Özlenen Rehber Dergisi

108.Sayı

Çocuğa Yönelik Aile İçi Şiddet

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 108. Sayı
Şiddet, bir insanın bir başka insana, isteği dışında fiziksel, sözel ya da cinsel olarak tahrip edici güç uygulamasıdır. Şiddet, yetişkinlerin ruh sağlığını ciddi biçimde tahrip ederken, çocuk açısından bakıldığında ise baş edilebilmesi çok daha zor bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü dünya onlar için yeterince büyük ve zor ve onlar adına hayata adaptasyon yeterince zor iken, şiddet onların yaşama uyumlarını daha da güçleştirir.
Şiddetin toplumda korkuya, insanlar arası güvensizliğe, içine kapanmaya ve bireyler adına sosyal hayattan uzaklaşmaya neden olduğu belirgin haslettir. Yetişkin olsun çocuk olsun şiddet herkesin hayatında normal dışı olguların belirmesine, istenmeyen durumların ortaya çıkmasına sebep olur.
Çocuğa yönelik şiddet: Fiziksel şiddet:

Yaşadığımız çağda şiddet olgusu fiziksel manada değerlendirilmektedir. Bu genel manada doğru olmakla birlikte salt şiddet tanımı ile direkt olarak bağdaştırmada eksik kaldığını düşündüğümüz noktadır. Bu böyle olmakla birlikte çocuğa yönelik şiddette en çok karşılaştığımız, zararı en fazla olan ve mücadele hususunda yetkililerin üzerinde en fazla durdukları tür fiziksel şiddettir. Vurma, yaralama, kırma, darb etme, kesme, yakma, koparma gibi türevlerle çocuk bedeninde zarar açma olarak tarif edebileceğimiz fiziksel şiddet bazen çocuktan kaynaklanan (anne babanın isteğini yerine getirmeme, anne babayı öfkelendirecek davranışlar sergileme gibi) bazen de anne babadan kaynaklanan (öfkelenme, alkol, kumar, uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıkların etkisi, maddi sıkıntılar, üvey olma gibi) nedenlerden ötürü sergilenmektedir.
Şiddete tanıklık etme:

Şiddetin, en az şiddete maruz kalmak kadar tahrip edici bir diğer çeşidi de özellikle çocuklar için şiddete tanıklık etmektir. Evde -baba ya da anne tarafından- sürekli fiziksel şiddetin uyguladığına tanıklık eden çocukların hem kısa, hem de uzun vadede, ruhsal ve de sosyal sorunları oluşmaktadır.
Anne baba örneği:

