Kadına yönelik aile içi şiddet konusunda neredeyse hemen her kesim ’şiddete hayır’ eksenli çıkarımlarda buluşuyor. Genel manada bu çıkarım doğru olmakla birlikte özellikle bu meyanda mevzua kilit mesabesindeki kavramların içinin dolduruluş şekli bir hayli önem arz etmektedir.
Genel kabul görmüş ilkeleri içerik olarak irdelerken, şayet bizler batı penceresinden olayları değerlendirirsek, kendi değer ve kültürümüz ile pek de bağdaş(a)mayan sonuçlar elde ederiz.
Dini anlama ve yaşama noktasında maksat murad-ı ilahiye uygun olmalı. Özellikle modern algının sürekli tartıştığı, kabulü hususunda devamlı olarak şüpheci yaklaştığı bu gibi konularda yaklaşım, amaç ve bizi amaca götürecek araç, gayet makul ve dinen tutarlı olmak zorunda.
Modern algının zihni yapısını net bir şekilde ortaya koyabilecek haslet; kadim müktesebatı hiçe saymak ya da tabir yerindeyse akla hayale gelmedik usul ve üslup ile zengin ilmi birikime ’takla attırmak’. ’Kısas’ ’recm’, ’kadına şiddet’, ’şahitlik’, ’tesettür’, ’faiz’ gibi hususlarda modern zihniyetin yaklaşımı maalesef şu;
- Eğer ortada konuyla ilgili âyet var ise ayetlere ’tarihsellik’ yaftası vurmak,
- Şayet hadis-i şerifler var ise ’sahih değil’ ’rahmet peygamberi bu sözü söylemiş olamaz’ iftirası etmek...
İslam’da asıl olan kaba kuvveti değil ikna yolunu tercih etmektir. Ancak İslam bir şey hakkında hüküm verirken bunu ’ameller niyetlere göredir’ prensibi gereğince yapılışındaki maksada göre değerlendirir. Mesela; ’savaş kötüdür’ önermesi İslam’a göre doğru bir önerme değildir. Doğru önerme; ’dünyevi idealler uğruna yapılan savaş kötüdür’ önermesidir. Çünkü İslam, Allah için yapılan savaşı yani cihadı övmüş ve gerekli olduğunda onu teşvik etmiştir.
İslam daha büyük bir olumsuzluğu gidermek için olumsuz gibi görünen ama sonuç itibari ile olumlu olan bir şeyi önerebilir. Mesela Nisa Suresi 34. ayetteki ’vedribuhunne’ ifadesini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Salt olarak ’dövmek’ eylemine tıpkı ’savaş’ örneğinde olduğu gibi iyi veya kötü diyemeyiz. Onun ne maksatla ve ne şekilde yapıldığına bakarız.
Burada şu hatırlatmayı yapmakta fayda mülahaza ediyoruz. Dayağı bir hayat tarzı haline getirmiş, eşini ve çocuklarını her fırsatta hırpalayan, kırıp geçiren kocaları savunmak gibi bir garabetin içinde olmamız söz konusu değildir. Çünkü bu, düpedüz ’zulme ortak olmak’tır.
İslam ve Şiddet
Öncelikle şunu kesin olarak bilmek lazım ki aile içi şiddet ya da kadına yönelik şiddet sadece biz müslümanların sorunu değil ve yine bilmek gerekir ki bu arıza sadece bugünün problemi de değil. Asırlardır devam eden ve din ile doğrudan bağlantılandıramayacağımız birçok sebepten kaynaklanan bu toplumsal problem, bugünün dünyasında da dün olduğu gibi kendisini belirginleştirmektedir.
Burada mevzunun gerçek sebeplerini öğrenebilme adına şiddet denen olguyu ’İslam’ ile doğrudan ilişkilendirmek en hafif tabirle haksızlık olur. Mesela Batı dünyasında da aile içi şiddet oldukça yüksek oranda görülen bir uygulama. Dünya Sağlık Örgütünün 7 yıl süren çalışması sonucunda yayınladığı rapor, birçok Avrupa ülkesinde her 6 kadından birinin aile içi şiddete maruz kaldığını söylüyor. Yine istatistiklerin verdiği bilgilerde Batı’da, İslam ülkelerine nispetle aile içi şiddet oranı daha fazla.
