Özlenen Rehber Dergisi

108.Sayı

İslâm Dininde Kulların Âmellerinin Hükümleri Efâl-i Mükellefin,

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 108. Sayı
Fıkıh; kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir.’ İmâm-ı A’zam (rh.a.)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Hamd âlemlerin Rabbi, ezel ve ebedin sahibi, Levh ve Kalem’in yaratıcısı, hükümlerin hâkimi, kalplerin mukallibi, arz ve Arş’ın malikî olan Allah’a; salât ve selâm O’nun sevgili Habîbi, âlemlerin efendisi, iki cihanın şefaatçisi, kalplerin ve gönüllerin nuru Rasûlullah (s.a.v.)’in üzerine olsun!

İslam dininin, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak üzere getirdiği kuralların bütününe Şer’î hükümler (Ahkâm-ı Şer’iyye) denir. Şer’î hükümler denince akla temelde ayet ve hadislerin ifade ettiği hükümler gelir ve konu itibariyle üç ana kısma (itikadî-ahlâkî-amelî) ayrılır.
Burada belirtilmesi gereken bir nokta vardır ki, bu üç kısmı da ilgilendirmektedir. Dinî hükümler her ne kadar üç kısma ayrılsa da, Kur’an ve Sünnet’te yer alan bir hükmün hangi gruptan yer aldığına bakılmaksızın doğruluğuna ve geçerliliğine inanmak ve gücü yettiğince yerine getirmek bir vecibedir. ’Gücü yettiğince’ ibaresi ise; mükellefin, keyfî bakımdan taşıyabilmesi veya taşıyamaması değil de, zaruri halleri işaret etmek için kullanılmıştır.
İcmali olarak bunlardan bahsettikten sonra konumuzu, mükellefin amellerini tanzim eden fıkhî boyutuyla ele alalım...
Fıkhî bakımdan iki ana dala ayrılan ’vad’î ve teklîfî’ hükümler aynı zamanda mükellefin davranışlarının dinî ve hukukî sonuçlarını da yakından ilgilendirir. Bu yazımızda inşallah, bu iki guruptan ikincisi olan yani ’Ef’âl-i Mükellefîn’i ele alacağız.
Ef’âl; ’fiil’ kelimesinin çoğuludur ve bu kökten gelir. Mükellefîn ise; ’mükellef’ kelimesinin çoğuludur ki ’yükümlülük sahibi kişi’ anlamına gelmektedir. Şer’î ıstılahta ise mükellef; ’İslâmî emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlarla yükümlü olan kişi’ demektir. Toplu olarak Ef’âl-i Mükellefîn ise; ’Şari’în (Allah ve Rasûlü) mükelleften bir fiili yapması, yapmaması veya muhayyer bırakması yönündeki talebidir. Bu isteme (talep) kesin bir üslupla olacağı gibi daha yumuşak bir üslupla da olabilir. Öte yandan bu emir ve yasağı bildiren delilin sübut ve delalet yönünden farklılıklar ifade etmesi de kaçınılmazdır. Şu halde teklîfî hükümler yediye ayrılır. İnşallah her ay bir makalemizde ayrıntılı olarak işlemeyi düşündüğümüz bu hükümlerden ilki olan ’Farz’ konusunu ayrıntılı ve örnekli bir biçimde ele alalım.
1- Farz:
Sözlükte bir şeyi kesinleştirmek, takdir etmek anlamına gelen farz, fıkıh ilminde: ’Allah ve Rasûlü’nün, mükelleften yapmasını kesin ve bağlayıcı bir üslupla istediği fiillerdir.’ Mesela; kesin delillerle sabit olmuş olan namaz, oruç, abdest, rükû, secde gibi ameller birer farzdır.
Hükümlerde Hanefi mezhebinde farz ve vacip ayrımı yapılmıştır. Diğer mezheplerde ise bu ayrım olmayıp farz yerine ’vacip’ kelimesi kullanılmaktadır. Bu meseleyi da Vâcip konusunda inşallah ele alacağız.
- Kısımları:
Farzlar mükelleflerin ifa sorumluluğu açısından farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olarak ikiye ayrılır. Şöyle ki:
Farz-ı Ayn; - Şari’în bir fiili her bir fertten tek tek yapmasını istediği emirdir. Fertlerden birinin bu emri yapması diğerinden bu mükellefiyeti kaldırmaz. Mesela; namaz, oruç, hac ve zekât gibi hükümler farz-ı ayn’dır ve her ferdi ilgilendirir.
Farz-ı Kifâye; Şari’în bir fiili, fert fert değil de, genel olarak emrettiği hükümlerdir. Mesela; cenaze namazı, cihat, ilim talebi gibi amellerin farziyeti, toplumda bir kısım fertlerin yapmasıyla geri kalanların üstünden kalkar. Farz-ı kifâye, diğerlerinin üzerinden mükellefiyeti kaldıracak kimse olmadığı takdirde ehil kişi bulunana kadar o topluluğa farz-ı ayn olur. Yine farz-ı kifâyenin sevabı da, o kifayeti yerine getirenedir.
- Hükmü:
Farziyet ifade eden bir amelin hükmüne gelince; Şari’în yapılmasını kesin olarak istediği bir ameli inkâr etmek kişiyi küfre götürür. Hanefi mezhebinde ölünceye veya tevbe edinceye kadar hapsedilmesine hükmedilmiştir. İnkâr etmeyip de tembellikten dolayı terk etmek ise kişinin fasık olmasına yol açar.
Emirlerin nasıl farziyet ifade ettiğini örnekli olarak beş kısımla açıklayabiliriz:
1- Şari’în (Allah ve Rasûlü), bir fiilin yapılmasını emir sigasıyla kesin bir şekilde emretmesi ve bunun zıddına başka bir emrinin olmamasıdır. Buna örnek teşkil eden diğer farzlar ise şöyledir;
a-) ’Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.’ (Mâide, 5/1) Bu ve benzeri ayetlerdeki gibi kesin bir üslupla istenmiş olan farz namazları, gücü yettiğinde zekât vermek her Müslüman farzdır.
b-) Faizin haramlığı da Allah ve Rasûlünün kesin bir dille yasakladığı haramlardandır. Bu hususta ayeti kerime de; ’Ey imân edenler! Allah Teâlâ’dan korkunuz, ribâdan bâki kalanı terk ediniz, eğer siz mü’min kimseler iseniz. ’ (Bakara 2/278)
c-) içki ve sarhoşluk veren maddeler de ayetlerde kesin bir dille nehyedilmiştir. Allah’u Teâlâ: ’Ey iman edenler! Muhakkak ki içki, kumar, putlar ve kısmet için çekilen zarlar şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. Artık ondan kaçınınız ki, felâh bulabilesiniz.’ (Mâide, 5/90)

