öğrenmekle ve öğrendikleriyle amel etmekle sorumlu oldukları gibi, Hikmet’in tâlim edildiği yerlerde onunla amel etmekle de sorumludur. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Kitap’la beraber Hikmet’i de ümmetine talim buyurması hususunda Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz için ’Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.’ (Ebû Dâvûd, Harâc-Fey’-İmâra, 18; Tirmizî, Menâkıb, 18) hadis-i şerifi güzel bir örnek teşkil etmektedir.
’İçlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin…’ Efendimiz (s.a.v.)’in insanların iç ve dışlarını temizleyip arındırması hususunun ilk cereyan ettiği husus, onların kalplerini şirkin karanlığından, kötülüğünden arındırması ve tevhidin aydınlığına çıkartmasıdır. Böylelikle onları ebedi olarak Hz. Allah (c.c.)’ın yakıcı azabında kalmaktan kurtarmıştır. Şu misallerle konu daha güzel anlaşılacaktır, inşallah.
Yahudi Çocuğun İmanı
Enes (r.a.) şöyle demiştir: Bir Yahûdî çocuğu vardı, Peygamber’e hizmet ederdi. Bir ara çocuk hastalandı. Peygamber (s.a.v.) ona hasta ziyaretine geldi ve başının yanında oturdu. Ve çocuğa hitaben: ’İslâm’a gir’ buyurdu. Çocuk yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası: Ebû’I-Kaasım’a itaat et (yânî O’nun emrini kabul et), dedi. Bu¬nun üzerine o çocuk hemen (şehâdet kelimelerini söyleyip) müslümân oldu. Müteakiben Peygamber hastanın yanından çıkarken: ’Bu çocu¬ğu cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamdolsun" diyordu. (Buhârî, Cenaiz, 79)
Mübarek Eli, Kalplerden Küfrü Silerdi:
Fudâle bin Umeyr el-Leysî, Resûlullah (s.a.v.)’ı öldürmeye kalkmıştı. Bu fetih yılında ve Kâbe ta¬vafı esnasındaydı. Yaklaşınca Rasûlullah (s.a.v.) ona:
- Sen Fudâle misin? diye sordu. Evet, dedi, Fudâle’yim yâ Rasûlâllah! Bu sefer sordu:
- Peki ne konuşuyordun, kendi kendine? Adam, ’birşey yok’, dedi. ’Allah’ı anıyordum.’ Rasûlullah (s.a.v.) gülerek:
- ’Allah’a sığın, tevbe et’, buyurdu ve elini onun göğsüne koydu. Kalbi yatıştı. Bundan sonra Fudâle hep söylerdi: ’Vallahi O (s.a.s.) elini göğsümden çektiği an sanki dünyada O’ndan daha çok sevdiğim, Allah’ın yarattığı hiçbir şey yoktu.’ (İbn Hişâm, Siret)
Peygamber Efendimizin mümin olmayan kimselerin şirkin karanlığından imanın aydınlığına kavuşmasında onları tezkiye ederken iman ehli olup kötü ahlakları elinde zelil durumda olanları da bu kötülüklerinden arındırmıştır.
Zina Etmek İsteyen Genç
Ebû Ümame’den rivayet edildiğine göre Kureyş’ten bir genç Peygamber (s.a.v.) gelerek:
- Ya Rasûlallah! Zina etmeme izin ver! dedi: Orada bulunanlar gence yöneldiler ve onu azarladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Onu bana yaklaştırın, buyurdu. O da yaklaştı ve aralarında şu konuşma geçti. Peygamber (s.a.v.):
- Böyle bir şeyi anan için arzu eder misin? Genç:
- Hayır, vallahi. Allah beni sana feda eylesin! Peygamber (s.a.v.):
- İnsanlar da böyle bir şeyi anneleri için istemezler. Peki ya kızın için bunu arzu eder misin? Genç:
- Hayır, vallahi. Allah beni sana feda eylesin! Peygamber (s.a.v.):
- İnsanlar da böyle bir şeyi kızları için istemezler. Peki ya kızkardeşin için bunu arzu eder misin? Genç:
- Hayır, vallahi. Allah beni sana feda eylesin! Peygamber (s.a.v.):
- İnsanlar da böyle bir şeyi kızkardeşleri için istemezler. Peki ya halan için bunu arzu eder misin? Genç:
- Hayır, vallahi. Allah beni sana feda eylesin! Peygamber (s.a.v.):
- İnsanlar da böyle bir şeyi halaları için istemezler. Peki ya teyzen için bunu arzu eder misin? Genç:
- Hayır, vallahi. Allah beni sana feda eylesin! Peygamber (s.a.v.):
- İnsanlar da böyle bir şeyi teyzeleri için böyle bir şeyi arzu etmezler, dedi.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) elini gencin üzerine koyarak şu duayı yaptı: ’Allah’ım! Bu gencin günahını bağışla, kalbini tertemiz eyle, iffet ve namusunu muhafaza eyle!’ Râvi diyor ki: "Artık o günden sonra o genç hiçbir şeye dönüp bakmadı; en nefret ettiği şey zina oldu." (Ahmed b. Hanbel, Taberânî’den rivayet etmiştir.)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) müminlerin nefislerini içinde yaşadıkları dünya hayatının fitnelerine karşıda arındırmıştır. Zaman zaman Sahabe efendilerimizde ortaya çıkan bu yönlü hadiselere bir Peygamberin göstermesi gereken tavrı göstermiştir. Böylelikle Ashab-ı Kiram da tutumlarındaki yanlışları idrak edip derhal Peygamberî irşada tabi olmuşlardır. Dünya sevgisi ve mal biriktirme arzusu da müminler için böyle fitne sebebidir. Cereyan eden bir hadiseye karşı Peygamber Efendimizin şu tavrı da böyle bir fitneyi izale etmiştir.
