İslâmiyet Öncesi Filistin Tarihi
Özlenen Rehber Dergisi 83. Sayı
İSLAMİYET ÖNCESİ FİLİSTİN TARİHİ
Adını, milattan önce 12. yüzyılda Kavimler göçü sırasında deniz yoluyla gelen Pelestler (Filistinliler)’den alır. Tarih öncesi devirlerden itibaren çeşitli kavimlerin göçlerle yerleşmesine ve bunlara karşı harekete geçen başka üstün güçlerin pek çok istila ve fetihlerine maruz kalmıştır. Bu durumun başta gelen iki önemli sebebi, bölgenin Arap coğrafyası içinde sahip bulunduğu zengin ve stratejik tabiatla üç büyük ilahi dinin gerek doğuş gerekse gelişmesinde oynadığı önemli roldür. Ayrıca içinde barındırdığı kutsal yerler (belki de bu sebeple bölgenin bir başka adı da ’arz-ı mev’ûd’ veya ’arz-ı mukaddes’tir) şeklinde özetlenebilir.
Filistin’deki ilk yerleşim izleri M.Ö. 14000 yıl öncesine kadar dayanır. Bu toprakların adı bilinen ilk sakinleri, Tevrat’a göre dünyanın en eski milleti olan ve Arap tarihçiler ve bazı Batılı tarihçiler tarafından Arapların atası olarak kabul edilen Amalika kavmidir. M.Ö. 3000 yılından itibaren yine Sami kavimlerinden Ken’anlılar ve ardından Fenikeliler görülmeye başlar. Bundan sonra bölgenin ismi Kenan diyarı diye anılmaya başlanmış ve bu dönemde tarım-ticaret gelişmiştir ve yine ilk alfabe de burada kullanılmıştır.
Hz. Yakub’un ismi diğer bir ismi ’İsrail’di. İsrailoğulları Hz. Yakub’un çocukları olup milattan yaklaşık 13 asır önce o topraklarda yaşamış, Firavun’un Mısır’a hâkim olduğu dönemlerde ve Hz. Mûsâ’nın (a.s.) zuhurundan önce kalabalık bir kavim haline gelmişlerdir.
Hz. Yakub (a.s.) Mısır’a geldikten 430 yıl sonra Hz. Mûsâ (a.s.), Allah’u Teâlâ’nın kendisine vaat ettiği topraklara Filistin’e götürmek için İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkardı; ancak o topraklara kırk yıl sonra girebildiler. Bu arada birçok olaylar vuku buldu; mesela, Hz. Mûsâ (a.s.) kavmine hidayet levhalarını getirmek için onları kırk gün yalnız bırakınca kavmi eski putperestliklerine geri döndüler ve işte bu itaatsizlikleri yüzünden kırk yıl çöllerde başıboş dolaşıp durdular. Diğer bir taraftan Hz. Mûsâ (a.s.) bu süre boyunca bir an olsun kavmini hidayete davet etmekte kusur göstermedi, ama kavmi defalarca ona isyan etti.
Hz. Mûsâ’dan sonra yerine geçen Hz. Yuşa b. Nûn (a.s.) İsrailoğullar’nı Ürdün’den geçirmek üzere hareket etti. İsrailoğulları yeni şehirlere ulaşınca şehirleri yağmalamaya ve ahalisini öldürmeye başladılar. Bunun üzerine Urşelim (Kudüs) Padişahı diğer beş şehrin padişahıyla bileşerek Yûşa ve İsrailoğulları’yla savaştılar; ancak hepsi bu savaşta yenik düşerek İsrailoğulları tarafından asıldılar. Uzun savaşlardan sonra İsrailoğulları güçlenerek şehirleri ele geçirdiler ve yaklaşık milattan bin yıl önce Hz. Dâvûd (a.s.) Urşalim (Kudüs)’i Filistinlilerin elinden alarak orada Beytu’l-Mukaddes’in temelini atmaya başladı. Bu inşâ, Kâbe-i Muazzama’nın Mekke’de Hz. İbrahim (a.s.) tarafından bina edilmesinden yaklaşık 1100 yıl sonra olmuştur. Matta’nın İncil’inde rivayet edildiğine göre Hz. İsa (a.s.)’ın soyu yirmi sekiz göbekten Hz. Dâvûd’a (a.s.) ulaşmaktadır. Dolayısıyla Kâbe Tevhid ehlinin birinci haremi ve Mescidü’l-Aksa (Kudüs) ise ikinci haremi oldu.
Ahd Tabutu meselesi
Rivayet edildiği üzere Hz. Mûsâ’nın (a.s.) annesinin Hz. Mûsâ’yı (a.s.) içine bırakarak Nil nehrine bıraktığı ve daha sonra Hz. Mûsâ’nın (a.s.) levh, zırh ve peygamberlik alâmetlerini içine bıraktığı, hiç kimsenin el sürmeye hakkı olmadığı sandıktır. Bu sandığı Hz. Dâvûd (a.s.) zamanında içini ve dışını altın kaplayarak Sahyun (siyon) dağına götürdüler ve kamuflaj edebilmek için de bir kurban yeri bina ettiler. Bu sandık bir müddet zafere ulaşmış olan Filistinlilerin eline geçti; ancak daha sonra onu tekrar İsrailoğulları’na geri verdiler ve Hz. Süleyman’ın (a.s.) zamanına kadar Sahyun dağında tutuldu; fakat Beytu’l-Mukaddes’in binası tamamlanınca sandığı Beytu’l-Mukaddes’e intikal ettirdiler.
