Özlenen Rehber Dergisi

108.Sayı

'Aşılama Hadisi' Etrafındaki Şüphelerin İzalesi

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 108. Sayı
Bu makale, sorulan bir soru üzerine kaleme alınmıştır.

Her devirde var olduğu gibi bugün de dinî anlayışları noksan bazı kimselerin, dini zayıflatma gayretinde olan dış mihrakların tesirleriyle sünnetin sübutu ve hüccet oluşu hususunda şüphe uyandırmaya çalıştığına şahit oluyoruz. Bu kimseler, sünnetin tamamından veya Buhârî, Müslim ve diğer muteber hadis eserlerinden ya da bu hadisleri rivayet eden ravilerden kuşkulanılması için büyük gayret göstermekte, ’Elimizde Kur’an varken, sünnete ihtiyacımız yoktur’ diyerek kendi fasit görüş ve anlayışlarını yerleştirmeye ve yaymaya çalışmaktadırlar.
Bu hususta bazen hadislerin tamamını inkâr etme metodu takip edilirken kimi zaman da hadislerin anlamları çarpıtılmaya, farklı mecralara çekilmeye çalışılmaktadır. Bu kimselerin, manasını çarpıtarak batıl anlayışlarına mesnet yaptıkları hadislerden birisi de Efendimiz (s.a.v.)’in şu sözüdür:
أَنْتُمْ أَعْلَمُ بِأَمْرِ دُنْيَاكُمْ
’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ (Müslim, Fedâil, 38)
Bu hadis, hurma ağaçlarının aşılanması ile alakalı varit olan ve İmam Müslim’in el-Müsnedü’s-Sahîh isimli eserinde rivayet edilen sahih bir haberdir.
Malum olduğu üzere, hurma ağacı erkek veya dişidir. Meyve, dişi ağaçta meydana gelir. Ancak, dişi ağacın meyve verebilmesi için, erkek ağacın çiçeklerinden hâsıl olan tozun dişi ağacın çiçeklerine ulaşması gerekmektedir. Bu tozlar rüzgâr, arı ve diğer böcekler vesilesiyle tabii olarak meydana gelse de bunun insan eliyle sistemli bir şekilde yapılmasının, meyvenin verimli bir şekilde meydana gelmesindeki katkısı büyüktür.
Bu nedenle Asr-ı Saadet döneminde de hurma yetiştiricileri ağaçları aşılıyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.), Medine’ye teşrif ettiklerinde bir vesileyle aşılamayla meşgul olan bir topluluğa rastlamış, etrafındakilere onların neyle meşgul olduklarını sormuştu. Ashâb, onların hurma ağaçlarını aşıladıklarını söylediklerinde, Efendimiz, bunu yapmamalarının daha hayırlı olacağını, bunun bir fayda vereceğini zannetmediğini ifade etti. Bunun üzerine onlar aşılamayı bıraktılar. Ancak hasat zamanı geldiğinde kimi ağaçlar meyve vermedi, kimisi de var olan meyvelerini döktü yahut azalttı. Ashâb, bu durumu kendisine ilettiklerinde: ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ buyurdular. (Rivayetler için bkz. Müslim, Fedâil, 38)
Maksadı, dinin ifsat edilmesi olan art niyetli kimseler; Efendimiz (s.a.v.)’in bu sözüne istinaden, İslam’ın dünya hayatına yön veren hükümlerini ortadan kaldırmaya ya da tatbik alanlarını daraltmaya çalışmaktadır. Onlar, bu hadise dayanarak, İslâm’ın, toplum düzenini sağlayan; devlet yapısı, sosyal, ekonomik ve idari düzeni oluşturan hükümlerini yok saymakta; ’Bu alanlardaki uygulamalar, tamamıyla zamanın gerektirdiği şartlara göre kişilerin kendi iradeleriyle şekillendirilebilir. İslâmî hükümlerin bu alanlarda herhangi bir etkisi yoktur. Bizler bu konuyu daha iyi biliriz.’ diyerek, bundan; ’(Kur’an ve Sünnet boyutuyla) vahiy, bu konularda ne hüküm verebilir ne de yönlendirme yapabilir.’ manasını kastetmektedirler. Sanki Efendimiz (s.a.v.), (haşa) bu hadisiyle hayatın her alanına nüfuz eden sünnetlerini nesh etmiş, sünnetin tesir alanını daraltmış, hüccet oluşunu reddetmiştir.