Yine fiziksel şiddete tanıklık etmek kadar çocuğu örseleyici bir başka şiddet biçimi de, annenin babayı, babanın anneyi sözel olarak aşağılaması, incitici sözlerle taciz etmesidir. Bu duruma tanıklık eden çocuklarda da kaygılar, korkular gelişmekte, bazen ezilen, aşağılanan taraf model alınmakta, bazen de ezen, aşağılayan taraf model alınmakta, çocuklarda giderek, erkek ise kız kardeşlerine, kız ise de erkek kardeşlerine sevgisizce yaklaşmakta, anne babalarının birbirlerine yaptıklarına benzer şekilde davranmaya başlamaktadır.
Anne babanın sürekli çatışmasına tanık olan çocuklar da bir tür şiddete maruz kalmaktadır. Onlar için, kocaman dünyada kendilerini güvende hissetmelerini sağlayacak iki insanın birbirlerini üzmeleri ve mutsuz görünmeleri, onların kendilerini güvensiz ve dayanaksız hissetmelerine yol açacaktır. Bu ailelerin çocuklarında, ileriki yaşamlarında depresyon görülme olasılığı oldukça yüksektir.
Cinsel şiddet:
Çocukların uğradıkları bir başka şiddet de, aile içi veya aile dışı cinsel şiddettir. Her iki şiddet türü de çocukların ruhsal, sosyal ve zihinsel gelişimini çok olumsuz etkiler. Çocuklar, hem bu şiddete maruz kaldıkları anda hem de uzun vadede çeşitli sorunlar yaşarlar. Bu sorunlar, sosyal ve yakın ilişkilerde güvensizlikler, cinsel ve duygusal ilişkilerde güçlükler, saldırganlık olabilir. Çocukları, cinsel şiddetten korumak için, öncelikle anne babaların bu konuda gerekli bilgileri çocuklarına zamanında vermeleri gerekmektedir.
Bir Hadis ve ’Çocuk ve Terbiye’ Bağlamı:
Hadis-i Şerif ve Hadise bakış:
Çocuklarınızı yedi yaşında namaza alıştırın. On yaşına geldiklerinde (kılmıyorlarsa) onları dövün. (Tirmizî, Salât 183; Ebu Davud Salât 26)
Makaledeki asıl maksadımız hadis tetkiki olmamakla birlikte hadis-i şerif’in sahihliği konusunda zihni karmaşanın önlenmesi adına şu bilgilerin verilmesinde fayda var.
Hadis-i şerifin günümüzde zayıf hatta uydurma olduğunu söyleyenler vardır. Tirmizî hadisin Hasen-Sahih olduğunu belirtir, Nevevî, Hulasatu’l-Ahkam’da Ebu Davud hadisinin de hasen olduğunu ifade eder. (Hasen hadis nedir: Adalet ve zabt özelliklerini taşıyan râvîlerin, muttasıl isnadla birbirlerinden rivâyet ettikleri, şaz ve illetli olmayan ancak; râvîleri sahih hadisteki râvîlerin zabtından daha aşağı derecede olan hadise ’hasen hadis’ denir. Hasen hadis, sahih hadis ile zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadise daha yakın olan bir hadis çeşididir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan Hadis Usulü İFAV yayınları İstanbul)
Bir terbiye metodu olarak Cezalandırma;
Her şeyden evvel Hadis-i şerifteki ’dövün’ bir usul ve metod olarak uygulanabilecek yöntemlerdendir. İşe yarayacaksa, maksadın hasıl olması noktasında faydalı olacaksa, usulüne uygun tarz ve şekilde uygulanabilecek yöntemdir, cevaz olarak verilmiştir.
Kabul edilsin ya da edilmesin cezalandırma (dövmede dahil olmak üzere) eğitimde bir metoddur. Bugün dayağın eğitimde uygulanan bir yöntem olmaması, yetkililerce hoş görülmemesi bu gerçeğin varlığını inkar etmemizi gerekli kılmaz. Ayrıca bugün bir yöntem olarak dayağın olmamasının ne denli iyi ya da kötü olduğu da tartışılması gereken bir durumdur. Bugün dayağın tasvip edilmemesi eğer onun zararlı olduğunu düşünmemizi gerektirirse o halde denilebilir ki ileride tam tersi bir durum söz konusu olduğunda yani dayağı tasvip eden bir eğitim sisteminin varlığı gibi bir durumda mevcut algı tam tersine dönebilir. Zira ortada insan denen bir olgu var. Bunun yanında çağın geldiği her nokta İslam tarafından kabul edilecek de değildir. Mesela bugün için yasal manada idam cezası kalkmıştır. Buradan hareketli bizler de ’İslam’da kısas yoktur’ demeyeceğiz herhalde.
Sünnette cezalandırma,

Şu bir gerçektir ki, Herkes sevgi izharı ile her çocuğa karşı başarılı olamaz. Bu noktadan hareketle ve ailede otoritenin ve eğitimde de disiplinin olması için ebeveyn ve eğitimcilerin çocuk karşısında bazı yetkilerinin olması gayet doğaldır. Sünnet bu noktada çocuğun şahsiyetini ezmeme şartı ile bazı durumlarda (yukarıda ki hadiste olduğu gibi) dayağa bazı durumlarda da dayakla korkutmaya cevaz vermiştir.
İşte birkaç örnek;
Efendimiz (s.a.s.) in şahsen kimseye vurmadığı malum olmakla birlikte dayak ile korkuttuğuna dair rivayet mevcuttur. Mesela Ümmü Seleme (r.anha) Efendimiz (s.a.s.)’in defalarca çağırmalarına rağmen cevap alamadığı, ve sonra da oyun oynarken yakaladığı hizmetçisine, elindeki misvak çubuğunu göstererek; Eğer kısas ayeti nazil olmamış olsaydı (kısastan çekinmeseydim) şu çubukla canını yakardım, dediğini rivayet etmektedir. (İbn Hacer el-Askalanî, el-Metalib’ul-Âliye fi Zevaid’il-Mesanid’is-Semaniye cilt: 2, Sayfa: 387, Hadis no: 2538, Ocak yay. İstanbul 2006)
Yine hadis külliyatında yer alan şu rivayette terbiye noktasında Efendimiz (s.a.s.)’in hafif yollu cezalandırmaya/dayağa cevaz verdiğini göstermektedir. Efendimiz (s.a.s.) huzuruna gelip, ’Ya Rasûlallah! Terbiyemde bir yetim var, ona vurabilir miyim?’ diye soran bir kimseye, Evet, çocuklarını dövdüğün şekilde (daha fazla değil) cevabını vermiştir. (Abdurrezzak b. Hemmâm b. Nâfi’ es-San’anî, el-Musannef cilt: 9 sayfa: 441)
Faklı bir bakış;