Mesela Avrupa Konseyinin; 16-44 yaş arası kadınların ölüm ya da sakatlanma sebeplerinden birinin aile içi şiddet olduğunu ve bu oranın kanser ve trafik kazaları oranından fazla olduğunu söylemesi, ABD’de her 15 saniyede bir kadının genellikle eşi ya da erkek arkadaşı tarafından dövülmekte olduğu gerçeği, İspanya’da 2000 yılı baz alındığında yıl boyunca her 5 günde bir kadının, İngiltere’de ise haftada iki kadının eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından öldürüldüğü hakikati ve Yeni Zelanda’da her iki kadından birinin darp edildiği ya da tacize uğradığı gerçeği buna en güzel örnektir. Bu da meselenin sadece dini boyutu olduğunu veya problemin İslam’la izahının yapılmasının imkânsızlığı adına elimizde kuvvetli bir veridir. Bunu şunun için diyorum; genelde bu türlü meseleler hemen genel manada dinle, özel olarak da İslam’la, dindarlıkla irtibatlandırılır ve gerek izah gerekse çözüm hep o istikamette aranır. Hâlbuki bugün bizim ülkemizde hiç de dindar olmayan çevrelerde de aile içi şiddet büyük ölçüde görülmektedir.
Önemli bir nokta
Peki, durum bu olduğu halde makalede de görüldüğü gibi neden dini materyaller kullanılarak bu mevzuu anlatmayı yeğliyoruz?
Öncelikle biz makalede ifade edilen hadiseyi şiddet olarak görmekten ziyade yozlaşan değerlerin neticesinde vukua gelebilecek sonucun önlenmesine katsı sağlayıcı unsur olarak değerlendiriyoruz. Gelinen bu noktada ticari, askeri, siyasi, sosyal, kültürel birçok alanda çözülmenin neticesi olarak ailede de büyük bir kırılma ve çözülme baş göstermektedir. Deforme olan değerler, önemini kaybeden hassasiyetler aile gibi mukaddes olguyu İslam’ın tasvip etmediği ve doğal manada insan fıtratının pek de kabul edemeyeceği mercie getirdi. Neticede ’nüşûz’ dediğimiz olayın cereyan etmesi gibi durumlarda toplumsal tetikleyici unsurlar bireyi İslam tarafından dillendirilmeyen ve insanların yönelmemeleri gereken alanlara kaydırmakta. Şöyle ki; ailevi problemlerin çözümünde Nebevi düsturları dikkate almayıp, vahyin usul olması bağlamında sunduğu yöntemleri uygulamayan bireyler, ya güç kullanarak cinayet, töre cinayeti gibi hususlara yöneliyor, ya da güç kullanmayı iç âleme dönük sergileyip psikolojik sıkıntı, depresyon, ruhi bunalımlar ve hatta intihar şeklinde bu problemi izhar ediyor.
Her ne olursa olsun, böyle bir durum ile karşılaşıldığında, başvurulabilecek çareler ve uygulanabilecek yöntemler arasında en ahlakî, en fıtrî ve en aklî olanı hiç kuşkusuz vahyin sınırlarını belirlediği usuller, yöntemler, çarelerdir.
Önyargılardan sıyrılmak...
Öteden beri dar manada, koca dayağı; geniş manada ise aile içi şiddeti, İslam’ın yumuşak karnı olarak görür çokları. ’Hanımlarını dövmeyi İslam’ın kendilerine verdiği bir hak olarak gören Müslüman koca’ zihniyeti, bu hususta dillendirdikleri en büyük sözlerden biridir.
Peki, bu doğru mu? Önyargıların, ideolojik bakış açılarının, topyekûn inkârı merkeze alan düşmanca yaklaşımların ürünü olan bu hüküm tek kelime ile yanlıştır. Birçok açıdan izahını yapabiliriz bunun. Önce diyalektik mantık içinde şunu söyleyelim: Dünden bugüne dünyaya nizam vermeye çalışan Batı medeniyeti içinde koca dayağı İslam ülkelerinden daha az değildir. Bu alanda yapılmış çalışmalarda çıkan sonuç bu hakikati bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıkartmış durumdadır. Bunlar ilgili olarak yukarıda ayrıntılı bilgiler verdik. Hatta koca dayağını eğitimsizliğe bağlayan teoriler, dayağın üniversite mezunu, master-doktorasını yapmış yüksek eğitimli ailelerde görülmesi karşısında iflas etmiş durumdadır. Yazıyı rakamlarla boğmak istemiyorum. Arzu edenler 5-10 dakikalarını alacak bir internet araştırması ile konuyla alakalı gazete haberlerinden araştırma kurumlarının anket çalışmalarına, insan hakları raporlarından, üniversitelerde yapılan master-doktora tezlerine kadar yığınla bilgiye ulaşabilir. Buradan hareketle koca dayağının İslam’ın ya da Müslüman ailelerin değil, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlık ailesinin dünden bugüne uzanan bir problemi olduğu söylenebilir.