Hâlbuki hadis, onların iddia ettikleri gibi ’Sünnetin hiçbir alanda delil olamayacağı’ gibi batıl bir manayı ifade etmemekte, diğer hiçbir nas ile de çelişmemektedir.
Öyleyse Efendimiz (s.a.v.)’in aşılamayla ilgili sözleri ne anlama gelmektedir?
Bu hususta âlimler -Allah onlardan razı olun-, muhtelif açıklamalarda bulunarak Nebi (s.a.v.)’in vakar ve hürmetini, Sünnet’in dindeki konumunu ve hüccet oluşunu muhafaza etmişler, bu hususta ortaya atılan zayıf şüphe ve tereddütleri bertaraf etmişlerdir. Şöyle ki:
1- Efendimiz (s.a.v.)’in gerek dinî gerekse de dünyevî mevzularda içtihat etme yetkisi vardır. O’nun hayrın ortaya çıkması maksadıyla ortaya koyduğu içtihatları devamlı surette vahyin kontrolünde olup Allah (c.c.) tarafından her zaman daha güzel ve üstün olana tebdil edilmiştir. Binaenaleyh O’nun içtihada dayalı verdiği hükümler vahiy mesabesindedir. Bedir ganimetinin taksimi, (bkz. el-Enfâl, 8/67-69), hanımlarından bazılarının gönlünü almak için kendine bazı içecekleri haram kılması (bkz. et-Tahrîm, 66/1) gibi hadiseler Kur’ân’da işaret edildiği üzere O’nun birer içtihadı olup Allah (c.c.) tarafından en doğru ve güzele tebdil edilmiştir.
Hurma ağaçlarının aşılanmasıyla ilgili ilk başta yapmış olduğu tavsiye de O’nun dünyevî bir işle alakalı serdettiği içtihadıdır. Efendimiz (s.a.v.), kendi katında malum olan bir fayda ve hikmete binaen başta ’Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ (bkz. Müslim, Fedâil, 38) buyurarak aşılamamayı tavsiye etmiş, daha sonra ise bu tavsiyesinden rücu ederek bu hususta ashâbını serbest bırakmıştır.
Bedir savaşına hazırlık safhasında meydana gelen şu hadise bu mevzuu daha iyi anlamamıza vesile olacaktır:
İslâm ordusu müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir’e geldiklerinde İslâm ordusu Bedir kuyusuna en yakın yerde konakladı. Karargâhın nerede kurulmasının daha uygun olacağını ashabıyla istişare etti. Hubâb b. Münzir ayağa kalktı ve: "Yâ Rasûlallah! Burası, sana Allah’ın inmesini emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi caiz olmayan bir yer midir? Yoksa bu bir rey, bir harp tedbiri olarak mı seçildi?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): ’Hayır! Bir rey ve harp hilesi icabı seçildi.’ buyurdu. Bunun üzerine Hubâb: "Yâ Rasûlallah! Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Siz, halkı hemen buradan kaldırınız! Kureyş kavminin konacağı yerin yakınındaki subaşına gidip konaklayalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp onu suyla dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz, susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler." diye konuştu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz: "Ey Hubâb! Doğru olan görüş, senin işaret ettiğindir." buyurdu ve onun dediğini yaptı.
Yine, Rasûlullah (s.a.v), Ahzâb Savaşı’nda düşmanlarının bir kısmı ile Medine hurmasının üçte biri üzerine sulh yapmak istedi, bu hususta Ensâr’la istişarede bulundu. Ensâr kendi görüşlerini bildirdikleri zaman, Efendimiz (s.a.v.) kendi görüşünden rücû etti.
Bu hadiseler, Allah Teâlâ’nın: ’…İş hususunda onlarla müşavere et!’ (Âl-i İmrân, 3/159) emrine tabi olarak ashâbıyla yaptığı istişareler neticesinde vuku bulmuştur. Aşılama mevzuunda da Peygamberimiz (s.a.v.), belki de Müslümanları kendisiyle istişareye teşvik etmek, dünyevî işlerin tanzimiyle alakalı hususlarda, herkesin şahsî fikrini söylemede nübüvvet otoritesi karşısındaki çekingenlikleri kırabilmek için: ’Ben ancak bir beşerim. Size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi reyimden bir şey emredersem ben ancak bir beşerim!’ (Müslim, Fedâil, 38), ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ (Müslim, Fedâil, 38), ’Ben ancak bir zanda bulundum. Zandan dolayı beni muaheze etmeyin.’ (Müslim, Fedâil, 38) gibi açıklamalarda bulunmuştur.
