Özlenen Rehber Dergisi

107.Sayı

Hz.ömer 'İn (r.a) Siyasi Kişiliği...

Mehmet Ali KAPAR Özlenen Rehber Dergisi 107. Sayı
Dört Halife Dönemi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatının ardından İslamiyet’in yaygınlaşmasına vesile olmuş kutlu bir dönemdir. Sırasıyla Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.) ve Hz. Ali’nin (r.a.) halifelik yaptığı dönem boyunca huzur ve refah içinde yaşayan Müslümanların yanı sıra, ondan sonra yaşayanlar da onların üstün ahlâkını ve yönetim anlayışını örnek almışlardır. Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) ardından ittifakla halife seçilen Hz. Ömer (r.a.), Kur’an ahlakının tüm özelliklerinin yanı sıra, yüksek adalet anlayışı ile de kendinden sonrakilere örnek olmuş üstün İslam halifelerinden biridir.
İslam tarihinin en adaletli ve huzurlu dönemlerinden biri, Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği sırasında yaşanmıştır. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir. Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka’b’da Rasûlullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş’in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme’dir (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, Kahire 1970, IV/146). Hz. Ömer’in küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, Mısır 1979, I/210).
Cahiliye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdü’l-Ğâbe, IV/146). Hz. Ömer (r.a.) otuz üç yaşında İslamiyet’i kabul etmiş ve bunda kendisinin de şahit olduğu, Müslümanların gördükleri tüm kötü muamelelere ve baskılara rağmen gösterdikleri üstün ahlak ve imanî kararlılık etkili olmuştur (İlmi Mercek Dergisi, 17. sayı (Kasım 2005) 40. Sayfa).
Hz. Ömer İslam tarihinde ’Emiru’l-Mü’minin’ unvanını halife olarak ilk kez kullanmıştır. (Hz. Peygamber döneminde bazı seriye komutanlarına ve daha sonra Kadisiye savaşı komutanı Sa’d bin Ebu Vakkas’a ’Emiru’l-Mü’minin’ diye hitap edilmişse de halife olarak ilk kez Hz. Ömer kullanmıştır.)
Hz. Ebu Bekir ’Halifetü Rasûlillah’ unvanını kullanırdı. Hz. Ömer’de başlangıçta ’Halifetü Halifeti Rasûlillah’ unvanını kullanmış; ancak bu ifade çok uzun olduğu ve ileride halifelerin sayısının da artacağı ve unvan olarak peş peşe aynı kelimenin kullanılmasının mümkün olmayacağı için ’Emiru’l-Mü’minin’ unvanını benimsemiştir. Ebu Musa el-Eşarî, Hz. Ömer’e yazdığı bir mektupta da ona ’Emiru’l-Mü’minîn’ diye hitap etmişti.
Hz. Ömer devlet işlerinde ve özel işlerinde devamlı adaletli olmaya çalışmıştır. Bu davranışlarında Kur’an ve Sünnet’in önemli etkisi vardır. Nitekim bir hitabesinde şöyle söyler. ’Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Bu çok daha kolaydır. Tartılmadan önce kendinizi tartın. Kıyamet günü için hazırlanın’ ve ardından şu âyeti okur: ’Ey insanlar O gün hesap için huzura alınırsınız. Size ait hiçbir sır gizli kalmaz.’ (Hakka Suresi,18.) Yüzüğünün kaşında ’Kefâ bi’l-mevti vâizan yâ Ömer’ (Öğüt verici olarak ölüm yeter ya Ömer) yazılıydı. (Hz. Ömer, Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, Diyanet Yayınları, 2010, s. 159.)
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v.) veziri diye anılırlardı. Vezir yöneticiye en yakın olan kişidir ve yanında görev yaptığı şahsiyetten en çok etkilenendir. Hz. Ebu Bekir vahiy döneminin hemen tamamında, Hz. Ömer’de 18 yıl gibi uzun bir süre Hz. Peygamberle birlikte olmuştur. Her ikisi de Hz. Peygamberin yönetimine iyice muttali oldukları gibi, ona yardımcı da olmuşlardır. Dolayısıyla Hz. Ömer idari tecrübesini büyük ölçüde bu birlikteliğe borçludur. Hz. Peygamber (s.a.v.) ’Sema ehlinden vezirim Cebrail ve Mikail, dünya ehlinden vezirim ise Ebu Bekir ve Ömer’dir’ (Tirmizî, Menâkıb, 17) buyurduğu rivayet edilmiştir.
