Özlenen Rehber Dergisi

107.Sayı

Seyr-u Sülûkte İdrak..

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 107. Sayı
Mübarek Efendi hazretleri Alaaddin Fersafî hazretlerine intisap ettikten 3 yıl sonra veysîliğe ayrılıyor. Oraya intisap ediyor, hizmet ediyor. Terbiyesinde zahiren Alaaddin Fersafî hazretlerinin müridi olmakla beraber, veysîliğe ayrılacağı kendisine emrediliyor. Ne demektir bu? Mânen terbiye edilecek demektir. Başta Rasûlullah Efendimiz’in, Ehlibeyt’in, Sahabe Efendilerimiz, Hz. Pir Abdulkadir Geylanî efendimiz ve Ricali Gayb’ın terbiyesi ile yetiştirilecektir. Ve kendisine mânen Hz. Ali efendimize rabıta emrediliyor. Mübarek efendim bu emirden on beş gün sonra Hz. Ali efendimizi müşahede ediyor. Ondan ilim almaya başlıyor elhamdülillah.
Fenâ hallerini onda yaşadıktan sonra, Mübarek Efendimin kendi sözünden ifade ediyorum: ’Hz. Ali efendimiz beni Rasûlullah Efendimizin huzuruna çıkarttı ve Peygamber Efendimiz az ileride olduğu halde: ’İşte benim hakiki mürşidim budur oğlum!’ buyurdu. Rasûlullah Efendimizi işaret etti ve Peygamber Efendimize teslim etti.’
Mübarek Efendimin bundan sonraki seyir halleri, başta Rasûl-i Kibriya Efendimiz ve Hz. Ali Efendimiz ile devam etti. Sonra da Cenâb-ı Hak Fenâfillâh ve Bekâbillâhı ikmal ettirdi.
Seyr-u sülûku (manevî terbiye) bittiği zaman gördüğü bir rüyasını şöyle anlatmıştır: ’Rüyamda yüksek bir dağa çıktım. Her taraf kardı, ama bu yoldan ilk defa ben yürüyordum, hiçbir ayak izi yoktu. Yürüdüm yürüdüm, bir yere vardım. Orada zamanın büyüğü vardı. O, yukarıda duruyor, iki kişi de aşağıda bekliyordu; ama öyle edeb ve tazim içindelerdi ki!.. Bana dediler ki: ’Oğlum, bugün sen seyr-u sülûkunu ikmal ettin. Hangi yolu tutarsan Cenâb-ı Hak sana o yolu verecek.’ Yani seyr-u sülûk yolunda hangi yolu tutarsan, nefis terbiyesi yolunda Cenâb-ı Hak sana o yolu verecek. Mübarek Efendi hazretleri diyor ki: ’O an kalbime Alaaddin hazretleri geldi. Ben mürşidimin yolunu tutayım diye. Daha kalbimden geçirir geçirmez baktım hemen Alaaddin hazretleri de o meclise zuhur etti. O zuhur edince onların da başı olan dedi ki: ’Peki Oğlum, bu yol sana verildi.’
Bunlar, hep bu manevi terbiye içerisinde yaşanan hallerdir, elhamdülillah. Ve Mübarek Efendi hazretleri bundan sonra tebliğ vazifesine başlıyor elhamdülillah.
Farukî ismi ile anılıyor yolumuz; Mübarek Efendimden müsemma olarak. Bu yoldaki terbiye metodu hem Kadirî (cehrî zikir) hem de Nakşî (hafî zikir) yolu üzeredir. Kadirî meşrep Hz. Pîr Abdulkadir Geylanî efendimize nispetledir. Burada, nefsin merhaleleri asıl alınarak terbiyeye başlanır. Ruh terbiyesi de buna bağlı olarak kemale erdirilir.
Aslında ’nefis’ birdir; ama yedi basamağı, yedi merhalesi vardır. Kur’ân-ı Kerim’de bu merhalelerin hepsinin dayanağı vardır. Bu merhaleler, ’Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Raziye, Merziyye, Safiyye’ isimleriyle zikredilmiştir.