Görüldüğü üzere dünya işlerinde, Peygamber (s.a.v)’in farklı sebeplerle karar veya tavsiyesinden rücû etmesi caizdir. Bu durum, O’nun hakkında asla bir noksanlık sebebi değildir. O’nun (s.a.v) kalbi, Allah’la sürekli irtibat halinde olmakla birlikte ümmetinin dinî ve dünyevî maslahatıyla da sımsıkı bağlıdır. Her zaman ümmetinin hayrını düşünür ve buna uygun emir ve tavsiyelerde bulunur. Aşılama hadisinde geçen, Efendimiz’in: ’Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ (bkz. Müslim, Fedâil, 38) sözü de buna bir delildir. O, bu tavsiyesiyle ümmetinin fayda ve menfaatini gözetmiştir.
Bu sözle ilgili olarak Sindî (rh.a.), başka bir veçheye dikkat çekerek şöyle demiştir: ’Bu doğru bir sözdür ve aksi çıkmamıştır. Eğer aşılamanın bir yarar sağladığını zannettiği (halde ’aşılamanın bir fayda vereceğini zannetmiyorum’ dediği) ortaya çıkmış olsaydı, (sözünün) aksi çıkmış olurdu ki, hâşâ böyle söylememiştir.’ (Süneni İbn-i Mâce Bi-Şerhi’s-Sindî Ve misbâhi’z-Zücâce, c.3, s.175) Zira O, hayatının hiçbir anında hakikatin hilafına bir söz konuşmamış ’Muhammedu’l-Emîn’dir.
Efendimiz (s.a.v.)’in başta kanaat getirdiği bir maslahatın daha sonra farklı bir şekilde ortaya çıkması ve neticede tavsiyesinden rücû etmesi, dünya işleriyle ilgili olan hususlardadır. Din işleriyle ilgili olan hususlarda ise böyle değildir. ’Size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın’ (Müslim, Fedâil, 38) hadisi dinî mevzularda bunun vaki olmayacağını ispat eder.
Burada hatırdan çıkarılmaması gereken hususlardan biri de; dünyevî işlerde meydana gelen rücû hadisesinin gaflet derecesine ulaşacak kadar dünya işlerinin birçoğunda meydana gelmesinin asla caiz olmadığıdır. Zira O (s.a.v.), fetanet sahibi, sürekli Allah’tan vahiy alan, vahiy meleği Cebrail’le görüşen bir Peygamberdir. Ki O’nun, dünya işlerini beşeriyeti aciz bırakacak derecede iyi bildiği de tevatür yoluyla sabittir. Bu nedenle ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ buyruğunu ’Benden daha iyi bilirsiniz’ şeklinde anlamak doğru değildir.
2- Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), her hususta ümmetinin rehberidir. O (s.a.v.), dünya maslahatını ilgilendiren konularda içtihattan rücû etme, daha iyisine yönelme hususunda da eşsiz sünnetini ortaya koymuş, ümmetine örnek olmuştur.
Nitekim Muvatta’da gelen bir hadiste Efendimiz (s.a.v.): ’Muhakkak ki ben, (dinde) bir sünnet koymam için unuturum veya unutturulurum.’ (Muvattâ, Sehv, 1) buyurarak unutma vb. hadiselerin ilahî iradenin sonucu olarak meydana geldiğini, bununla bir hükmün konduğunu ifade etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in aşılama hususundaki tavsiyesinden rücû etmesi de ümmetine örnek olması ve kıyamete kadar kolaylık kapısını aralaması açısından bir rahmet olmuştur. Bu vesileyle dünya işlerinde dinin sınırlamadığı hususlarda mü’minlere hürriyet tanınmıştır.
3- Evet, dünyevî hayatı ilgilendiren ve dinin sınırlama getirmediği hususlarda mü’minler için geniş bir hareket sahası vardır. Bu sahada bilgi ve tecrübe çok önemlidir.
İslâmiyet, hiçbir din ve düşünce yapısında olmadığı kadar bilimsel keşif ve icatlara teşvik etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ buyruğunu da bu meyanda serdedilmiş bir söz olarak değerlendirmek yerinde olur. Sanki O, bu ifadeyle, ’Dünyevî her alanda işlerinizi ayrıntılarıyla düzenleyen bir emir ya da nehyin sadır olmasını beklemeyin; bunlar bilgiye, tecrübeye ve araştırmaya dayanan meselelerdir.’ demek istiyordu.