Hz. Ömer, Allah (c.c.) kitabında ve Rasûlullah (s.a.v.) sünnetinde bulamadığı meseleleri istişare etmesiyle ünlüdür. Aynı zamanda halkın kendine fikirlerini söylemesini ister, bu fikirlerden uygun olanları kabul ederdi. Bir gün bir adam gelir, kendisine ’Allah’tan kork ya Ömer!’ der ve sözü iyice uzatır. Bunun üzerine oradakilerden birisi ’Sus! Emiru’l-Mü’minin’e karşı fazla konuştun’ der. Hz. Ömer ise müdahalede bulunan adama şöyle der: ’Bırak konuşsun. Eğer onlar bize öyle söylemezlerse onlarda hayır yoktur. Eğer biz onların doğru sözlerini kabul etmezsek, bizde hayır yoktur’ der. (Sarıçam, 160)
Denilir ki: Hz. Ömer, omzunda bir kırba taşıyordu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda şu cevabı verdi: "Nefsim gururlandı. Onu alçaltmak ve zelil kılmak istedim." Hz. Ömer, cemaate yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine gider ve fecre kadar sürekli namaz kılardı.
Kıtlık senesinde ekmek ve zeytinyağından başka bir şey yemedi. Öyle ki cildi siyahlaştı. O zamanlar o şöyle diyordu: "Ben, tok olup da insanlar aç olursa, o zaman ben ne kötü idareciyim." Çok ağladığından yüzünde iki siyah çizgi meydana gelmişti.
Bir Kur’ân ayetinin okunduğunu işittiği zaman bayılır, onu alıp baygın vaziyette evine götürürlerdi. Günlerce ziyaretine gidilirdi, ama onda Allah’tan korkmaktan başka bir hastalık yoktu.
Talha b. Abdullah dedi ki: Hz. Ömer, bir gece karanlık bastırdıktan sonra Medine’yi gezmeye çıktı. Bir eve girdi. Sonra sabah olunca ben de o eve gittim. Baktım ki içerde kör ve kötürüm bir acuze var. Ona dedim ki:
- Geceleyin o adam (yani Hz. Ömer) niçin sana geldi.
Acuze kadın şöyle cevap verdi:
- O adam şu kadar zamandan beri hep gelir, bana yararlı şeyleri getirir, evimin işlerini görür, pisliklerimi de dışarı atar.
Talha diyor ki: Ben de kendime şöyle dedim: ’Anan seni kaybetsin ey Talha, aklın sıra sen Ömer’in açıklarını mı araştırıyorsun?’
Eslem dedi ki: Bir gece Ömer’le birlikte Medine dışına çıktım. Bir çadırda ışık gördük. Oraya yöneldik. Çadıra vardığımızda bir kadının doğum sancısı çekmekte olduğunu ve ağladığını gördük. Hz. Ömer, kadına durumunu sordu. Kadın da:
- ’Ben bir Arap kadınıyım. Yanımda herhangi bir şey yok’ deyince Hz. Ömer ağlamaya başladı ve koşarak evine döndü. Karısı Ümmü Gülsüm’e:
- ’Allah’ın sana gönderdiği bir ecir var mıdır?’ diye sordu ve gördüğü kadının durumunu anlattı. Karısı da ’evet’, deyince Hz. Ömer, sırtına un ve yağ yükledi. Ümmü Gülsüm de doğum için gerekli malzemeyi omuzlayıp ikisi birlikte çadıra geldiler. Ümmü Gülsüm içeri girdi. Hz. Ömer de kadının kocasının yanında oturup konuşmaya, sohbet etmeye başladı. Ancak kadının kocası Hz. Ömer’i tanımıyordu. Nihayet çadırdaki kadın bir erkek çocuk doğurdu. Hz. Ömer’in karısı Ümmü Gülsüm:
- ’Ey Mü’minlerin Emiri, arkadaşına bir erkek çocuğunun doğduğunu müjdele’ dedi.