Nefsin merhaleleri gibi ’ruh’un merhalesi de yedidir. Bunlar da ’Kalp, Ruh, Sır, Hafi, Ahfâ, Nefs-i Nâtıka ve Nefs-i Küll’ olarak isimlendirilmiştir. Ve bu yoldan istifade edecek olan kardeşimiz, ders aldıktan sonra Cenâb-ı Hakk’ın zikrine devam eder, mürşidin nazarı altında Cenâb-ı Hakk’ın zikriyle çalışır. İstidadına göre, istifadesine, haline göre Cenâb-ı Hak ya Nakşî yoldan yahut Kadirî yoldan halini o tarafa sevk eder. Ve istidadı kabiliyeti varsa, ihlâsla samimiyetle çalışırsa, hem Kadirî hem Nakşî yoldan nefis terbiye ve tezkiyesini ikmal ederek iki kanatlı bir kuş gibi uçar. Tek kanatlı kuş uçmaz. İki kanatlı bir kuş gibi hem ruhen hem de nefsen kemalâta ermiş olur. Kemalâta erince ne olur?.. En üsttekinin hâli, en alttaki söylenince anlaşılır. Şu halde en alt merhalede bulunan nefsin hali nedir? Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak o nefis hakkında; ’daima kötülüğü emreden ve kötülüğü şiar edinmiş olan bir nefis’ (Bkz., Yûsuf, 12/53) olarak bahsediyor. Ve nefsini tezkiye etmeyen insan buradadır. Hiç kimse bundan kendini müstağni saymasın. Ha, ne olmuştur? Hani, iki tane kedi oynuyormuş da bir tanesi demiş ki, şunlara bak ne güzel kavga etmeden oynuyorlar. Sen demiş, aralarına bir küçücük ciğer parçası at da bakalım o zaman dostluk kalıyor mu, o zaman gör!
Şimdi pınarın başında insanlara su ikram etmek herkesin yaptığı bir iştir. Ama çölün ortasında içecek bir yudum su varken bunu mümin kardeşine ikram etme, onu kendisine tercih etme işi geldiği zaman, esas orada nefsin ahlakları onun aslını ortaya çıkaran bir kuvvet ile zahir olur.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de insanların mahşer yerindeki halini şöyle haber veriyor, bakın. O gün insanlar cehennemi görünce: ’Ya Rabbi, beni kurtar! Benim kardeşim var, eşim var çocuklarım var arkadaşlarım var, bunları al cehenneme at, yeter ki beni kurtar, diyecek. Kendi çocuğunu, kendi ailesini, eşini, kardeşini, babasını, anasını yetmedi, bütün insanları al yâ Rabbi.’ diyecekler. (Bkz., el-Meâric, 70/11-14)
Nefis merhalelerinden en üstte bulunanın hâline gelince; o nefsin yerilen ahlaklarından kurtulmuş, ’Tehallakû bi ahlâgillâh / Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın’ sözünde işaret edilen vasfa kavuşmuştur. Bir peygamberde olan ahlaklarla ahlaklanmıştır. Derece bakımından değil. Peygamberin derecesine çıkma bakımından değil. Ahlaklarını ahlak edinme bakımından. Yoksa onların peygamberlerin derecesine kim çıkar ki, onlar çıksın. Mümkün değil.