Kur’an ve Sünnet’in, gerek dinî gerek dünyevî hemen her mevzu ile alakalı emir ve nehiyleri mevcuttur. Bununla beraber İslâm, dinî hususlarda olduğu gibi dünya ile alakalı her mevzuu teferruatıyla sınırlandırmamış, genel prensipler ortaya koymakla yetinerek mü’minlere, bu prensip ve sınırlar çerçevesinde rahat hareket edecekleri bir mubah sahası tanımıştır.
Buna, İslâm’ın, tıp ve hastalıkların tedavisi hususundaki bakış açısını örnek verebiliriz. Peygamberimiz (s.a.v.):
Peygamberimiz (s.a.v.): ’Tedavi olun. Zira Allah Azze ve Celle, bir hastalık müstesna (ki o da) ihtiyarlık(tır), şifasını yaratmadığı bir hastalık yaratmamıştır.’ (Ebû Dâvûd, Tıb, 1) buyurarak ümmetine tedavi olmayı emretmiş, hem hastalığın hem de şifasının Allah (c.c.)’nun katından geldiğini beyan etmiştir.
’Muhakkak ki Allah, hastalığı da şifayı da indirdi (yarattı) ve her bir hastalık için bir şifa yarattı. Şu halde tedavi olun, haramla tedavi olmayın.’ (Ebû Dâvûd, Tıb, 11)
Ebû Hızâme’nin babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e sordum. Dedim ki: ’Yâ Rasûlallah! Şifa isteğiyle okunan dualar, tedavi olmak için kullandığımız ilaç(lar) ve (düşmanlardan) korunmak için kullandığımız (kalkan gibi) koruyucu şeyler hakkında ne buyurursun. (Bunlar) Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?’ diye soruldu. (Rasûlullah): ’Bunlar (da) Allah’ın kaderindendir!’ buyurdu. (Tirmizî, Tıb, 21)
Bu hadisleriyle de Efendimiz (s.a.v.), tedavinin helal yoldan olmasını, haramlardan sakınılmasını emretmiş; ancak ilacın ne olduğu, nasıl yapıldığıyla ilgili bir sınırlandırma getirmemiştir. Zira bunlar, insanların bilgi, araştırma ve tecrübe yoluyla elde edecekleri neticelerdir. İşte ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ hadisinin anlamı da budur. Yoksa bu söz, dünyadan dinin soyutlanması anlamına asla gelmez.
4- Efendimiz (s.a.v.), hadiselerin meydana gelmesinde Allah’tan başka güç ve varlıkların tesiri olduğuna inanan, şirk inancına sahip bir toplumla mücadele ediyor, yegâne güç ve kuvvetin, yaratma ve yok etmenin sadece Allah’a ait olduğunu, tüm kapsamıyla tevhit inancını akıl ve gönüllerde yerleştirmeye çalışıyordu.
Binaenaleyh Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Bunun (yani aşılamanın) bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ sözünü bu çerçevede anlamak gerekir. Zira rivayetlerden anlaşıldığı üzere aşılama ile ilgili hadise, Rasûlullah (s.a.v.)’ın Medine’ye teşriflerinin ilk zamanlarına tekabül etmektedir. Dolayısıyla hurma ağaçlarını aşılayan topluluğun yeni Müslüman olmuş kimseler oldukları aşikârdır. Onların, o zamana dek sahip oldukları şirk inancından bir çırpıda kurtulmaları mümkün değildi. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.); ’Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ buyurmuş, bununla onlara, ’mahsulün meydana gelmesinde hakiki tesirin, bir sebepten ibaret olan aşılama fiili ile olmayıp bizatihi Allah tarafından olduğu’nu ifade etmek istemiştir. Onlar ise Efendimizin bu ihtarını zahiri üzere alıp aşılama işini terk etmiş ve bunu Rasûlullah’a bir itaat olarak algılamışlardı. Hurma ağaçları beklenen mahsulü vermeyince de: ’Siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!’ buyurarak hakiki tesiri Allah’tan bilmek kaydıyla onları bu hususta serbest bırakmıştır.