Adam, Ümmü Gülsüm’ün sesini duyunca utandı ve tanımamış olduğundan dolayı Hz. Ömer’den özür dilemeye başladı. Hz. Ömer de:
- ’Zararı yok’ dedi.
Onlara nafaka bağladı ve ihtiyaçlarını giderdi. Sonra da evine döndü.
Yine Hz. Ömer’in azatlısı Eslem dedi ki: Bir gün Ömer b. Hattab’la birlikte Medine dışında taşlık bir araziye doğru çıktık. Sirar adı verilen yere geldiğimizde uzaktan bir ateşin yanmakta olduğunu gördük. Ömer: "Haydi oraya gidelim." dedi. Oraya doğru koşmaya başladık.
Onlara yaklaştığımızda, yanında küçük çocukları olan yaşlı bir kadına rastladık. Ateş yanıyor ve ateşin üzerinde de bir tencere kaynıyordu. Çocuklar da sızlanıp duruyorlardı. Ömer:
- ’Selam size ey ışığın sahipleri!’
(Bu sözünü "ey ateş" sahipleri demeye tercih etti.)
Kadın:
- ’Ve aleykes-selam’ diye karşılık verdi.
Ömer:
- ’Yaklaşabilir miyiz?’ diye sorunca, kadın:
- ’Hayırla yaklaşın, yoksa vazgeçin’ diyerek cevap verdi.
Bunun üzerine yaklaştık. Ömer, onlara:
- ’Sizin durumunuz ne? Burada ne yapıyorsunuz?’ diye sorunca yaşlı kadın:
- ’Görüyorsun ya, gece ve soğuk bizi kasıp kavuruyor’ dedi.
Ömer:
- ’Bu çocuklar neden böyle ağlayıp duruyorlar?’ diye sordu.
Kadın:
- ’Açlıktan’ diye cevap verdi.
Ömer:
- ’Bu tencerede ne pişip duruyor?’ diye sorunca kadın:
- ’Onları uyutuncaya kadar bu şekilde avutuyor, onlar uyuyuncaya kadar ben de bu şekilde ateş yakıp duruyorum ki oyalanıp dursunlar. Yüce Allah bizimle Ömer arasında hakemdir’ dedi.
Ömer:
- ’Evet, hay Allah senden razı olsun. Ömer, sizin bu halinizi nereden bilisin?’ diye sorunca kadın:
- ’Bizim yönetim işlerimizi üzerine alsın da bu halimizden habersiz olsun?’ diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Hz. Ömer, kulağıma eğilerek: "Haydi gidelim" dedi. Hemen oradan çıkıp kaçmaya başladık ve beytü’l-mala varıp oradan bir çuval un ve bir miktar da yağ çıkardık. Ömer, çuvalı sırtına yüklendi, ben her ne kadar yüklenmek istediysem de Ömer fırsat vermedi ve şöyle dedi: ’Sen benim günahımı kıyamet gününde yüklenebilir misin?’ Bunun üzerine çuvalı Ömer’in sırtına yükledik ve birlikte aynı yere doğru koşmaya başladık. Nihayet kadının bulunduğu yere varınca hemen o un çuvalını yere yıktı ve kadına:
- ’Bana müsaade et de şu tencereye un koyup çorba pişireyim ve biraz karıştırayım’ dedikten sonra eğilip üflemeye başladı. Ömer’in büyükçe ve uzunca sakalı vardı. Dikkatlice bakıyordum. Duman, Ömer’in sakalının arasına girip çıkıyordu. Sonra tencereyi indirdi. Nihayet yemek kaynamıştı. Tencereyi yere koydu. Kadına, bir tabak getirmesini söyledi. Kadın tabağı getirdi. Ömer, yemeği o tabağa boşalttı. Kadın da çocukları yedirmeye başladı. Hz. Ömer de: "Yeyin" dedi. Çocuklar doyuncaya kadar yediler. Kadın da -Hz. Ömer’i tanımadığı halde- ona dua ediyordu. Küçükler uyuyuncaya kadar Hz. Ömer, yanlarında bekledi. Sonra onlara nafaka bağladı ve evine döndü. Bana yönelip şöyle dedi: ’Ey Eslem, açlık çocukları uykusuz bırakmış ve ağlatmıştı.’