İhtiyaç Fazlası Kubbe’nin Yıkılması
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) (bir defasında) dışarı çıktı, yüksek bir kubbe gördü. ’Bu da ne (böyle)?’ buyurdu. Ashâbı kendisine: ’(Bu kubbe) falanca –Ensâr’dan bir adam- kişiye ait.’ dediler. (Rasûlullah) hoşlanmadığı bu (durumu) içinde saklayarak sükût etti. Nihayet (kubbenin) sahibi Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve insanların içinde kendisine selam verdi. (Ancak Rasûlullah) ondan yüz çevirdi. (Selam vermeyi) defalarca tekrarladı. Nihayet adam O’ndaki kızgınlığı ve kendinden yüz çevirişi sezdi ve bu durumu arkadaşlarına açtı… (Ashâb): ’(Rasûlullah) dışarı çıktı ve senin kubbeni gördü. (Sana dargınlığı bundandır.)’ dediler. (Ravi) dedi ki: Bunun üzerine adam hemen kubbesinin (yanına) döndü ve yıktı. Ta ki yerle bir etti. Rasûlullah (s.a.v.) bir gün (yine) dışarı çıktı, bu (kubbeyi) göremedi: ’Kubbe ne oldu?’ buyurdu. (Ashab): ’… (Olan biteni) ona haber verdik. O da hemen onu yıktı.’ dediler. (Rasûlullah): ’(Şüphesiz) zaruret dışı, ihtiyaç dışı her bina sahibi üzerine bir vebaldir (yani azap vesilesidir, ağırlıktır).’ buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 172)
Efendimiz (s.a.v.) ahlâkın bütün kurallarının yıkıldığı, edeb ve hâyâ duygusunun yok edildiği, insanlık izzetinin hayvanları bile hayrete düşürecek derecede ayaklar altına alındığı, imana karşı kalplerin hiçbir zamanda olmadığı kadar katılaştığı bir topluma Peygamber olarak gönderilmiştir. Efendimiz (s.a.v.) ise var olan bütün bu kötülüklerin ancak kendisi ile hayra tebdil edeceği bir risalet, yıllarca zifiri karanlıkta kalmış insanlara ışık saçan bir ahlâkın aydınlığında gelen bir nurdur. O’nun hakkında Kur’ân-ı Mübîn’de ’Sen yüce bir ahlâk üzeresin’ (Kalem sûresi, 4) buyrularak ahlâkının bütün insanlığın fevkinde olduğu hükmü bildirilmiştir. İnsanlık ancak bu yüce ahlâk ile imansızlıklarını imana, kötü ahlâklarını güzel ahlâka, zelil olan durumlarını insanlığın izzetine ancak O’nunla kavuşturabilirler. Böylelikle Cenâb-ı Hakk (c.c.) kıyamete kadar bütün insanların kulluk yolunda onları yanlışlardan arındıran hayırlara da ulaşma nimetinin yegâne mümessilinin Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olduğunu bildirmiştir.
Bugün ümmetin içinde olduğu gerek imanî gerek itaat ve gerekse ahlâkî zafiyetlerin izalesi, her dönemde olduğu gibi Efendimiz (s.a.v.)’in tezkiyesine muhtaçtır. İmanında ve itaatında samimi olan her müminin içine düştüğü her yanlışını ve hatasını kendisiyle düzelteceği, ahlâkın en güzelinin ve en yücesinin sahibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. nefsinin tezkiyesini ancak Peygamber Efendimize her hususta tam bir itaatla elde edebileceği hakikatini bildiği halde bundan imtina eden tezkiyeye muhtaç olduğunu bizzat kendisi ortaya koymaktadır. İmanın halâvetini yaşayan hiçbir mümin ne Cenâb-ı Hakk’ın hükümleri hususunda ne de Peygamber Efendimizin getirdikleri ve yaşantısı hususunda cedelleşmeyi kendisine ahlâk edinmez. Bilakis o mümine gereken kalbinde hiçbir sıkıntı duymadan Peygamber Efendimize itaatta sükûn bulmalıdır.
Efendimiz (s.a.v) 'İn Ümmetini Tezkiyesi
Özlenen Rehber Dergisi 83. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.