Özlenen Rehber Dergisi

171.Sayı

İTİKADÎ MEZHEPLER

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 171. Sayı
İslâm tevhid dinidir. Tevhid, Allah’ı zatında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne tapınılan varlık olarak tanımak demektir. Bu anlayış ırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün Müslümanları birlik ve beraberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde Müslümanların birlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. ’Hepiniz Allah’ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parça¬lanıp ayrılmayın’ (Ali İmran 3/103),’Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin. Birbi¬rinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız’(Enfal 8/46)

Fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmaz ise de, bu durum, Müslümanların bölünmesine yol aç¬mama şartı ile sınırlıdır. Kuran-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: ’Siz kendilerine apaçık ayetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın’(Ali İmran, 3/105)Ayete göre sosyal anlamdaki parçalan¬manın yanı sıra, hakkında apaçık ayet ve deliller bulunan iman esaslarının, İslâm’ın şartlarının ve farz veya haram oluşu kesin delille sabit olmuş diğer dinî hü¬kümlerin Müslümanlar arasında çekişme konusu yapılması câiz değildir. Ancak yoruma müsait olan hususların anlaşılması çerçevesinde farklı ilmî görüşler or¬taya koymak serbesttir. İşte İslâmî mez¬hepler bu noktada kullandıkları metot ve anlayış farklılıklarından doğmuştur. Nitekim fıkhî konularda farklı sonuçlara ulaşmak genellikle müsamaha ile karşılanmış, rahmet olarak te¬lakki edilmiş ve hatta Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiştir (EbuDavud, Akdıye, 11; Müsned, V, 230, 236)

Hz. Peygamber bir hadislerinde Yahudilerin yetmiş bir, Hristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılaca¬ğını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna ’Benim ve ashabımın yolunu izleyenler’ (EbuDavud, Sünnet, 1; İbn Mace, Fiten, 17) cevabını vermiş¬tir.
Ehl-i sünnet dinî literatürde, dini anlama ve yaşamada Allah’ın kitabını ve Hz. Muhammed’in sünnetini rehber edinen ve sahabenin yolunu izleyen ümmet çoğunluğu anlamında kullanı¬lan bir terim olmuştur. (Şâtıbî, el-Muvâfaḳāt, II, 258-265.)
Ehl-i sünnet, Allah’ın zatı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamber¬lik, mucize ve keramet, şefaat, haşir ve ahiret gibi İslâm akaidinin temel konularında fikir birliği içinde olmuşlardır. Bununla beraber, bu konuların detaylarında, izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendi arasında, Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye olmak üzere üçe ayrılmıştır. Selefiyye’ye ’Ehl-i sünnet-i hâssa’, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye’ye ’Ehl-i sün¬net-i âmme’ denildiği de olur. (İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, 98)Ehl-i sünnet’in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etme¬yen sınırlar içinde kalmıştır. (Gazzâlî, İlcâmü’l-ʿavâm ʿan ʿilmi’l-kelâm (nşr. Muhammed el-Mutasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1406/1985, s. 53-95)

a) Selefiyye
Sözlükte selef ’önceki nesil’, selefiyye de ’bu nesle mensup olanlar’ anlamı taşır. İslâmî literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek ayet ve hadislerdeki ifadelerin zahiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah’ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen), bunları başka bir anlama çekme (tevil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır. Allah’ın zatî, fiilî ve haberi sıfatlarının hepsini tevilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefiyye’ye ’Sıfâtiyye’ de denilmiştir. ’Ehl-i sünnet-i hâssa’ ismi ile kastedilen zümre olan Selefiyye Efendimiz (s.a.s.) ve sahabelerin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur.

İlk dönem Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, ayet ve hadisle yetinmek, manası apaçık olmayan, bu sebeple de başka manalara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah’a havale etmektir. Selefiyye’nin müşabihler konusundaki görüşüne şunlar örnek gösterilebilir: ’Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir’ (Fetih 48/10)ayetini Selefiyye şöyle değerlendirir: ’Yüce Allah ayette elinin(yed) varlığını bildirmektedir. Allah’ın elinin olduğuna inanırız, fakat bu elden kastedilen manayı Allah’a havale ederiz, bunu ancak Allah bilir, der, mahiyeti üzerinde düşünmeyiz. Başka bir manaya yorumlamadığımız gibi, onu yaratıkların eline de benzetmez, Allah’ın kendine has bir sıfatı olarak kabul ederiz. Bu konuda soru sormaktan da kaçınırız’.