Nisa 34. Ayet-i kerimenin nüzul sebebi
Nüşuzundan (kocasına karşı serkeşlik etmesinden ve isyankâr davranmasından) endişe edilen kadının dövülmesiyle ilgili hükmü getiren ayetin nüzul sebebi de burada önemlidir. Rivayet tefsirlerinde nakledildiğine göre (Mesela bkz. el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kurân, IV, 295, V, 161; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 653) Sahabe’den bir hanım (Habîbe bt. Zeyd b. Hârice -r.anha-), babasıyla birlikte Efendimiz (s.a.s.)’e gelerek kocasının (Sa’d b. er-Rebî’ -r.a-) kendisine tokat attığını söylemiş, Efendimiz (s.a.s.) de kısasa (onun da eşine bir tokat atmasına) hükmetmiştir. O sahabiye hanım dönüp giderken Efendimiz (s.a.v.) arkasından tekrar çağırmış ve, ’Biz bir şey murad ettik, Allah başka bir şey murad etti (Biz bir hüküm verdik, Allah başka bir hüküm verdi)’ buyurmuştur.
Bir incelik...
Bu denli mevzularda söz sarf edecek insanların modern Batılı hayat tarzının dayatmaları karşısında son sığınak olarak elimizde kalan aileyi muhafaza etme konusunda hassasiyet göstermesi, erkeklere ve kadınlara kendi hak ve görevlerini vurgulaması gerekirken, türlü sebeplerle zaten her an sarsılmaya müsait zeminler üzerine kurulan aile binasının yıkılmasını ve çökmesini kolaylaştırıcı bir tutum takınmış olmalarını anlamak mümkün değildir.
Nüşûz ne demektir?
Aile hukukuyla ilgili bir terim olarak nüşuz; ıstılahi olarak kadının kocasına karşı itaatsizliğine, kocanın da karısına eziyet etmesine ve onu terk etmesine denir. (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, V/418)
Nüşuz kadının kocasına itaat etmesi gereken hususlarda ona itaat etmeyip isyan etmesidir. Kadının nüşuzu kocasına buğz etmesi onun itaatinden çıkması, gözünü gönlünü başkasına dikmesidir. (Cessas, Ahkamu’l-Kur’an II/187)
Fahruddin Razi nüşuz kelimesinin mezkûr ayette ’havf’ ile birlikte kullanılmasına dikkat çekerek insanın ileride kötü bir şeylerin olacağından endişe edeceğini, bunun da aile içi iletişimde bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağının bir göstergesi olduğunu vurgular. (Mefatihu’l –Ğayb, VIII/19-20 )
Bilindiği gibi ahkâm illetler üzerine deveran eder. İllet varsa hüküm vardır, illet yoksa hüküm kalkar. Kur’ân-ı Kerim, ’Serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Evvelâ kendilerine nasihat edin, sonra yattıkları yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse dövün, dinledikleri halde incitmeye bahane aramayın’ buyuruyor. Burada illet, kadının serkeşlik etmesi, yani -Elmalılı’nın ifadesiyle-, ’Kafa tutup, isyankâr bir vaziyet alması’dır. Bu illet mevcut olduğu zaman gayet doğaldır ki hüküm de mevcut olacaktır.
Hüküm ayet-i kerimeden de çok net anlaşılabileceği gibi önce nasihat, sonra yatakta yalnız bırakma ve en son olarak da dövme şeklinde beyan buyrulmuştur. Bugün bu duruma şu ya da bu şekilde karşı çıkanlar dövmenin neticesinde olabilecek sıkıntıları temel nirengi kabul edip, bir adım sonrası boşanmanın ortaya koyabileceği sıkıntıları es geçmektedirler maalesef.
