Özlenen Rehber Dergisi

83.Sayı

Toplumsal Yozlaşmada Müslüman Erkeğin Değişen Yaşam Algısı

Sema Betül ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 83. Sayı


Moda ve özellikle moda ekseninde kadına dair yazılı ve görsel medyada çok şeyler söylendi ve yazıldı. Biz dahi dergimizin bu sayfasından konu dâhilinde epey yorumlar yapıp, malumatlar serdettik. Çünkü bu durum üzerinde durulması gerekli ve toplumsal yozlaşmanın mevcut arızasını göstermesi açısından fevkalade öneme haiz bir mesele idi. Toplumun yön tayininde kadının yadsınamaz bir rolü ve bu rolü icra edecek kabiliyeti vardır. Tek başına her şey demek değildir kadın mutlaka, ama çok şey demekten de uzak değildir.
Toplumun genelinde ise kadına dair bütün bu yazılanların neticesinde şu fikir hâsıl oldu. ’Bayanların modadan etkilenmeleri neticesinde yaşam tarzları ve giyim kuşamı bu şekilde yozlaştı da, ya erkekler ne âlemde?’ Yani küreselleşmenin etki ve değiştirme yetisi onları etkilemedi mi? Onlar global yozlaşma krizinden etkilenmediler mi? İşte biz de bu çalışmamızda erkeğin modadan, lüks ve sahip olduğu statüden, kalite istek ve arzusundan kaynaklanan mevcut profilini imkânımız dâhilinde ele almaya çalışacağız.

Zihni Yozlaşma;

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; modayı takip etmek, kişiliği, revaçta olan algı ve beğeniye göre şekillendirmek kadın için ne derece sakıncalı bir hâl ise erkek içinde en az onun kadar sakıncalıdır. Bu modern zamana has bir problemdir ve çözümü de şuanki görünen konjonktürde maalesef yoktur.
İnsan sosyal ve değişimi yaşayan dinamik bir varlıktır. Her geçen günü bir önceki güne nazaran biraz daha iyi, sağlıklı ve gelişmiş olarak yaşar ya da yaşaması gerekir. Bu genel manada bakıldığında gerekli ve masumane bir olgu gibi durmaktadır mutlaka; ama işin yaşanılan çağ baz alınarak değerlendirilmesi sonucu net olarak böyle olmadığı ortada duran bir gerçektir.
Muhafazakâr kesim olarak bizim gerek kadın ve gerekse de erkek cihetinden fikren ve fiilen bozulmamızda işte tam bu noktada başladı. Önce işe İslâmî dayanak teşkil etmek istedik. Yani önce şunu dedik:
- ’Müslümanlar her şeyin en iyisine layık.’
- ’Biz de en iyiyi en kaliteliyi kullanmalıyız.’
- ’Bizim de dünya nimetlerinden istifade etmemiz lazım. Allah nimeti kulunun üzerinde görmek ister’ vb. gibi. Bu zihnimize yerleşince arkası çorap söküğü gibi geldi zaten. Mesela önceleri bir evimiz vardı. Daha sonra yazlık, dağ evi, apartman dairesi diyerek üçer, beşer evler edindik. Kılık kıyafette böyle, birçoğumuz masumane olduğuna inanarak şöyle dedik:
- ’Ben falan yerde çalışıyorum, aynı elbiseyle iki gün üst üste işe gidemem, bu takım elbiseye bu ayakkabı olmaz, şık durmaz, beni ’rüküş’ yapar. Gömlek şöyle, gömleğe uygun kravat şöyle olmalı, sonra Müslüman vakarlı olmalı, pejmürde olmamalı’ vs. gibi.
Tahmin edebiliyorum şuan bu satırları okuyup da buna itiraz sadedinde en azından zihninde soru işaretleri olanların varlığını. Birileri şunu söyleyebilir belki:
- ’İyi de bunun ne sakıncası var. Temiz giyinmek, şık olmak bir müslüman için yapması gerekenlerden değil mi?’ Evet değil. Yani temiz olmaya evet ama bu düşüncelerle şık olmaya ve şık olma adına yapılan israfa, takınılan tavra, harcanan zamana, sarf edilen paraya, meşgul onan akla hayır. Burada şık olmaktan çok daha öte şeyler var gözlerden kaçırdığımız. Nezafetten, incelikten çok daha öte şeyler var. Bunun bir yüzü doyumsuzluktur örneğin. Devamlı en iyiyi isteme beraberinde eldeki mevcuttan memnun olmadığımızı ve onun bizi tatmin etmediğini dışa yansıtır. Diğer bir yüzü kibre sürükler insanı farkında olmayarak. Başka bir yüzü ise, hırsı, dünyaya bel bağlamayı ortaya koyar en belirgin şekliyle. Bu -bence- çağın en illetli hastalığıdır. ’Kalite’, ’iyi’ gibi olgu ve kavramlar bu hastalığı masumlaştırmaya çabaladığı için birey zihninde ve gönlünde var olan bu arızayı kabul etmez ve kabule yanaşmadığı için de tedavisi mümkün değildir ilk etapta.