Şimdi Farûkî yolu Mübarek Efendimin tarifi üzere; ’Cenâb-ı Hakk’ın rızası yolunda, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin açtığı yolda, sırat-ı müstakim yolunda Cenâb-ı Hakk’ın farz kıldıklarını farz olarak bilip kabul etmek, velev ki nefsimiz bundan hoşlanmasa da; Cenâb-ı Hakk’ın haram kıldıklarından uzaklaşmak, terk etmek, velev ki nefsimiz bundan hoşlansa da, buna meyilli ve bunu hoş görüyor olsa da.’ Farzlara kâmilen tutunmak, Rasûlullah Efendimizin sahabesinin ve ehlibeytinin yolunda olmaktır, o istikamette giden bir yoldur. Ve mübarek Efendim yine kendisi buyuruyor ki: ’İslam’ın kabul ettiği, İslam’ın emir ve düsturları içerisinde olan şey bizim yolumuzun da düsturudur. Kur’an ve Sünnet’in dışında olan şey de bizim yolumuzun dışındadır.
Bu yolun vasfı nedir peki o zaman? Bu yolun vasfı şeriat ahkâmı üzerinedir. Bu yolun vasfı, Peygamber Efendimizin (s.a.s.)’in ’Size iki şey bırakıyorum. O ikisine (sımsıkı) sarıldığınız takdirde asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Peygamberi’nin sünneti.’ (Muvattâ, Kader, 1) buyurdukları bu iki şeydir.
İnsan bunlara kâmilen tabi olmakla gerçek manasında bu yolun istifade kapısına gelmiş demektir. Bu cemaat, bu topluluk, bu hususta vasıflarını ikmal etmiştir. Buraya dikkat edin! Bu cemaat bu hususta da olgunlaşmasını tamamlamış bir cemaattir. Mübarek Efendim Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vermiş olduğu bu hizmet yolunda, Peygamber vekilliği ve varisliği yolunda üzerine düşen vazifeyi bir mübelliğ olarak yerine getirmiş ve Peygamber Efendimizin davet ettiği şeylere davet etmekle de vazifesini kâmilen yerine getirmiştir. O yüzden bu cemaat bu husustaki vasıflarını ikmal etmiş, tamamlamıştır. Bu söze iyi dikkat edin, çünkü başka bir şey de bunun üzerine bina edilecektir.
Mübarek Efendimle bu kemalâtı yaşayan kardeşlerimiz, özellikle onlar buna dikkat etsinler. Herkes bundan mükelleftir ama nefis terbiye ve tezkiye yolunda belli bir merhaleyi kat etmiş olan kardeşlerimiz, bu noktada kendisinden bir sonrakine göre daha da mükellef bir haldedir. Ve bu cemaat Mübarek Efendimle bu hayra kavuşmuş, Allah (c.c.) bu hayrı bu cemaat üzerinde tamamlatmış elhamdülillah.
Bir insanın yirmi dört saat hayatını içine alan her yönüyle, gerek kendisi, gerek ailesi, gerek çoluk ve çocuğu ve dünya bakışı, görüş açısıyla, özellikle Mübarek Efendimle beraber bu yolu tanıyıp da belli bir süre Mübarek Efendimin bu tebliğinden istifade eden kardeşlerimiz bu hayrı kendisinde ikmal etmiştir.
Burayı niye özellikle söylüyorum? ’Mübarek Efendim haramlar hususunda…’ dediğim zaman, karşıda haramlara karşı yıkılmaz bir kale gibi Mübarek Efendimi görecekler. Ve şu misali bazen veriyorum. Hac dönüşü münasebetiyle ziyaret ettiği bir hocaefendinin evinde; hocaefendi yaşlı ve iki tane de hanımı var, diyor ki hanımlarına: ’Gelin şeyh efendinin elini öpün ki size dua etsin!’ Mübarek Efendim diyor ki: ’Hocam sen âlimsin, hafızsın, bak bir cemaatin başındasın! Bunun haram olduğunu sen çok iyi bildiğin halde niye böyle söylüyorsun!’ O hocaefendi: ’Biz o haram duvarını çoktan aştık!’ diyor. Mübarek Efendim ayağa kalkıyor: ’Ben kırk yıldır bu haram duvarım yıkılmasın diye bekçilik yapıyorum. Ömrümün sonuna kadar da onun bekçisi olacağım!’ diyor, elhamdülillah. ’leküm dînikum veliye dîn’ deyip oradan çıkıyor. Haramların terki hususundaki duruşu bu.