İmam Mâlik’e (rah.) ’Allah Teâlâ Kur’an’da Rahman arşa istiva etti (Taha 20/5) buyuruyor. Nasıl istiva etti?’ diye sorulmuş o da şu cevabı vermiştir: ’İstiva bilinen bir şeydir (ayetle sabittir). Nasıllığı akılla kavranamaz. Allah’ın arşa istiva ettiğine inanmak farzdır. Mahiyeti hakkında soru sormak da bidattir’ (İsmail b. Abdurrahman es-Sâbûnî, ʿAḳīdetü’s-selef ve aṣḥâbi’l-ḥadîs̱ (nşr. Nâsır b. Abdurrahman), Riyad 1415)

b) Eşariyye
Akaid konusunda Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eşarî’nin görüşlerini benimseyen Ehl-i sünnet mezhebine verilen isimdir. Mezhebin kurucusu olan İmam Eşarî, hicrî 260 miladi 873 yılında Basra’da doğmuş, kırk yaşına kadar Mutezile mezhebine bağlı kalmış, sonra ’üç kardeş meselesi’ diye bilinen meselenin tartışmasında hocası Ebu Ali el-Cübbâî’ye üstün gelmiş, hocasının görüşlerini doyurucu bulmadığı için Mutezileden ayrılmış ve Eşarîliği kurmuştur. İmam Eşarî 324 (936) yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. İmam Eşarî, Allah Teâlâ’nın ezelî sıfatları bulunduğunu kabul etmiş, inanç konularında akla da değer vererek, ayet ve hadislerin yanında aklî deliller de kullanmıştır. Eşarî’nin inanç metodu kendisinden sonra gelen kelamcılar tarafından da devam ettirilmiştir.

Eşariyye mezhebi Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini kabullenmekle beraber, bazı noktalarda kendine has görüşleri bulunmaktadır. Sünnî Müslümanların % 13’ünü oluşturan Malikilerin hemen hemen tamamı ile % 33’ünü teşkil eden Şafiilerin dörtte üçü, HanefilerleHanbelilerin çok az bir kısmı inançta Eşariyye mezhebini benimsemişlerdir.

c) Matürîdiyye
Akaid konusunda EbuMansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Mâtürîdî’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu Ehl-i sünnet mezhebinin adıdır. İmam Matürîdî hicri 238 miladi 852 yılında Türkistan’da Semerkant şehrinin bir köyü olan Mâtürîd’de doğmuştur. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan İmam Mâtürîdî’nin eserleri incelendiğinde, onun kelâm, mezhepler tarihi, fıkıh usulü ve tefsir alanlarında otorite olduğu görülür. Eserlerinde Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini hem ayet ve hadislerle hem de aklî delillerle savunmuş, özellikle Mutezile ve Şia’nın görüşlerini tenkit etmiştir. Hicri 333 miladi 944 yılında Semerkant’ta vefat etmiştir.

İslam dünyasında hicrî II. asırdan itibaren ortaya çıkan bidatçi mezheplere, özellikle akılcı bir tavır takınan Mutezile’ye, Selef’in metoduyla karşı çıkmak, Ehl-i sünnet inancını savunmada yetersiz kalıyordu. Bu sebeple inanç konularında, ayet ve hadislerin yanında akla da yer verecek, aklî açıklamalar yaparak konunun daha iyi anlaşılmasını ve kabul edilmesini sağlayacak yeni doktrinlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak Ehl-i sünnet kelâmının iki önemli mezhebi Matürîdiyye ve Eşariyye ortaya çıkmıştır.

Matürîdîlik, akaid sahasında ayet ve hadisle birlikte, aklı da dinin anlaşılması için gerekli bir temel kabul etmiş, İmam Matürîdî’den itibaren kelâm metodunu gittikçe geliştirmiştir. Bir kısım araştırmacılar Matürîdîliği Hanefiliğin devamı sayarlar. Onları bu düşünceye iten sebep, İmam Mâtürîdî’nin, İmam EbuHanife’nin akaid konusunda koyduğu prensipleri açıklayıp geliştirmiş olmasıdır. EbuHanife’nin ve Hanefiliğin bu anlamdaki etkisi bir gerçek olmakla beraber, İmam Matürîdî ve öğrencilerinin eserleri incelendiğinde, Matürîdîliği inanç konularında tutarlı ve köklü çözümler getiren, meselelere çok iyi nüfuz ederek önemli bir sistem kuran müstakil bir kelâm mezhebi olduğu açıkça görülür.

Eşarîler ile aynı görüşte olmakla beraber, şu görüşleriyle onlardan ayrılırlar:

1. Dinî tebliğ olmasa da kişi akılla Allah’ı bulabilir.
2. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bilinebilir. Allah Teâlâ bir şeyi güzel ve iyi olduğu için emretmiş, kötü ve çirkin olduğu için yasaklamıştır.
3. Kulda başlı başına bir cüz’î irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili yaratır.
4. Yüce Allah’ın diğer sıfatları gibi tekvîn sıfatı da ezelîdir.
5. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yüklemez.
6. Allah’ın fiillerinin muhakkak bir sebep ve hikmeti vardır. Fakat kul her zaman bu sebep ve hikmetleri bilemeyebilir.
7. Peygamberlerde aranan niteliklerden biri de erkek olmaktır. Bu sebeple kadın peygamber gönderilmemiştir.
8. Allah’ın nefsî kelâmı işitilemez. İşitilen nefsî kelâmın varlığını gösteren lafzî kelâm yani Kur’an’ın harf ve sesleridir.

Bugün dünyadaki Sünnî Müslümanların en azından yarısını oluşturan Hanefilerin büyük bir çoğunluğu inançta Matürîdî mezhebine bağlıdırlar. Genellikle Türkler fıkıhta Hanefî, inançta Mâtürîdî’dirler.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.