Özlenen Rehber Dergisi

112.Sayı

21. Yüzyılın Hastalığı - Aşırı Tüketim Çılgınlığı

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 112. Sayı
Günümüzde hızla gelişen ve değişen kitle iletişim araçlarının da etkisiyle tüketim özendirilmekte, yapay ihtiyaçlar oluşturularak harcama dengesi bozulmakta ve gösterişe dayalı tüketim harcamaları dünyada bir hayat tarzı haline gelmektedir. Öyle ki tükettikçe değer kazandığı vehmine kapılan insanların sayısı her geçen gün artmakta, çılgınca tüketim 21. Yüzyılın toplumsal fitnesi olarak sinelerimizin ortasında durmaktadır.
Tüketiyoruz... Tükettikçe de aslında tükeniyoruz. Sadece suları, gölleri, nehirleri, bağları bahçeleri değil, sevgiyi, dostluğu, güveni, komşuluğu kısaca bizi biz yapan, insan kılan, müslüman eden değerleri de tüketiyoruz. Sınırsız, ölçüye tartıya gelmez arzu ve ihtiraslarla sadece zamanımızı, enerjimizi, bilgimizi, birikimimizi değil, kendimizi, kulluğumuzu, ömrümüzü de tüketiyoruz. Aslında sadece kendi yaşadığımız dünyayı da değil, bizden sonra gelecek olan nesillerin dünyalarını, beklentilerini, umutlarını da tüketiyoruz.
Bilemiyorum nedenini ama tükenişimizi hızlandıran bu tüketimi, sektörel örgütlerle, reklam ve propagandanın bütün çeşitleriyle destekliyor, adeta bizi tamamen bitirebilmesi adına teşvik ediyoruz.
Temel ihtiyaçlar nelerdir?

Yeme, içme, barınma, giyinme, savunma gibi hayatın sürdürülebilmesi için giderilmesi kaçınılmaz olan ihtiyaçlara temel ihtiyaçlar diyoruz. Bunların dışında birtakım sosyal ve kültürel ihtiyaçlar da söz konusu. Kısacası insanın haramlara düşmeden ve kulluk görevlerini, sosyal sorumluluklarını eksiksiz yerine getirebilmek için gerekli olan şeyler genel manada temel ihtiyaçlardır.
Kontrollü tüketim

İnsan neye ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacı olan şeye ne derece ihtiyaç sahibi olduğunu kendi zihninde cevaplandırmalıdır. Bu çok önemli bir husustur. Çünkü tüketim yeryüzünün sınırlı kaynakları üzerinden gerçekleşir. Nefsin arzu ve istekleri sınırsız ama gerek insanın bu istekleri elde edebilmesi ve gerekse de yeryüzünün yaşadığımız zaman itibariyle bu arzu ve istekleri karşılayabilme imkanları sınırlıdır. Bu yüzden kontrollü tüketim kaçınılmazdır. Neye ve ne kadar ihtiyacımız var bunun kontrol edilmesi ve bu doğrultuda harcama haritası çıkarılması atılacak adımların en başında gelen unsurdur. Dolayısıyla ihtiyacın sınırları gerçekçi olarak belirlenmeli ve bu sınırlar aşılmamalıdır. Tatmin edilen ihtiyaçlar şiddetini kaybeder. İşte burada durmak gerekir. Eğer bu noktada durulmaz ve tüketim devam ederse, kronik bir tatminsizlik hali ortaya çıkar. Tüketilen şeyler haz vermek yerine acı ve ıstırap kaynağına dönüşebilir.
İktisat