2- Şari’în, bir fiili isterken ’Emrolundu’ veya ’Farz olundu’ ifadelerini kullanmasıdır. Örnekler;
a-) Bakara suresi 183. âyette orucun farz olunduğunu Şari’ Teâlâ bu kelime ile belirtmiştir.
b-) Yine Allah’u Teâlâ’nın ister cana isterse bedenin herhangi bir uzvuna yönelik olan cinayetlerde, kısası farz kıldığını şu ayetten anlıyoruz: ’Ey mü’minler! Maktuller hakkında sizin üzerinize kısas farz olmuştur. Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir. Fakat hangi bir katil için kardeşi tarafından bir şey affedilirse ma’ruf olan emre ittiba etmeli ve ona da (diyeti) güzellikle edada bulunmalıdır. Bu Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık bundan sonra tecavüzde bulunursa onun için elim bir azap vardır.’ buradaki diğer nokta ise zulme uğrayan tarafın affetmesi istisna edilmiştir. Zira bu zarara maruz kalanların affetmesi durumunda kısas düşer.

3- Emir kastedilen bazı haber cümleleri de farz hükmü ifade eder. Örnek;
a-) Kocası ölen kadının 4 ay 10 gün iddet bekleyeceğini, boşanan kadının ise 3 ay hali bekleyeceğini bildiren ayetler gibi. (Bkz., Bakara, 2/228, 234)

4- Bir hükmün belirli bir zümreye veya bütün insanlığa emredildiğini ifade eden hükümlerdir. Örnek;
a-) Hac ibadeti durumları yetenlerin üzerine şu ayet-i kerime ile farz kılmıştır: ’Gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmeleri, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.’ (Âl-i İmrân, 3/97)