Gerek kendi şahsında gerekse de kardeşlerinde farzların tesisine gelince, Cenâb-ı Hakk’ın farz kıldığı bir amele karşı onların kalplerini bu tarafa meylettirme yönünde kesintisiz bir gayreti vardı. O hem ticaretinde hem kendi nefsinde hem iffetinde hem ibadet ve taatler hususunda, Allah’ın farz kıldıklarını yerine getirmede, hepimizin önündeydi elhamdülillah. Birçok kardeşimiz var burada. Ben bu söylediklerimi söylerken eğer noksan bir şey söylersem de hemen ikaz edin. Hiç çekinmeyin vallahi!
Mübarek Efendim bununla beraber İslam’ın hâkim olması noktasında, hakkı söyleyeceği hiçbir yerde, ne zahiren ne de bâtinen hiçbir şeyden çekinmeden Allah’ın vahdaniyetini, hükmünün bütün hükümler üstünde bir hüküm olduğunu hem sözüyle hem yaşantısıyla hem gayretiyle hem de cihadıyla ortaya koymuştur. Ve bu hususta ne makam sahiplerine karşı ne de diğer insanlara karşı hak olan sözü söylemekten asla geri kalmamış, üstelik onların yanlışlarını düzeltme noktasında rehberlik yapmıştır elhamdülillah.
Peygamber Efendimizin Sünneti’ni yerine getirme, Rasûlullah Efendimizi sevme ve Ona bağlılık hususunda ise sükût edip durmak gerekiyor. Şu ahir zamanda Cenâb-ı Hakk’ın gönlüne böylesine asr-ı saadet misali bir Peygamber sevgisini nakşettiği bir kuluyla karşılaşmayı Allah’ım bizlere nasip etti. Bahtiyarız elhamdülillah. Vallahi ve billahi bahtiyarız. O peygamberin (s.a.s.) terbiyesinde yetişmiş, O peygamberin (s.a.s.) sünnet-i seniyyesi ile ahlaklanmış elhamdülillah. Ve bunu da kendisine yegâne hayat nizamı kabul etmiş olan bir Allah Dostunu tanımakla Rabbim bizlere büyük bir bahtiyarlık nasip etti elhamdülillah.
Şimdi nereden baksanız… Ehlibeyt, sahabe, bu kemalâtın ikmal olduğunu görüyoruz. Peki, bunlar, Mübarek Efendi hazretlerinin sadece söylemlerinde mi kaldı? Hayatı buydu! Hayatı şu anlattığımız güzelliklerdi. Öyleyse Efendi Hazretleri bir Peygamber varisi ve vekili olarak peygamberin davet ettiklerine davet eden bir varis ve vekildi. Hani söylüyoruz ya, ’Yüreği Sevgi Dolu Cesur Bir Davetçi’ diye, bihakkın öyleydi elhamdülillah. Neyin davetçisi? Rasûl-i Kibriya Efendimizin yolunun davetçisi, Onun davet ettiklerine davet eden bir davetçiydi elhamdülillah.
Şimdi kardeşlerim, sen bu kadar hayrı, kemalâtı ve güzelliği kitaplardan okuyarak değil, bir Allah Dostunun yaşantısından ilim olarak aldın, nefis terbiyesi olarak aldın. Aldın mı? Aldın. Mübarek Efendim buyurdu ki -tabi ki herkes kendi istidadına göre- ’Ben size Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini ve itaatini alıştırdım. Rasûl-i Kibriya Efendimizin sevgi ve itaatini, sünnet yolunu alıştırdım. Ben size Ehl-i Beyt ve Sahabe sevgisini alıştırdım. Bunlar da sizin kalplerinizde mâkes buldu.’ Ne demek bu? Hani dağa doğru Allah diye haykırsan dağdan sana tekrar ses gelir ya, Mübarek Efendim de kalplere bu hayırları nida ede ede bunların da kalplerinde yer bulanlardan o sesler gelmeye başladı elhamdülillah. Bu hayrın kalplerinde neşv-u nema bulduğu kalpleri Allah zuhur ettirdi.