Çocuğa yedi yaşında namaz eksenli olarak uyarı ve teşvikler başlıyor. On yaşına gelinceye kadar hiçbir cezalandırma yöntemine başvurulamıyor. Burası gerçekten son derece önemli. Hadis-i şerifi ilk okuyunca birçok insan bir dedin iki dedin olmadı hadi bakalım dayak şeklinde anlıyor ki bu yanlıştır. Dikkat ederseniz yedi yaşından on yaşına kadar üç sene boyunca hiçbir ceza veremiyor, fiili müdahalede bulunamıyorsunuz. Bu olay aslında bir anlamda toplumda devamlı surette çocuklarını dövme eğiliminde olan ebeveynleri engellemiş oluyor. Onlara ’sen on yaşına gelene kadar bu çocuğa dokunamazsın, dayak atamazsın’ diyor bir manada. Hadis-i şerif ebeveynlere sabrı tavsiye ediyor ve eğitimde sabırlı olmanın gerekliliğini bariz bir şekilde vurguluyor. Durum böyle olduğu halde vakıa böyle ol(a)mayabilir. Yani bazı ebeveynler sabırla beklemeye tahammül gösteremeyip, bu zaman zarfında çocuğa tasvip edilmeyen tarz ve usulde şiddet uygulayabilir. O halde suç hadis-i şerifin değil ebeveynlerin olur.
Mümin ebeveynler çocukları dövme heveslisi değillerdir, olmamalılardır. Şu kesinkes bilinmelidir ki, anne babalar önce kendileri çocuklarına örnek olmalı, sadece ’ben dedim, olmadı, o halde dövebilirim’ mantığıyla olaya yaklaşmamalılardır. Namaz gibi ulvi bir hadisenin ruhlarda ve yüreklerde makes bulması adına mutlaka gerekli alt yapı hazırlanmalı ve bu manada ebeveynler ellerinden gelenleri yapmalılardır. Sadece sözlü olarak uyarılar yerine çoğu zaman bizzat örnek olma, idol kabul edilme, model insan hüviyetine sahip bireyler olma yoluna süluk edilmelidir.
Çocuk ister kız olsun ister erkek olsun alıştırmak için küçük yaştaki çocuklara namaz emredilir. Yedi yaşında emredildiği halde namaz kılmazlarsa üç vuruşu geçmemek şartı ile sopa ile değil de el ile hafifçe dövülür (Ebu Muhammed Muvaffakuddin Abdullah b. Ahmed İbn Kudame el-Muğni II. 48 Kahire t.y.). Bu şekilde davranma sebebi çocuğun dini görevlerinde ihmalkârlık yapan bir kimse gibi yetişmesini engellemek içindir. Ayrıca burada adı geçen dövmek çocuğa işkence etmek değildir. Bundan maksat çocuğu terbiye etmek ve ibadetin önemini ona öğretmektir. (Ahmet Şerbani, Sorulu Cevaplı İslam Fıkhı, çev. Mustafa Özcan, Ahmet İyibildiren, Bekir Ağlamaz, cilt:1, sayfa: 102-133, Özgü yay. İstanbul 1998)
Namaz kılmayan çocuğun dövülebileceğine kail olan âlimler, bu eyleme geçebilmek için öncesindeki bütün yol ve yöntemlerin denenmiş ve netice alınmamış olması gerektiğinde ısrar ediyorlar. Yoksa çocuğu, ibadetin gerekliliği konusunda yeterince eğitip öğretmeden ilk iş olarak dayak cezasına başvurmayı hiçbir İslam âlimi öngörmemiştir.
Önemli bir ayrıntı;
Peygamberimiz (s.a.s) namaz öğretimi için üç yıl gibi bir zamanı ön görmektedir. (Yedi yaşında emredin on yaşında (kılmazsa) hafifçe dövün) Bu zaman dilimi de çocuğun abdesti, sure ve duaları, namazın kılınışını, namazı bozan durumları ve namazla ilgili diğer hükümleri öğrenebilmesi için oldukça makul bir süredir. Öğretim sürecince Efendimiz (s.a.s.), cezadan söz etmemektedir. 3 yıl boyunca cezaya başvurmadan, takdir ve teşvik edilerek öğretildiği halde, 10 yaşında hâlâ çocuk namaz kılmayı alışkanlık haline dönüştürmemişse cezalandırmayı tavsiye ediyor ki, bu da çocuğun dünyada ve ahirette namaz kılmamaktan dolayı uğrayacağı zarar göz önünde tutulduğunda, onun için azap değil rahmettir. Ayrıca çocuk gelişimi uzmanlarınca ortaya konmuştur ki, 10 yaş, çocuk için altın yaş kabul edilir ve o zamana kadar çocuğun anne, babasına ve çevresine karşı en uyumlu olmaya çalıştığı, en sorunsuz çağıdır. Bu yaş diliminde bile uyumsuzluk problemi gösteren bir çocuk için cezalandırmaya başvurmak, başka yöntem kalmadığı için kaçınılmaz olacaktır.
Hadis-i şerifte: ’Yedi yaşında çocuğunuza namazı öğretin, emredin’ ifadesi, yedi yaşına geldiğinde namazı tam ve doğru olarak kılmayı öğretin anlamındadır. Yoksa yedi yaşına kadar namazla ilgili hiç bir şeyi öğretmeyin, o yaşa gelince öğretmeye başlayın, anlamında değildir. O zamana kadar da ebeveyn camide ya da evde namaz kılarken çocuğunun da yanında bulunmasına izin vermeli, bilinçsizce ya da oyun amaçlı da olsa kendisini taklit ettiğinde, bu hareketini takdir ettiğini bir şekilde belli etmelidir. (Recep Faruk Karabal, Çocuk ve İbadet, Özlenen Rehber Dergisi 30. Sayı Eylül 2005)
Meseleye nereden bakmalı?
Eğitim bilimleri ve psikoloji gibi birçok bilim, batı menşeli olduğundan dolayı bu bilimlerden kaynaklanan bazı anlayışlar bizim anlayışımızla örtüşmezler. Ebu Davud ve Tirmizî’de geçen bu hadiste tavsiye edilen yöntem, onların bilimsel saydıkları yöntemlerle bağdaşmaz. Modern bilimlerin yöntemleri ile bu hadis görüntü itibariyle tezat teşkil eder. Fakat böyle bir durum var diye hadis-i şerifi feda edemeyiz.
Modern paradigmadan etkilenen bazı ilahiyatçılar işin kolayını bulmuş ve bu hadis-i şerifi inkar etme yoluna gitmişlerdir. Birçok din eğitimcisi ve uzman da ya bu hadisi inkar etmiş ya da şaşırtıcı tevillere girişmişlerdir.
Burada meseleyi daha net kavrayabilme adına şu hakikatlerin dillendirilmesi elzemdir. Üzülerek ifade etmeliyiz ki günümüzde hadis-i şeriflere İslam’ın ’teslimiyet’ duygusuyla yaklaşmıyor, sekülerizmden ve diğer aklı tabulaştıran dünyevi sapıklıklardan etkileniyoruz. Batılılardan etkilenmiş bir insan kafasıyla İslamiyet’i yorumladığımız zaman da hadisleri reddetmek gibi ciddi sorunlarla karşılaşabiliyoruz maalesef.
Modern anlayışlardan yüzümüzü çevirdikten sonra bu meselede şu hakikatleri söyleyebiliriz: İslam’a göre bir çocuğa yedi yaşına kadar namaz öğretilir, on yaşına geldiğinde hala kılmıyorsa önce uyarılır, ikaz edilir, bu da fayda vermiyorsa anne ve babası tarafından hafifçe dövülür. Burada ’dövme’ derken öldüresiye, Çin işkencesi yapmaktan bahsetmiyoruz. Anne ve babası tarafından dövülmesi söz konusudur ki bu da başkasının dövmesine benzemez. Yani ölçülü ve şefkatli bir dövmedir. İnsanın kendi çocuğuna gerektiği zaman bir iki tokat atmasını büyütmemek gerekir. Hele hele bu husus dini sorumlulukların öğretilmesi, terbiye etme gibi ulvi maksatlara dönük ise.
Burada şu hakikatte gözlerden ırak tutulmamalıdır ki; Öyle bir iki tane vurmayla çocuk nefret canavarına veya kurt adama dönüşmez. Hiçbir çocuk annesi iki tane vurdu diye annesine düşman olmaz.
Anlaşılamayan yadırgama:
İslam’ın bu konudaki öğüdünü yadırgayanları anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Bir anne, çocuğu okula gitmediği zaman veya okula geç kaldığı zaman ona kızıyor, birkaç gün gitmemekte ısrar ederse onu dövüyor, bunu herkes normal görüyor. Hatta eğitim amaçlı olduğundan destekleyebiliyor. Ama iş dini öğretilerin, ritüellerin kazanımı noktasına geldiğinde nedendir bilemiyoruz iş ’şiddet’, ’çocuk istismarı’, gibi trajik hüviyete bürünüyor.
İşte bunun için diyoruz ki; İslamî açıdan problemli olan anlayış hadisteki değil, buradaki anlayıştır. Problemli olan anlayış; Okula geç kalırsa ona öğretmen kızacak diye korkup namaza geç kalırsa bu Allah’ın hoşuna gitmez diye düşünmeyen anlayıştır. Oysa ayet-i kerimede buyuruyor ki. ’Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri, haşin, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.’ (Tahrim, 66/6) Bu ayet indikten sonra Efendimiz (s.a.s.) altı ay boyunca, sabahları kızı Hz. Fatma (r.anhâ)’nın evine giderek onu sabah namazına kaldırmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in ’Ve’mur ehleke bissalati’ diye başlayan şu ayeti de Efendimiz’in bu uygulamasıyla örtüşmektedir: ’Ailene namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana rızk vermekteyiz. Sonuç da takvanındır.’ (Taha 20/132)
Neden 7 yaş?