5- Şari’în bir fiilin yapılmasına sevap ve mükâfat, terkine de ceza ve ağır azap vaat etmesi de, o fiilin farziyetini ifade eder. Örnek;
a-) ’Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.’ (Hucurât, 49/2-3)
Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bundan maksat Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda münasebetsizce bağırıp çağırmayı ve sesi yükseltmeyi önlemektedir. Sahabeden Sabit b. Kays’ın durumu ayetin anlamına açıklık getirmektedir. Şöyle ki: Bu zat, ayet inince, yüksek sesli olduğundan, Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda konuşursa amelinin boşa gideceği endişesi ile huzur-ı risalete gitmemeye başlamıştı. Peygamber (s.a.v.) onu çağırtarak teselli etmiş, ona hayır haberi ve cennet müjdesi vermiştir.
b-) Yine Rabbimiz bakara suresinde: ’De ki: "Eğer Allah Teâlâ’yı seviyor iseniz bana ittiba ediniz ki, Allah Teâlâ da sizi sevsin ve sizin için günahlarınızı yarlığasın. Ve Allah Teâlâ gafûrdur, rahîmdir. De ki: "Allah Teâlâ’ya ve Peygambere itaat ediniz, eğer iraz ederlerse şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirleri sevmez.’ (Âl-i İmrân, 3/31-32) buyurarak Rasûlullah (s.a.v.)’e ittibayı ve bunun karşılığı olarak Zatının sevgisini vaat etmiş, aksi takdirde yani inkârında ise küfre düşülebileceğini bildirmiştir.
Burada şu üç soru akla gelebilir; 1- Ayette emir ifade ettiği hâlde kurban kesmek neden farz değildir? 2- Rasûlullah (s.a.v.) hadislerinde ’ilim farzdır’ buyurmalarına rağmen neden farz değildir, kısımlandırılmıştır? 3- İslam’da farzlar 54 farz olarak adlandırılan farzlar sadece bu sayıyla mı sınırlanmıştır yoksa bunların dışında da farzlar var mıdır?
Cevap:
1- Kurban kesmek Kevser suresinde emir sığasıyla gelmiştir ve bu emirde görünüşte farzlık ifade eder. Fakat İslam Şeriatında âlimlerimizin ittifak ettiği bir unsur vardır ki oda; Kur’ân-ı Kerim’in en büyük tefsirinin ’Sünnetler’ oluşu ve Rasûlullah Efendimizin hüküm koyma yetkisi oluşudur. Hâl böyle iken bunu vacip (diğer mezheplerde sünnet-i müekked) derecesine düşüren neden ise hadislerde gelen çeşitli değişik rivayetlerdir. Bu değişik rivayetlerin ortak noktası ise âlimlerimizin açıkladığı gibi ’kurban kes’ emrinin farzı değil de vacip veya sünnet-i müekkedi kapsamasıdır. Mesela Rasûlullah (s.a.v) değişik hadislerinde: ’Üç şey bana yazıldı ama size yazılmadı; vitir, kuşluk namazı ve kurban.’ veya ’O sizin için sünnettir.’ veya ’...Ama size yazılmadı.’ Buyurmuştur. Bu ve başka birçok rivayetlerin hiçbirinde farzlık ifade eden bir durum olmadığı için âlimler kurbanın farz olmadığına bilâkis mezheplere göre vacip veya müekked sünnet olduğuna hükmetmişlerdir.
2- Peygamberimiz (s.a.v.) bazı hadislerinde ilim talebinin her Müslüman erkek ve kadına farz olduğunu bildirmiştir. Burada ki farziyetlik âlimlerimizin de açıkladığı gibi, kişinin kendi dinini ikame edebileceği kadar olan kısmıdır. Buna da farz-ı ayn adı verilmiştir. Bunun dışında kalan yani teferruatlı olan ve kişinin kendisi dışındaki insanlara, hayatta olabilecek yeni olaylar karşısındaki hükümleri verebilecekleri geniş kapsamlı ilmi öğrenmek ise farz-ı kifaye olarak adlandırılır. Bunun far-ı ayn ve kifaye diye kısımlandırılması ise insanlardan zorluğu kaldırmak ve meşakkati önlemek içindir. Önemli bir nokta daha var ki; bütün bu hükümler Rasûlullah (s.a.v.)’nin hadislerine ters düşmemekte bilâkis yine O (s.a.v.)’un diğer rivayetleri ve ashabın bu doğrultuda ki yaşantısına göre verilmektedir.
3- Bu mevzuu her ne kadar hüküm bildirmese de sayı bakımından konumuzla alâkalıdır. Aslında farzların kesin bir sayımı yapılmayıp ihtiva ve kolaylık bakımından gruplandırılmış bunların sayıları da kimine göre 32 kimine göre de 54’e ayrılmıştır. Yukarıda bahsi geçtiği gibi bu sayılar geneldir, meselâ namazın içindeki ve dışındaki farzlar, haccın içindeki ayrıntılı farzlar vs. gibi hükümler bunların altında fürular olarak çoğalır. En doğrusunu Allah ve Rasûlü bilir…

أستغفرالله لى ولكم . والسلام على من اتبع الهدى .
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.