Şimdi hal böyle iken, dikkat edin! ’Ben Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini gönlümde bulamıyorum, ben farzlarını yerine getirme de tembel kalıyorum, ben haramları terk etmede nefsime güç yetiremiyorum. Peygamber Efendimizin sünnetini, ahlakını, sevgisini yaşamada yol alamıyorum..!’ diyecek bir şey bıraktı mı sende Mübarek Efendi hazretleri? Hiçbir şey bırakmadı.
Sungurlu’dan gelmiştim, hatırlıyorum. Mübarek Efendim de ameliyat olmuş, rahatsızlık geçirmiş idi. vefatından yaklaşık 25 gün önce idi. Bir kardeşimiz dedi ki: ’Efendim bizim rüyalarımızı dinliyor, hallerimizi soruyordunuz. Biz de anlatıyorduk. Ama son zamanlarda bunlarla hiç ilgilenmez oldunuz?’ bunun üzerine Mübarek Efendim acı mı deyim, tatlı mı deyim, bir tebessüm buyurdular. Sonra buyurdular ki: ’Oğlum, Mekke dönemi bitti. Medine dönemi başladı.’
Şimdi, önceki anlattıklarıma binaen ’Mekke dönemi bitti. Medine dönemi başladı’ sözünü nasıl anlayacağız? Mekke dönemi, biraz önce söylemiş olduğum, anlatmış olduğum şeylerden bîhaber olan kalplere bu hayırları alıştırma dönemiydi. Ben yolcuyum gidiyorum diyor, Mübarek Efendi hazretleri. Tabi biz o zaman bunu böyle anlayamadık. Biz Mübarek Efendimin bizlere veda ettiğini anlayamadık o zaman. Fakat bu hayırları alıştırmış, vazifesini yerine getirmiş, bir insanın artık bu yolun nasıl bir hale geldiğini, kişilerin nasıl bir durumda olduğunu ifade eden bir cümledir bu: ’Mekke dönemi bitti. Medine dönemi başladı.’
Bunca hayırlardan habersiz olan Peygamber sevgisi için bırakın gözünden gözyaşı dökmeyi, Peygamber sevgisi gibi bir nimetin eksikliğinden haberi bile olmayan kalpler Allah Rasulü için kalbi yanar, özler, şefaat dilenir hale geldi. Cenâb-ı Hak için gecenin seherinde kalkıp da alnını secdeye koyup, yâ Rabbi bizi bağışla, diyecek hale geldi. Seccadeler gözyaşlarıyla ıslandı. Ne ile? Mübarek Efendimin alıştırdığı, kalbini imar ettiği hal ile. Böyle olmadı mı?
’Medine dönemi başladı!’ Ne demek bu Medine dönemi? Medine dönemi Mübarek Efendimin imar ettiği bu kalp sahiplerinin belli bir merhaleye geldiğini ifade ediyor. ’Ben Allah’ın yardımıyla, üzerime düşen vazifeyi yaptım, size bilmediğiniz hayırları alıştırdım’ diyor. Bundan sonraki iş, sizin gayretlerinize kalıyor. Sen Allah’a itaati alıştın. Haramı terk etmeyi alıştın. Farzı yerine getirmeyi alıştın. Sünnet-i Rasûlullah’a alıştın… Şimdi, hâlâ nefsim diyorsan, Mübarek Efendimin onca hizmetini inkâr eden bir nefsin sahibisin demektir! Sen sana verilen meşaleyi gönlünde söndürdüysen Mübarek Efendim ne yapsın ki!