Yani daha açık ifadeyle dövme ailenin yıkılmasına ve toplumun temel taşının sarsılmasına sebep olacak boşanmadan daha az zararlıdır. Küçük zararlar daha büyük zararlarla karşılaşıldığında en hafif olanı tercih etmek yerinde ve akıllıca bir davranış olur.
Bu durumda zarar vermemek ve nefsi müdafaa kaydıyla hafifçe vurmak zannedildiği gibi kadına hakaret olmayıp, sonuçları daha ağır olacağı bilinen boşanmaktan kurtulmasına vesile olacağı ümidiyle görüntüde olmasa bile hakikatte nasihatten anlamayan ve âyette emredilen diğer çarelerin fayda vermediği ’geçimsiz kadınlar’ için faydalı olacağı umulur.
Kadın da kocasını dövebilir mi?
Bütün bu söylenenlerde özne hep kadındır gördüğünüz gibi. Durumun bunun tam tersi olduğunda yani aile içinde serkeşlik eden erkek olduğunda nasıl bir tavır alınmalı? Bu noktada murad-ı ilahi nasıl? denilecek olursa şunları söyleyebiliriz:
Hangi sebeplerin tazyiki ve hangi ruh hali ile vukua geldiğine bakmaksızın kocanın eşine bir tokat atması durumunda, hanımefendinin de ona bir (hatta iki) tokat atmasını önermek çözüm müdür derseniz buna evet diyebilmek maalesef mümkün değildir. Böyle olsaydı Kur’an, karısının nüşuzundan endişe eden erkeğe eşini dövme izni verdiği gibi, eşinin nüşuzundan endişe eden kadına da, kocasını dövme hakkı vermez miydi? Oysa bu ikinci durumda Kur’an kadınlara, kocalarına iki tokat atmayı değil, sulh yoluna gitmeyi tavsiye ediyor. (Nisâ, 4/28)
Peki, bu hüküm Efendimiz (s.a.s) tarafından uygulanmış mıdır?
Nisa suresi 34. âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak Efendimiz (s.a.s.) ile Hz Aişe annemiz arasında ya da Efendimizin hanımları arasında cereyan eden hadiseler gösterilmekte ise de yukarıda nüzul sebebi olarak verdiğimiz hadisenin asıl sebep olduğu tevatür derecesine ulaşmış bir haberdir. Peki, bu, bu denli bilinen ve kabul gören bir olay, o halde neden farklı bir rivayeti sebeb-i nüzul olarak zikrediyorlar? dersek işte onun cevabı: Bu noktada Kur’ân’ın bu emrini uygulamaktan imtina edenlerin gündem yaptıkları bir husus ’Nisa suresi 34. âyet-i kerimede ifade edilen durum, Efendimiz (s.a.s) tarafından uygulanmış mıdır? Yani Efendimiz hanımlarına karşı ’dövebilirsiniz’ emr-i ilahisini icra etmiş midir?’
Bu sorunun cevabı yukarıda ifade ettiğimiz ’illet’ unsurunda gizli. Efendimiz (s.a.s)’in, eşlerini dövmediği, hatta bırakın dövmeyi eşlerine ’bir fiske’ dahi vurmadığı doğrudur; ama bir başka doğru daha var: Efendimiz (s.a.s)’in eşlerine fiske vurmasını meşru kılan illetin mevcudiyetinden söz etmek mümkün değil. Bir başka ifadeyle söylersek, Ümmehat-ı Mü’minîn’den herhangi birisi serkeşlik etmiş midir ki Efendimiz (s.a.s)’in onlara fiske vurmamış olmasını -yukarıdaki âyetin hükmünü boşlukta bırakırcasına- delil olarak kullanıyoruz?
Bizim Kur’an ve Sünnet’e yaklaşımımız, onları, elimizden tutup bizi sahil-i selamete çıkaran birer ’delil/rehber’ kabul etmek şeklindedir. Bu son derece önemli bir husustur. Kur’an ve Sünnete ittibayı her ne pahasına olursa olsun hayata tatbik etmek lazım. Hayatımıza meşruiyet kazandırabilme adına evirip çevirme yapmadan.