Sözlükte tutumlu olma, tasarruf, biriktirme, arttırma, aşırılıklardan uzak durma, orta yolda olma, itidal üzere olma, uygun davranış ve hareket, ekonomik davranma manalarına gelen iktisat dinin tavsip ettiği ahlaki ve ekonomik değerlerdendir.
İktisat ve cimrilik arasında çok fark vardır. Tevazu, nasıl kötü haslet olan zillet ve alçaklıktan manen ayrı, fakat sureten benzeyen bir güzel ahlak ise; vakar nasıl kötü haslet olan tekebbür ve büyüklenmekten manen ayrı, fakat sureten benzeyen bir güzel ahlak ise; Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yüksek ahlakından olan ve kainattaki hikmet ve nizamın önemli prensiplerinden olan iktisadın da, sefillikle, alçaklıkla, pintilikle, tamahkârlıkla ve cimrilikle hiç alakası yoktur. Yalnız sureten benziyorlar. İmam-ı A’zam Hazretlerinin tespit ettiği gibi: ’Hayırda israf olmadığı gibi, israfta da hayır yoktur.’ (Bediüzzaman Said Nursi, Ramazan, İktisat, Şükür risalesi, Yeni Asya Neşriyat İstanbul Mayıs 2010)
Hz. Peygamber (s.a.v.) ’İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez.’ (Ahmed b. Hanbel, I, 447; Kenzu’l-Ummal, III, 49 (5430.) buyurmuşlar, kendileri de hayatlarının her alanında orta seviyede mütevazı bir hayat yaşamışlardır.
Evlerimizde mevcut olan hadis külliyatları bunun örnekleriyle doludur. Bir tanesini zikretmek gerekirse; Bir defasında Rasûlullah (s.a.v.) Hz. Sa’d’a uğradı. Sa’d (r.a.) abdest alıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) onun suyu aşırı kullandığını görünce: ’Bu israf niye’ diye sordu. Sa’d (r.a.) da; ’Abdestte de israf olur mu?’ dediğinde, Rasûlullah Efendimiz; ’Hatta akmakta olan bir nehirden abdest alsan bile’ buyurdu. (İbn Mace, Taharat, 48; İbn Hanbel, Müsned, II, 221.)
Bugün geldiğimiz noktada tüketime karşı en büyük direnişin iktisat menşeli olacağı artık genel kabul görmüş bir hakikattir.
Değişen tüketim algılarımız
Burada meramın anlaşılması sadedinde zihin dünyamızda değişim sergileyen tüketim algımızın resmedilmesine çalışacağım. Mesela; Elbisemizi, televizyonumuzu, buzdolabımızı artık ihtiyacımızı karşılamadıkları için mi değiştirmek istiyoruz? ’Eski buzdolaplarınızı şu kadar liraya sayıp sizi yepyeni bir buzdolabı sahibi yapıyoruz’, ’Eski buzdolaplarınızı atın…’, türünden slogan-reklamların etkisi yok mu bizim bu kararı almamızda? ’Erkek kıyafetlerinde bu yıl koyu renkler hakim olacak’ ’bayan kıfayetinde bu yılın şıkı... ya da rüküşü...’ gibi haberler her yıl ’ihtiyaç üretim merkezleri’nde hazırlanıp ’moda dünyası’na servis edilmiyor mu?
’Siz her şeyin en iyisine layıksınız’ cümlesi kimin hoşuna gitmez. Bu duyguya kapılan insanın elindeki her şey bir anda onun gözünde değersizleşiyor. Kendisi de değersizleşmemek için bunlardan kurtulup kendisinin layık olduğu ’en iyi’yi elde etmeyi amaçlar hale geliyor. Bu çok kere bilinçaltında oluştuğundan, makulleştirme yolu ile ’buna gerçekten ihtiyacım var’ noktasına gelmek de zor olmuyor. Böyle olunca da ihtiyaç olmadığı halde, sırf sahip olma isteğini tatmin etmek için satın almak artık normalleşiyor. İşte burası hem psikolojik hem de ekonomik anlamda dengenin ve vasatın dışında çıkıldığı yer oluyor. (Blaise Pascal, Düşünceler, Çev. Metin Karabaşoğlu, sayfa 147, Kaknüs yayınları, İstanbul 1996)
Alternatif bir yaşam; Zühd anlayışı
Fazla teferruata girmeden genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse İslam’ın telkin ettiği zühd yönelişi, hayatı sürdürürken ihtiyaçların esiri olmama eğitimini temsil eder. Zühd hayatı dünyaya ve onun nimetlerine, burada kalacağı oranda değer atfeden bir bakış açısıdır. Maddi olan karşısında takınılan mesafeli tutumdur; maddi olanın büyüleyici cazibesine kapılmamak, çekim alanı dışında kalmaktır. Yemek için yaşamak-yaşamak için yemek ikileminde doğru tercih yapabilmektir. Burası son derece önemlidir. Çünkü bu tercihte yaşanacak yanılgı sonucunda insan, mıknatısa yapışan demir tozları gibi iradeden soyutlanıp nefsi arzuların etki alanına girer. Yeme içme ve tüketme, hazların tatmini için temel yöntem haline gelir. İnsan sadece tüketen hem de sorumsuzca ve sorunluca tüketen bir varlık haline gelir, işte zühd algısı bu tüketimle başlayan tükenişe irade göstermek, karşı koymaktır.
Tüketime sevk eden ilizyonist yöntemler