Çankırı’da bir kardeşimiz sohbette Mübarek Efendime diyor ki: ’Efendim ben dersleri yapıyorum; ama istifade edemiyorum.’ Mübarek Efendim celallendi. ’Oğlum! Ben size Allah’ın dinini yanlış mı alıştırdım! Ben sizlere haramı terk etmeyi, farzları yerine getirmeyi, Rasûlullah Efendimizin yoluna, Sünneti’ne tabi olmayı alıştırmadım mı? Gece namazlarını söylemedim mi? Sen farza dikkat etmez isen, harama meyleden bir kalple yaşarsan, gece kalkıp da alnını secdeye koymaz isen, ben ne yapayım sana oğlum!?’ diyor Mübarek.
Medine dönemi… Sen bunca hayırları alış. Ondan sonra var, sırt aşağı yat! Böyle yatana bir şey yok kardeşlerim! Şuan bu yoldan istifade etmeye gelen bir kardeşimiz; haramların terki ile farzların kâmilen yerine getirilmesi ile Rasûl-i Kibriya Efendimizin Sünneti’nin yaşanmasıyla her şeyi belli bir yola, alışılmış bir terbiye sistemiyle beraber hazır bularak geliyor. Mübarek Efendim bunları bir bir zorluk çeke çeke oluşturdu. Seni beni içinde bulunduğumuz türlü türlü hallerden çekti aldı, Allah yoluna getirdi, Peygamber yoluna getirdi, dosdoğru yola getirdi elhamdülillah. Sen bunun kıymetini bilmez isen Mübarek Efendim ne yapsın!..
Bu yol tekrar söylüyorum, vasıflarını kemale erdirmiş bir yoldur elhamdülillah. Mübarek Efendim buyuruyor ki; kîl u kâl işi ve yolu değildir, yolu değildir bizim yolumuz. Biz şöyle deriz: ’Allah (c.c.) böyle emretti, Peygamberi (s.a.s.) şöyle söyledi, Sahabe (r.anhüm) böyle söyledi, Ehl-i Beyt böyle söyledi…’ Bu yolun vasfı budur. Öyleyse bütün kardeşler kendi hallerini bu denize atmaya çalışacaklar. Yaptıkları ve söyledikleri işin karşılığına; Allah böyle söyledi, onun için yapıyorum. Peygamber böyle yapmış, onu takip ediyorum. Onun sahabesi bu yolu takip etmiş oradan gidiyorum. Ehl-i Beyt Efendilerimiz bunu yaşamış, onu yaşıyorum diyecek, halinin karşılığını bu sözlerle karşılayacak yolun sahibi olmalılar. Bu yolun vasfı budur. Terbiye metodundan istifade edecek bir kardeşimizin de takip edeceği yol budur. Bunun haricindeki senin nefsinin kîl ve kâlidir. Boşuna ömür tüketirsin. En başta, sohbetin başında dedim ki, niyetlerinizi hayrın içine atmanız lazım.
Senin derdin Allah ise, işlerin de Cenâb-ı Hakk’ı bulacak şekilde olmalı. O kuvvete tutunmalısın. Sen Mübarek Efendimde şeriata muhalif iş mi buldun? Cenâb-ı Hakk’ı emrini yerine getirmede onu gevşek mi buldun? Değil! O zaman bu noksanlık ya sende ya bende. Mübarek Efendimi ve yaşantısını bizatihi hayatta iken görerek, onun yanında müşahede ederek, kalplerinde sevgiyi dolu dolu yaşayan kardeşlerimi de şahit tutuyorum.