Ayette zikredilen müdahale yöntemleri
Bir; ’Onlara evvela öğüt verin’ fehvasınca nasihatte bulunmaktır. Burada öğüt vermeyi vaizlerin ya da büyüklerin yaptığı tarzda nasihat etmek şeklinde anlamak meseleyi daraltmak anlamını taşır. ’Öğüt verin’ en geniş anlamıyla gerek karı-koca gerek aile bireyleri arasındaki münasebetlerin ele alındığı eğitimdir. Yoksa sadece kocanın karısını karşısına alıp amirane ve hakimane eda ile yaptığı nasihatler değildir. Elbette bunların da yeri vardır; ama özellikle karı-koca ilişkilerinin sorunlu olduğu dönemde bu türden yapılacak nasihatlerin ne kadar faydalı olacağı tahmin edilebilir. Onun için bu öğüt emrini her devre ve o devrin şartlarına göre değişik mahiyet kazanacak aile eğitimi şeklinde anlamak Kur’an’ın evrensel ruhuna daha uygundur. Nüşuz dediğimiz durum ortaya çıkınca değil sadece belirtilerinin sezilmesiyle hatta daha da evvelinden hiç bu duruma düşmeme adına her zaman ve zeminde öğüt vermek, nasihatleşmek, yol gösterici, yapıcı tenkit ve telkinlerde bulunmak.
İki; eğitimin kar etmediği, fayda sağlamadığı yerlerde ’vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın’a sıra gelir. Yalnız hemen ifade edelim, bu ikinci adım birinci adımın fayda sağlamaması durumunda geçerlidir. Yatakta yalnız bırakma, kadının eşine karşı bir koz gibi kullandığı/kullanma ihtimali bulunan cinselliğine prim vermeme demektir. Böylesi bir pozisyonda cinsel isteklerine kement vurup iradesinin hakkını veren erkekler, eşlerinin en büyük silahını ellerinden almış olurlar. Böylece nefislerine rağmen fedakârlık yaparak katlandıkları cinselliğe prim vermemeleri ile ailelerini kazanmış olurlar. Çünkü bu tedbir sonucu birçok kadının geçimsizliğe sebep olan düşünce ve hareketlerden vazgeçtiği vaki ve varittir.
Fakat burada önemli bir detayın altının çizilmesi gerekir; kadınları yatakta yalnız bırakma yatak değiştirip başka bir odada ve evde yatmak değildir. Bir anlamda boykot denilebilecek bu tedbir yatak odasının dışına çıkmamalı, hele çocukların bu boykota muttali olmamaları gerekmektedir. Aksi halde bu uygulama maksadın aksine hizmet eder, kadının onur ve gurunu rencide edip problemin büyümesine neden olabilir.
Üç; ’bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.’ Hayati tehlike arz etmeyecek yerlerine, şişme, morarma, kızarma gibi belirgin göstergelerin vukua gel(e)meyeceği yerlere hafifçe vurun. Yoksa hastanelik edecek, sakat bırakacak, komaya sokacak hatta ölümüne sebep olacak tarzda darp asla İslam’ın tasvip ettiği ve müdahale şekli olarak sunduğu yöntem değildir.
Ailede anne ve baba...
Aile kurumunu oluşturan bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak, eş ve çocukların kimseye muhtaç olmadan geçinmelerini temin etmek babanın vazifesidir. Annenin bu noktada herhangi bir mükellefiyeti yoktur. Buradan hareketle şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki; Kur’an ve Sünnet, ailenin geçiminde anne ve babaya müşterek/eşit sorumluluk yüklememiştir.
Bu fotoğrafın yüzeysel okunması bize şu sonucu verir: Baba çalışacak, kazanacak; ailenin diğer bireyleri babanın eline bakacak, ona muhtaç olacak. Böyle olunca, yani parayı baba verince, tabii ki aile ’ataerkil’ bir karaktere bürünecek; ailede son sözü söyleme ve karar verme yetkisi babaya inhisar edecektir. Zira ailenin bütün yükü babanın omuzlarındadır.