Denildi ki: Ebu Talib oğlu Ali (r.a.), Medine dışına koşarak gitmekte olan Ömer’i görmüş. Ona şöyle sormuştu:
- ’Nereye ey Mü’minlerin Emiri?’
- ’Zekât develerinden biri kaçtı da onu arıyorum.’
- ’Senden sonra halife olacakları da yorulmak mecburiyetinde bırakıyorsun.’
Yine denildi ki: Hz. Ömer, açlıktan boynu bükülmüş, vücudu eğilmiş bir cariye görünce:
- ’Bu kimdir?’ diye sormuş,
Abdullah’ın kızı da:
- ’Bu benim kızımdır’ diye cevap verince Hz. Ömer:
- ’Bunun nesi var?’ diye sormuş, Abdullah’ın kızı da şu cevabı vermişti:
- ’Elinde bulunan malları bize vermiyorsun, işte gördüğün bu hal başımıza geliyor.’
- ’Ey Allah’ın kulu, benimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var. Allah’a yemin ederim ki Cenâb-ı Allah’ın sizlere vermemi farz ettiği kadarını size veriyorum. Hakkınız olmayan şeyi size vermemi mi istiyorsunuz ki hain duruma düşeyim?’
Hz. Ömer, kendisinden sonra halife seçiminin meşveret usulüyle yapılmasını, halifeyi altı kişinin kendi aralarında seçmelerini vasiyet etti. Bu altı kişi, vefat ederken Rasûlullah (s.a.v.)’in kendilerinden razı olduğu Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa’d b. Ebu Vakkas idi.
Hz. Ömer, Hz. Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Adevî’nin bu altı kişi arasında yedinci kişi olarak bulunmasını söylememişti. Çünkü bu zat, onun kabilesindendi. Ve bu vasiyeti sebebiyle kendisinden sonra onun halife seçilmesinden korkmuştu.
Hz. Ömer, halife olacak kişinin kendisinden sonra insanlara tabaka ve mertebelerini göz önünde bulundurarak iyi davranmasını tavsiye etmişti. Vuruluşundan üç gün sonra vefat etti. Hicri yirmi dördüncü senenin muharrem ayının ilk pazartesi günü Peygamber Efendimiz’in hücresine Ebu Bekir es-Sıddık’ın mezarının yanına Hz. Âişe’nin izni ile defnedildi. Daha sonra Hz. Osman b. Affan halifeliğe seçildi (İbn Kesîr, el-Bidaye Ve’n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/220-229).
Enes dedi ki: Hz. Ömer’in iki omuzu arasında dört yama vardı, izârı da deri ile yamanmıştı. Minber üzerinde hutbe irad ederken üzerinde bulunan izarında on iki yama vardı. Gölgelenmek istediği zaman abasını bir ağacın üzerine koyar, abasının altında gölgelenirdi. Hayması ve çadırı yoktu. Kudüs’ü fethetmek için Şam’a geldiğinde zayıf bir deve üzerindeydi. Güneş vurduğu için kafasının saçsız kısımları parlıyordu. Üzerinde bornoz ve sarık yoktu. Üzengisi olmadığı için ayaklarını bineğinin iki tarafında sallıyordu. Sergisi bir posttu. Bineğinden inerken bu postunu yere serer, üzerinde uyurdu. Heybesi lif astarlı idi. Uyuduğu zaman bu heybesini yastık olarak kullanırdı. Pamuklu bir gömleği vardı. Eskimiş ve yakası yırtılmıştı. Şam’a geldiğinde bineğinden indi ve: "Bana şu köyün reisini çağırın." dedi. Reisi çağırdılar. Ona: "Şu gömleğimi yıkayın, sökük yerlerini dikin, hazırlayıncaya kadar bana emanet gömlek verin." dedi. Ona keten bir gömlek getirdiler.
- ’Bu nedir?’ diye sordu.
- ’Ketendir’ dediler.
- ’Keten nedir?’ diye sordu. Ketenin ne olduğunu ona anlattılar. Gömleğini çıkardı. Yıkadılar, söküklerini diktiler.
Rabbim ondan (r.a.) razı olsun, bizleri onun ahlak ve anlayışlarının hadimi kılsın. Ahirette de şefaatlerine mazhar kılsın.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.