Yalnız buna da ayrıca dikkatlerini çekmek istiyorum. Biliyorum, nefisler rahat durmuyor. İşte Mübarek Efendi hazretleri Evlad-ı Kiram olarak, bir Mürşid-i Kâmil olarak Allah ona öyle büyük dereceler vermiş ki onun bulunduğu ortamda Allah (c.c.), cisimlerin halini bile değiştiriveriyordu. Cisimlerin vasfını bile değiştiriyor idi. Ne demek bu? Mübarek Efendi hazretleri bir kayalığa otursa Allah orayı bize cennet gibi, gülistan gibi tatlı gösteriyordu. Nereye girse Cenâb-ı Hak oranın halini de rahmetiyle kuşatıyor elhamdülillah. Ben o zaman şunu söylerim. Yani Mübarek Efendimin hayatta oluşuyla ahirete irtihalinden sonraki kendi halimizi, zayıflığımızı Mübarek Efendi hazretlerine hamledersek elbette ki Efendi hazretlerinin huzurunda olduğun hali sen kendi halinle muhafaza etmen mümkün değil.
Sahabe bile Peygamber Efendimizin huzurundaki hallerini tek başlarına oldukları zaman muhafaza edememişler. Hanzale el-Üseyyidî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre -ki kendisi Rasûlullah (s.a.s.)’in kâtiplerindendi- şöyle demiştir: Ebû Bekir bana rastladı da:
- ’Nasılsın ey Hanzale!’ dedi.
- ’Hanzale münafık oldu!’ dedim. Ebû Bekir:
- ’Subhânallah! Ne diyorsun?’ dedi.
- ’Rasûlullah (s.a.s.)’in yanında bulunuyoruz. Bize cenneti, cehennemi hatırlatıyor, öyle ki biz gözle görmüş gibi (yakin sahibi) oluyoruz. Rasûlullah (s.a.s.)’in yanından çıktığımız zaman ise, zevcelerle, çocuklarla, geçim işleriyle meşgul oluyoruz. Bu sebeple (bize hatırlattıklarından) çok şey unuttuk.’ dedim. Ebû Bekir:
- ’Allah’a yemin olsun ki muhakkak ki bizler de bu (hal)in benzerine (kendimizde) rastlıyoruz.’ dedi. Bunun üzerine ben ve Ebû Bekir yürüdük, nihayet Rasûlullah (s.a.s.)’in yanına girdik.
- ’Yâ Rasûlallah! Hanzale münafık oldu’ dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
- ’O da ne?’ buyurdu. Ben:
- ’Yâ Rasûlallah! Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. Öyle ki biz gözle görmüş gibi (yakin sahibi) oluyoruz. Senin yanından çıktığımız zaman ise zevcelerle, çocuklarla, geçim işleriyle meşgul oluyoruz. (Bu sebeple bize hatırlattıklarından) çok şey unuttuk.’ dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
- ’Canım elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki; şayet benim yanımda bulunduğunuz hal üzere ve zikre devam etseniz, mutlaka melekler döşeklerinizin üzerinde ve yollarınızda sizinle musafaha ederler. Fakat ey Hanzale! Bir zaman (şöyle), bir zaman (böyle).’ buyurdu (ve bunu) üç defa (tekrar etti.) (Müslim, Tevbe, 3)
Demek ki bir kuvvetin yanında olan halle ondan uzak olunan hal aynı olmuyor.
Sahabe-i Kiram efendilerimiz Peygamber Efendimizin irtihalinden sonra Rasûl-i Kibriya Efendimizin kabrine gidip de biat etmediler. Onun bıraktığı halifesine biat ettiler. Bunu kendi nefislerimize, zayıflığımıza, tembelliğimize bir kapı olmasın diye söylüyorum. Dikkat edin buraya! Peygamberler hayatta durmadı ki Efendi hazretleri dursun.
Bir mürşit, bir saliki Cenâb-ı Hakk’ın ona ruhsat verdiği yere kadar götürür. Ondan sonra Mübarek Efendim diyor ki: Oradan salik, mürşidin de içeriye dâhil olamadığı bir yere gelince mürit ondan sonra Cenâb-ı Hak ile ülfet halini kendisi yaşar. Ve oraya mürşit muttali olmaz.
Şah-ı Nakşibend hazretlerinin bir talebesine Cenâb-ı Hak manevi haller açıyor, o mürşidine zorluyor ki mürşidime yöneleyim diye. Mübarek de ’Oğlum beni bırak! İçinde bulunduğun hale yönel!’ diyor. Bunu defalarca misal veriyoruz.