Bu okuma, bize, böyle bir aile yapısında aynı zamanda potansiyel olarak birtakım problemlerin bulunduğunu/bulanacağını da ima eder. Tek sesli, baskıcı, otoriter bir sistem! Tabii ki böyle bir yapıda aile bireylerinin, özellikle de kadının ’özgürlüğünden’ bahsetmek mümkün olmayacaktır. Sonra, gelsin koca dayağı, aile içi şiddet ve çatışmalar…
O halde Kur’an ve Sünnet’in böyle bir yapıya vücut vermiş olmasındaki hikmet nedir? Erkek için tevdi edilen ’kavvam’ olma nasıldır, ne manaya gelir?
O hikmet, ailede her bireyin yerine getirmesi gereken ayrı bir görevinin bulunmasıdır. Bu, aynı zamanda aile bireylerinin fıtratlarına uygun rolleri üstlenmelerini ifade eder. Baba evin maddî geçimini temin edecek; ayrıca başka toplumsal roller üstlenecek. Anne ise ’ev içi’ sistemin idarecisi olacak ki bu işlerin başında, gelecek nesillerin inşası gelir. Yani bilinen tarifle çocuk yetiştirmek.
’Çocuk yetiştirmek’ deyip geçemezsiniz. Çocuk bir toplumun geleceğidir çünkü. Aile içi ilişkiler sağlıklı yürümezse, özellikle de çocuklar, annelerinden almaları gereken şeyleri alamadan yetişirse bir yanı eksik olarak yetişecektir. Bunun arızalı toplum anlamına geleceğini ayrıca belirtmeye gerek yok sanırım.
Hakikatin setredilmesi...
Birey ve toplum hayatı bakımından aile kurumunun ve aile kurumunda kadının bu merkezî yerini ıskalayan bakış açısı kendisini iki şekilde dışa vuracak:
Ya ’kadının özgürlüğü’ söylemi üzerinden yürüyecek ve aileyi bu suretle parçalayacak. Kadının aile kurumunun yükünü erkekle birlikte paylaşması gerektiğini, dolayısıyla icap ederse erkek gibi çalışıp kazanmasının normal olduğunu, hakların da sorumlulukların da eşit olduğunu söyleyecek.
Yahut da -daha ’muhafazakâr’ bir bakışla- şöyle diyecek: Kadın, eşinin maddî yükünü paylaşmak zorunda değildir. Ama ailenin maddî yönden rahatlaması için kadın çalışmak suretiyle eşinin yükünü paylaşırsa iki sevap alır: Birincisi çalışıp kazanmanın, ikincisi de -mecbur olmadığı halde- kocasına yardımcı olmanın, bir anlamda kocasına tasaddukta bulunmanın sevabı.
Bu arada Kur’an ve Sünnet’in öngördüğü birey ve toplumun inşası için ikamesiz bir yeri bulunan ’aile’ kurumuna neler olacak; ’kadının bireyselleşmesi/özgürleşmesi’ gibi -aslında tamamen aldatıcı ve kurgusal olan- bir söylem üzerinden İslamî yapının yaslandığı en önemli temellerden birinin berhava olması durumunda ortaya ne türlü sonuçlar çıkacak? Ez cümle böyle olduğunda sonuç ne olacak?
Bu yaklaşım meselenin bu yönüyle pek alakadar değildir. O, fotoğrafın sadece bir karesine odaklanmıştır; tamamını görme yeteneği yoktur. Tamamını görme yeteneğinin olmamasından ötürüdür ki, gelinen nokta aslında arzu edilen nokta değildir.
Âyet-i kerime ile Hadis-i şerifler tezat mı teşkil ediyor?
Burada gözlerden kaçırılmaması gereken bir diğer mevzu da şudur. Efendimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde kadınlara iyi davranılması gerektiğini, onları dövmenin iyi insan olanların işi olmayacağını ifade etmeleri, hadislerin ayeti nesh ettiği manasına asla gelmez. Burada Efendimiz (s.a.s.), hadisleri ve örnek hayatlarıyla toplumda eşlerin karşılıklı olarak iyi erdemli olmalarını ve erkeklerin eşlerine iyi davranışlar sergilemeleri ve aynı zamanda da kadınların eşlerini kötü muamelelere maruz bırakacak ayetin ifadesiyle ’nüşûz’ denilen olguya dâhil olabilecek durumlara düşmemelerini sağlamaya yöneliktir.