Modern dönemlerde hemen her alanda olduğu gibi insanları tüketime sevk edecek alanlarda da göz boyaması, akıl yanılması tarzı ilizyonist numaralar kendisini çok net göstermektedir. Eskiye nazaran modern zamanlarda malların vitrinlerde olduğundan daha güzel ve kaliteli görünecek şekilde, ışık ve renk oyunları altında sergilenmesi ve abartılı reklamlar gibi klasik ’göz boyama’ yöntemlerine daha kapsamlıları eklendi. Büyük alışveriş merkezleri bir yönü ile gereksiz tüketime yönelten mekanlar olarak faaliyet gösteriyor şimdilerde. Psikolojinin verileri buralarda acımasızca tüketime dönüştürülüyor. ’Her şey elinizin altıda, gözünüzün önünde’ bir ortamdasınız. Çalınan müzik bir rahatlık, bir mutluluk hissi veriyor ve müşteri kendini evinde gibi hissediyor. İnsan evinde dilediği şey üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. Bu rahatlıkla eliniz raflara uzanıyor. Bir tür hipnoz hali içinde ’alışveriş’ yapıyorsunuz. Sepetiniz doluyor ama gözünüz yine raflarda. ’Ödeme kolaylığı’ sağlayan kredi kartı vb. yöntemlerin itici güncünü de hatırlatmak gerekiyor. Böyle bir ortamda alışveriş bağımlılığını tetikleyecek bir durum söz konusudur. Bu da ihtiyaç gidermek için tüketmek yerine tüketmek için tüketmek gibi bir ruhi rahatsızlık haline işaret eder. AVM’lerin (Alışveriş Merkezleri) bireyi tüketime sevk eden bir diğer özelliği de marketinden kasabına, züccaciyesinden kozmotiğine, elektronik eşyalarından lokantasına, sinemasına, oyun alanlarına varıncaya kadar aile fertlerinin hepsine ’al beni’ naralarının olması ve aile fertlerinin değişik mekanlarda birden fazla ihtiyaç dışı harcama yapmasına psikolojik olarak zorlanmasıdır.
Kitle iletişim araçları ve tüketim
Yaşanılan 21. Yüzyılda okul, sokak, çarşı Pazar kısacası hayatın devam ettiği her alan direk ya da dolaylı şekillerde sınırsızca tüketimi bireye dikta etme gayretindedir. Kitle iletişim araçlarınca da sürekli tüketimin özendirilmesi sonucu, tüketmeyince, almayınca sanki kendinde eksiklik hisseden bir anlayış yerleşmeye başlamıştır. ’Elindeki ile yetinmeme, hep alma, daha fazla alma, mutluluğu tüketimde arama’ büyük çoğunluğun hedefi haline gelmiş bulunmaktadır. İnsanlar adeta tüketimle özdeşleşmiş durumdadır. Medya yeni bir kültür oluşturmakta, bir moda rüzgarı meydana getirmekte, yetişkinleri de çocukları ve gençleri de peşinden sürüklemektedir. Medyanın oluşturduğu tüketim kültürü, ’Ne olursan ol tüket! Tüketen güçlüdür. Tükettiğin kadar varsın. Tüketim=İnsan’ şeklindeki bir yaklaşımla insanları devamlı tüketime yöneltmektedir.
Çok fazla izlenen bir medya aracı olarak özellikle televizyonun çocuklar ve gençler üzerindeki etkisi oldukça yoğunluk kazanmış bulunmaktadır. Çocukların daha bir yaşından itibaren izlemeye başladığı televizyonda sürekli tekrarlanan reklamlar özentiye sebep olmakta, çocukların arzularını kamçılamakta, onları kanaatkârsızlığa, tatminsizliğe, hatta bazen isyana sürüklemektedir. Para, eğlence, lüks yaşantı çocukların ve gençlerin gözünde bir tutku haline gelebilmektedir. Çocuk, reklamı yapılan malı, gözde olan markayı kullanarak arkadaşları arasında saygınlık kazanmaya çalışmakta, aksi halde değersiz birisi olacağını düşünerek büyük huzursuzluk duymaktadır. Çocuğun gözünde reklamdaki ürünü kullanmak, ona farklı, kabul edilebilir bir hayat bahşetmekte, onu tüketime özendirmektedir. ’Sen hâlâ o telefonu mu kullanıyorsun? Ayakkabılarının markası ne? O geçen senenin modası idi, sen daha aşamadın mı onu’ şeklindeki sorular çocuğa çok ağır gelmektedir. Bu olumsuz sorulardan ve bakışlardan kurtulmak için, arkadaşlarının kendisini takdir etmesi, kabul etmesi için pahalı olan markayı almalıdır, farklı bir imaj oluşturmalıdır. Bu tutum çocuğu tüketime götürüyor ve onu bazı markaların tutsağı yapıyor maalesef. Onları satın aldıkça haz duyuyor. Sanal ve yapay bir mutluluk hissediyor. Ancak bu haz, mutluluk kalıcı değil, geçici oluyor. Çocuğun iç dünyasında sürekli boşluk ve doyumsuzluk oluşuyor. Bu boşluğu bir şeyler alarak doldurmaya çalışıyor. Markalara yöneliyor. Kanaatkâr olmuyor. Kanaatkâr olamadıkça hırçınlaşıyor, hırçınlık okulda, sokakta ve aile içinde sıkıntıları doğuruyor ve nihayetinde kırılmalar baş gösteriyor.