Günah ya da sevap mefhumları akıl baliğ yaşına girdikten sonra yazılıyorsa ve mükallefiyet de hakeza bu evreden sonra başlıyorsa niçin çocuklara 7 yaşında namazı öğretmemiz istenmiş/tavsiye edilmiştir?
Bu çok yerinde ve mühim bir sorudur. Hadis-i şerif’i anlama hatta Efendimiz’in (s.a.s.) bir mucizesine tanık olma adına bu noktanın iyi bilinmesi gerekir. Şöyle ki; Yedi yaş çocuğun mümeyyiz olduğu, eğitim biliminin diliyle somut işlemler dönemine girdiği, dolayısıyla sistemli öğrenmelerin yapılabilmeye başladığı çağdır. Yedi yaş çocuksal olarak duyguların oturduğu, dikkatin toplanabildiği, merakın öğrenme dürtüsüyle birlikte zihinde yer bulduğu, söylenilenlerin rahatça kavranabileceği ve model olarak seçilen kişilerin hareketlerinin büyük oranda taklit edilebildiği önemli bir evredir. O yüzden dünyanın hiçbir yerinde çocuklar 6-7 yaşlarından önce okula alınmazlar.
Ergenlik çağına ulaşmış bir çocuğa, o yaşa kadar namazla ilgili bir telkinde bulunulmamışsa, namazı öğretme adına bir çaba gösterilmemişse, en deli çağlarına giren çocuğu namaza alıştırmak, bu konuda baskı yapmak hayli güç olacaktır. Çünkü insanoğlunun en zorlu çağı, ergenlik çağıdır.
Sonuç;