Yani ideal olan Efendimiz (s.a.s.)’in hayatlarında yaptıkları ve eşlerine gösterdikleri iyi muameledir. Âyet-i kerime ise böyle bir durumun muhalifi cereyan ettiğinde müslümanların sorunun çözümü hususunda takip etmeleri gereken yolu göstermektedir.
Sonuç;
Sonuç olarak İslam’ın ’ideal’ olarak sunduğu öğreti her alanda olduğu gibi aile içi iletişim ve eşler arası ilişkilerde de itidal ve adalet eksenlidir. Eşler kendilerine biçilen rolü ve tevdi edilen görevleri yerine getirecekler, ailede reis olarak ’kavvam’ vasfına binaen erkek hüküm sahibi olacak ve kadın dinen meşru sayılan hususlarda ona itaat edecek. Ayrıca kadın ailede iç işlerini idare eden, çocuk yetiştirmek gibi ulvi ve erdemli bir görevi eşiyle de irtibatlı bir şekilde yerine getiren konunda olacaktır.
Bütün bu ’ideal’ olanın aksine, Nisa suresi 34. âyet-i kerimede de ifade edildiği gibi ’serkeşlik’ unsuru sayılabilecek bir durum vuku bulduğunda ’nasihat etme’, ’yatakta yalnız bırakma’ çarelerine başvuran erkek ’değişme’ ve ’iyileşme’ olmadığında, üçüncü bir yol olarak ’dövme’ yoluna süluk edebilecektir. Ama burada es geçilemeyecek husus ayette ifade edilen ’illet’in meydana gelmiş olmasıdır. Değilse zulüm olur, haksızlık olur...
Burada şu hakikatte mevzunun net anlaşılabilmesi adına son derece önemlidir. Ayette serkeşlik ettiklerinde uygulanabilecek usuller sıralanırken en son olarak ’dövme’ yöntemi ifade ediliyor. Taraflı tarafsız herkes şiddet olarak kabul etsin etmesin mevzua bu ’dövme’ noktasından hareketle bakıyor. Gelinen nokta şunu çok net ortaya koymaktadır ki; dövme fiilinden bir önceki aşama olarak ayette sunulan ’yatakta yalnız bırakma’ eylemi de aslında -genel tarif dikkate alındığında- şiddet sayılmalı. Yani tartışmalar ’dövme’ eyleminde değil belki de bir önceki ’yatakta yalnız bırakma’ eylemine indirilmeli. Ya da vahyin sunduğu öğreti, selim bir kalp ve teslim olmuş bir akıl ile okunmalı. Değilse bu konu daha çok su götürür.
Bütün bu söylenenlerden sonra kadına yönelik aile içi şiddet sayılabilecek hususiyetler tekrar gözden geçirilmeli ve batı penceresi değil her konuda olduğu gibi bu konuda da vahiy penceresi kullanılmalıdır.
Kur’ân’ın ya da Sünnet’in çözüm olarak sunduğu bir usulü dillendirmekten imtina etmek, ya da modernitenin istilasına uğramış rasyonalist düşünce ile vahye muhalif tevil ve tenkitlere kalkmak hakikati aramak olmasa gerek.
KAYNAKLAR
1-) Prof. Dr. Fidan Korkut-Owen, Prof. Dr. Dean W. Owen ’Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet’ T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları 2008
2-) A.Akın, N. Paksoy ’Kadına Yönelik Şiddete Sağlık Boyutundan Bakmak’ Kadın Araştırmaları Dergisi, Aile İçi Şiddet özel Sayısı 2007
3-) Z. Baltaş ’Bir Sağlık Sorunu Olarak Şiddet’ IX Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmalar Kitabı İstanbul Pastel Matbaası 1996 sayfa 213-220
4-) Dr. Ebubekir Sifil ’Koca Dayağı I. II. III.’ 1 Kasım 2008, 3 Kasım 2008, 8 Kasım 2008 tarihlerine ait Milli Gazete Köşe Yazıları
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=819
5-) Ahmet Kurucan ’Aile İçi Şiddet ve Kova Dayağı I, II
http://www.herkul.org/yazarlar/index.php?view=article&article_id=2855
6-) Mesut Bayar ’İslam Aile Hukukunda Karı-Koca Arsında Meydana Gelen Anlaşmazlıklara Önerilen Çözümler’ Basılmamış Doktora Tezi
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
Özlenen Rehber Dergisi 107. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.