Şimdi buradaki iş şudur. Biz her birimiz Mübarek Efendimden bu emanetleri alan birer kardeş olarak, gerek şeriatın emirlerini muhafazada gerekse haramları terk etmede, Rasûl-i Kibriya Efendimizin sevgisini ve itaatini yaşamada her birimiz birer Farukî ahlakı üzerine olmaz isek o müşahede ve lezzet ile gelecek olan bütün hallerden uzak kalırız. Çünkü bunlar Cenâb-ı Hakk’a yakınlığın, Onun emirlerine kâmilen tutunmanın, haramlarını Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu hal üzere terk etmenin kuvvetinde yaşanan bir iç dünyadır. Manevi bir haldir. Şeriatsız yaşanan gönüldeki manevi hallere itibar edilmez.
Onun için bütün kardeşlerimiz, zahiri hayatlarında niyetlerine bu anlattığımız hal üzere dikkat edip gözünü gönlünü Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlullah Efendimizin emirlerine, yoluna dikecek. Bunlarla muttasıf olmaya çalışacak ki küllenen ateşleri yeniden kuvvet bulsun. Allah’a, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına kavuşturmayacak bir sevgi sana fayda vermez. Ancak nefsin seni bununla oyalar. Nefis seni bunlarla oyalar durur. Cenâb-ı Hak üzerimizdeki ataletten kurtulmayı nasip etsin.
Atalet deyip geçmeyin. İnsanı Allah’ın rızasından kesen bir hastalıktır. Nefse itaati, hevayı, dünya ve ona ait olan şeyleri kendisine yol ve meşrep edinmiş, hak olan çizgideki çalışacağı, göstereceği gayreti de çeşitli bahanelerle önünden çekmiştir. ’Şöyle olsaydı ben bunu yapardım, böyle olsaydı böyle yapardım…’ Kur’an’ın hükümleri devam etmiyor mu? Rasûlullah Efendimizin hükümleri devam etmiyor mu? Allah’ı sevmenin, Peygamber Efendimizi sevmenin, emirlerini yerine getirmenin önünde Mübarek Efendim mi duruyor? O bunları alış diye mi gayret etti, yoksa bunları sen terk et diye mi bu gayreti gösterdi?
Mübarek Efendim Cenâb-ı Hakk’ın hükmünü ve Peygamber Efendimizin yolunu sadece kendisine mi bağladı? ’Ben varsam Allah’ın emri var, ben yoksam Allah’ın emri yok’ anlayışı ile mi anlattı!? Yoksa Bâkî olanın Hazreti Allah olduğunu ve bütün mahlûkatın ise fani olduğu hakikatini mi alıştırdı?
Allah (c.c.) Mübarek Efendi hazretlerinin derecesini bizim hayallerimizin ötesinde yüceltsin inşallah. Peygamber Efendimizin yanında bizim aklımızın alamayacağı dereceler nasip etsin inşallah. Ayaklarının altına binlerce kez kurban olayım! Allah, bize şu hayırları alışacak o kapıyı lütfetti elhamdülillah. Allah’a hamdlerin en güzeli olsun!
Onun için kardeşlerim dikkat ediniz. Dikkat ediniz! Kalp ikliminde, ruh ikliminde, azalarınızla Allah’ın hükümlerini kıyama kaldırınız. Cenâb-ı Hakk’ın hükümlerini kıyama kaldırınız. Rasûl-i Kibriya Efendimizin yolunu, şeriatını, ahlakını kıyama kaldırınız. Mübarek Efendim bunun mümessili idi elhamdülillah. Bunun mürebbisi idi. Bunu zayi eden, Efendimin onca gayretini de kendi tembelliğine ve nefsine tabi olmak suretiyle elinin tersiyle geriye atan gibidir! Allah bu hale düşürmeye inşallah!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.