Şu misal, zikredilen bu manayı anlamakta yardımcı olacaktır:
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Hastalı(ğın kendi kendine) bulaşması, karın kurdu ve baykuş yoktur.’ Bunun üzerine bir bedevî: ’Yâ Rasûlallah! O halde develerime ne oluyor ki, kumda geyikler (ceylanlar) gibi (sağlıklı) oluyorlar da, uyuzlu deve gelip aralarına giriyor ve (hepsini) uyuz ediyor.’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): ’Öyleyse birinciye kim bulaştırdı?’ buyurdu. (Buhârî, Tıp, 25)
Diğer bir hadislerinde ise Nebi (s.a.v.) ’Bir yerde tâûn (veba vb. bulaşıcı hastalık) olduğunu işittiğiniz zaman, oraya girmeyin. Sizin bulunduğunuz yerde meydana gelirse, oradan çıkmayın.’ (Buhârî, Tıp, 30) buyurmuştur.
Zannedildiği gibi hakikatte bu iki hadis arasında bir çelişki yoktur. Şöyle ki:
Efendimiz’in: ’Hastalı(ğın kendi kendine) bulaşması yoktur’ buyruğundan murat, cahiliye devrinden kalma şirke dayalı inancı yıkmaktır. Zira o devirde Araplar, hastalığın Allah’ın yaratmasıyla değil tabiat icabı bulaştığına inanırlardı. Yoksa Efendimizin maksadı, hastalığın bulaşıcılığını tamamıyla nefyetmek değildir. Buna, bulaşıcı hastalık bulunan yere girmemek ve oradan çıkmamayı ifade eden diğer rivayet açıkça işaret etmektedir.
5- Efendimiz (s.a.v.)’in hurma ağaçlarını aşılayanlara hitaben ifade buyurduğu: ’Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ sözü ’Aşılamanın kesinlikle faydası yoktur’ manasına gelmez. Belki takdir-i ilâhî icabı o sene ne yaparlarsa yapsınlar meyve olmayacaktı ve Cenâb-ı Hakk’ın izniyle kendisine açılan ğayba dair bu bilgi sebebiyle Efendimiz (s.a.v.) ’Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.’ buyurmuş, aşılamanın neticeye tesir etmeyeceğini haber vermek istemiştir.
Bu açıklamalardan sonra, sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum:
Bu ve benzeri hadisler, sünnetin sübutu ve hüccet oluşu hususunda şüphe uyandırmaya çalışan, hadisleri yok sayan ve ’Elimizde Kur’an varken, sünnete ihtiyacımız yoktur.’ diyerek kendi fasit anlayışlarını mü’minler arasında ’hakiki din’ diye yerleştirmeye ve yaymaya çalışan kimselere bir delil ve mesnet asla olamaz. Buraya kadar yapılan açıklamalar bunu yeterince ispat etmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.), hem dinî hem de dünyevî hayatı tanzim ve irşatla vazifelendirilmiştir. O’nun her bir sünneti, sadece dinî yaşantıyı değil, dünya hayatına da yön ve istikamet veren ilâhî düsturlardır. O’ndan sudur ettiği sabit olan hadisleri anlayamamamız; bizim eksikliğimizden, gerek ilim gerek dinin özünü kavrayış bakımından noksan oluşumuzdandır. ’Hurma ağaçlarının aşılanması’ gibi, kötü niyetli kişiler tarafından farklı mecralara çekilmek istenen hadisleri anlama noktasında yapmamız gereken, o hadisi, diğer naslarla (âyet ve hadislerle) birlikte değerlendirmek, geniş çerçevede ele almaktır. Bir hadisi, onu anlamamıza yardımcı olacak diğer naslardan tecrit ederek yorumlamaya çalışmak son derece yanlıştır.
Âyet ve hadisleri anlama noktasında kişi, Allah’ın rıza ve hoşnutluğuna götüren ’iyi niyet ve ihlâs’ sahibi olmalıdır. Bunun haricindeki bir maksat, insanı helake götürür.
Biz mü’minler, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e iman etmiş, ümmetinin fertleri olarak, O’nun saygınlığını, yücelik ve şerefini, dinde teşri ve hüküm tespitindeki konumunu muhafaza edip emir ve nehiylerine koşulsuz itaat etmekle yükümlüyüz. Dolayısıyla bu temeli sarsacak her türlü görüş, kişi ve hareketlerden şiddetle kaçınmalı, çözemediğimiz meselelerde mutlaka sâlih ve takva sahibi âlimlere müracaat etmeliyiz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

3 kişi yorum yazdı.