Yaşadığımız yüzyılda janjanlı sözlerle ’kadına şiddet’ yoktur, ’çocuğa şiddet’ yoktur yaygarasın yapmak, hatta asıl önemlisi ’yoktur’ diyenlerin hangi maksada ve hangi gayeye hizmet ettiklerini anlamadan kulağa hoş geliyor diye sloganvari sözlere her platformda dillendirmek bilemiyorum ne denli İslami ve insanidir.
Daha öncede söylediğim gibi şiddet olgusunun içini doldurma şekline göre mevzuyu değerlendirmek, seküler algılardan uzak, modernite kıskacından berî yorumlarda bulunmak -bana göre- daha İslami ve daha insani geliyor.
Bütün bunları okuduktan sonra birileri şunu diyeceklerdir eminim; ’Dayağa dini kılıf bulmaya çalışmışsınız, dövmek için İslami çıkış uydurmuşsunuz’ Sizler ne derseniz deyin. Ortada sahih bir hadis-i şerif var iken ve namaz gibi ulvi bir ibadetin öğrenimi sadedinde böyle bir cevaz verilmiş iken, kalkıp, küresel algıların etkisinde kalarak, dinin mübelliği konumundaki Efendimiz (s.a.s.)’in sözünü çağa, çağın gereklerine uymuyor yaftasıyla atamam, at(a)mamalıyız.
Tabi ki bu söylenenler dayağı alışkanlık haline getirmiş, olur olmaz her şeye şiddet ile tepki gösterenlere, kendisi örneklik vasfını üzerinde bulundurmayıp devamlı emir kipi ile konuşup, slogan insanlığı, slogan müslümanlığı yapanlara değil. Zaten onlara söylenilebilecek pek fazla bir şeyde yoktur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.