Hz. Süleyman’ın (a.s.) saltanatı kırk yıl sürdü ve Kudüs’te huzur ortamı yarattı. On iki kabileye ayrılmış olan İsrailoğulları Süleyman (a.s.)’ın vefatından sonra iki devlete ayrıldılar. On kabile İsrail devletini, diğer iki kabile ise Yahuda devletini kurdular. Azgınlaşarak hak yoldan ayrıldılar ve taşkınlık ettiler. Gadab-ı İlahiye uğradılar. İsrail devleti M.Ö. 721’de Asuriler, Yahuda Devleti de M.Ö. 586’da Babilliler tarafından yıkıldı. Asuriler, Babil Devletini işgal etti. M.Ö. 587’de Asuri Hükümdarı Buhtunnasar Kudüs’ü yakıp, yıktı. Yahudilerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da Babil’e sürdü. Bu arada Hz. Süleyman’ın (a.s.) mabedini de yerle bir ettiler.
Kudüs’ün kurulmasından 470 yıl önce (yaklaşık milattan 1300 yıl önce) İsrailoğulları ve Yahudilerin Filistin’e girmesiyle bu bölge huzur yüzü görmedi ve bugün ondan 3300 yıl geçmesine rağmen henüz huzura kavuşmuş değildir.
İskender’den sonra onun yerine geçenler Filistin’e egemen oldular. Milattan önce 63 yılından itibaren Romalıların egemenliği başladı. Bu ortamda Yahudiler Hz. İsa’nın (a.s.) zuhur ederek kendilerini kurtarmalarını ümitle bekliyordu. Hz. İsa (a.s.) öğrencileriyle birlikte Celil ilinde vaki olan Nasire’den (kendisiyle ailesinin yaşadığı şehirden) Kudüs’e doğru hareket edince İncil’de tafsilatı geçen birçok mucizeler gösterdi. Hz. İsa (a.s.) mabede giderek eğitim öğretime başladı; Yahudi bilginleri kıskandırdıklarından onu ortadan kaldırmak istediler. Nihayet Yahudi bilginleri şurasının verdiği fetva ve hazırladıkları ortam üzere Hz. İsa (a.s.)’ı asmak istediler. Bunu başardıklarını da düşünmektedirler.
Kur’ân-ı Kerim’in onların bu iddialarını reddederek; ’Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve "Biz Allah’ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük’ demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiç bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.’ (Nisâ, 4/156-157) buyurması, olayın gerçek boyutunu ve o derin yanılgı üzerine kurulan yanlış inançlarını çok özlü bir şekilde açıklamıştır.
Milattan sonra yetmiş yılında Roma İmparatorunun oğlu Titus 80000 askerle Kudüs’ü kuşattı. Yahudiler birkaç ay direnmelerine rağmen sonunda Romalılara yenilerek tekrar perişan bir duruma düştüler. Hz. İsa’nın göklere yükselmesinden yaklaşık üç yüzyıl sonra Roma imparatoru Kostantin’in Hıristiyanlığı kabul ederek resmi din ilan ettikten sonra dikkatler tekrar Kudüs’e toplandı. Zira Beytu’l-Mukaddes Hz. İsa’nın (a.s.) doğduğu ve kabrinin bulunduğu yer olarak tanınmaktaydı. Bundan sonra Kudüs Hıristiyanlığın merkezi haline geldi, orada birçok kiliseler yapıldı.
İslâm Devletinin Filistin’i Fethi
Kudüs’ün ve Filistin topraklarının İslâm açısından taşıdığı değer ve kutsiyet dolayısıyla ve Medine’de kurulan İslâm devletinin kuzeye doğru sınırlarının genişlemesiyle birlikte Müslümanlar Filistin topraklarına yöneldiler. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Filistin üzerine M. 633’te iki küçük birlik gönderdi. Bu birlikler önemli başarılar gösterdiler. Daha sonra 634’te Halid bin Velid (r.a.) komutasındaki İslâm ordusunun Remle yakınlarında Bizans ordusuna karşı kazandığı zaferle Kudüs dışındaki Filistin topraklarının önemli bir kısmı fethedildi. Kudüs’ün fethi ise 638’de ikinci halife Hz. Ömer (r.a.) efendimiz döneminde gerçekleşti. Hz. Ömer (r.a.) Kudüs’ün anahtarlarını teslim aldığında oranın halkına, tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı bir eman vermiştir.
Kaynakça:
1- İslam Ansiklopedisi, Diyanet Yayınları, İstanbul,1996, Filistin Maddesi, 13. cilt
2- İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları Eskişehir,1997, Filistin Maddesi, 4. cilt
3- Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay., İstanbul, 1990, Filistin Maddesi, 2. Cilt
4- http://abna.ir/data.asp?lang=10&Id=175195
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.