Aşırı tüketimin sonuçları
1. Kıskançlık ve hased
Gösterişe dayalı tüketim, kıskançlık ve haset duygularını tahrik etmekte, böylece insanlar arasında kin, nefret ve düşmanlık gibi olumsuzluklar yaygınlaşarak sosyal barışın zedelenmesine yol açmaktadır. Açlık ve yoksulluk içerisinde kıvranan tarafa nispetle aşırı harcama ve israf sergileyen taraf, toplumsal manada husumete ve kıskançlığa sebebiyet vermektedir.
2. Duyarsızlaşma
Aşırı tüketime dayalı hayat tarzının yaygınlaşmasına paralel olarak insanî ve ahlakî değerler aşınmakta; manevi zenginlikten yoksun, çevreye karşı duyarsız kimi insan tipleri oluşmaktadır. Bu duyarsızlaşma zamanla hayatı dünyevi olarak algılayan, giyinmeye ve yemeye verdiği önemi içsel alemine vermeyen yeni insan tipini ortaya çıkarıyor.
3. Borç yükü
Diğer taraftan aşırı tüketim ya da dengesiz harcamalar sebebiyle ağır borç yükü altına giren ve bu yüzden pek çok sorun yaşayan insanların ve dağılma noktasına gelen ailelerin sayısı da her geçen gün artmaktadır. Buna bağlı olarak da nice çocuklar, kadınlar kendi kaderine terk edilmekte, netice itibariyle toplumsal yapı hızlı bir çöküş içersinde girmektedir.
4. Bağımlılık
Aşırı tüketim bir müddet sonra adeta bağımlılık yaparak bireyleri esir almakta, gerçekte ihtiyaç olup-olmadığı sorgulanmadan harcamaya sevk etmekte, belki de en önemlisi dayanışma, muhtaçlara yardım, tabiatı -çevreyi- koruma, israf ve gösterişten sakınma, hakkından fazlasını almama gibi dinî ve ahlakî erdemleri aşındırmaktadır.
Hz. Ömer, oğlu Abdullah’ı bir gün et yerken görmüş ve: ’Hayrola et mi yiyorsun?’ diye sormuştu. Oğlu: ’Evet canım çekmişti de...’ deyince Hz. Ömer üzülmüş ve ona: ’Demek sen öyle canının çektiği her şeyi alıp yiyor musun? Bilmez misin ki Peygamberimiz: ’İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır.’ buyurmuştur.’ (Bkz. İbn Mace, Et’ıme, 51.) dedi.
NOT: Gelecek sayımızda yayınlanacak olan ikinci bölümünde ’Aşırı tüketimden korunma ve çocuklarımızı koruma yolları, tüketim çılgınlığının ülkemiz ve dünyaya etkileri ve tüketimi tetiklemesi bakımından kitle iletişim araçları’ konularını irdeleyeceğiz. Tabi müsade edilirse.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.