Moda ve erkek;
Kadınlarda olduğu gibi zaman içerisinde erkeklerin de giyim kuşamı maalesef yozlaştı. Özellikle genç kuşağın giyim kuşamı acayipleşti. Sokağa çıkınca şöyle etrafa baktığınızda çok rahat bir şekilde kendinizi sanki yabancı bir ülkede zannediyorsunuz. Acayip saç traşları, kulaklarda küpeler, yırtık-pırtık kot pantolonları, takı meraklısı erkekler…
Algı dünyamızı derinden etkileyen bir diğer husus da hiç şüphesiz erkeklerin kişisel bakımda aşırıya gitmeleri ve bir kavram olarak ’bakımlı erkek’ olgusunun varlığıdır. Nedir bu ’bakımlı erkek’ olgusu peki. Kabaca söylemek gerekirse bakımlı erkek demek, kaşlar düzeltilecek, gerekirse burna estetik müdahale yaptırılacak, cilt bakımı olacak, yüzünde, elinde, kolunda kıl olmayacak varsa da değişik usûl ve yöntemlerle müdahale edilip aldırılacak demektir. Bunların haricinde de mesela ’bakımlı erkek’ olmanın dışa akseden görünürlerinden bazılarını konu ile ilgileneler şöyle sıralarlar; ’Tıraş olurken mutlaka güzel kokulu tıraş kremi kullanın. Tıraştan sonra da cildinizin yumuşaklığı ve pürüzsüzlüğü için tıraş losyonunu alışkanlık haline getiriniz. Her sabah duş alınız. Kesinlikle ter kokmayınız. Kilonuza dikkat ediniz, spor yapınız. Dişleriniz beyaz görünümlü olmalı ve günde birkaç kez fırçalamalısınız. Saçlarınız sert ise mutlaka saç kremi kullanınız. Her zaman temiz ve ütülü kıyafetler giyiniz ve kıyafetlerinizi üzerinizde taşımasını biliniz. Boyasız ayakkabıyla kesinlikle dolaşmayınız. Ellerinizin ve ayaklarınızın bakımını mutlaka yaptırınız ve krem kullanınız. Parfüm ve deodorant gibi kozmetik ürünleri mutlaka kullanınız. Yalnız şişeyi üzerinize boşaltmayınız. Ölçüyü kaçırmayınız. Etrafınızdaki kişilere cinsiyet ayırt etmeksizin her daim kibar ve nezaket kuralları içerisinde davranınız. Müsait olmadığınız anlarda, size ulaşmaya çalışan kişilere, müsait olduğunuzda mutlaka geri dönünüz. Bu sizin kaliteli kişiliğinizi yansıtır. Aksi takdirde sıfıra düşebilirsiniz. Bu şık ve ağır görünüm içerisinde, her daim mütevazı alçak gönüllü olunuz...’
Peki, bütün bu saydıklarımızı sadece dini hassasiyetten uzak olan erkeklerde mi görüyoruz? Yani bu tenkit ettiğimiz unsurlar bizim insanımızda olmayan davranışlar mı? Maalesef Hayır! Üzülerek ifade etmeliyiz ki; ’Önemli olan niyettir, şekil, giyim, kuşam o kadar önemli değil’ telkinlerinden midir nedir maalesef kendini dindar gören, en azından dini hassasiyet sahip olduğunu düşünen binlerce erkek arasında da var böyle tipler.
Tamam, Asr-ı Saadet devrinde değiliz; tüm erkekler sakal bıraksın, şalvar, cübbe giysin demiyoruz, diyemiyoruz ama Müslüman erkeklerin body tarzı daracık tişört giymeleri, vücudunun mahrem bölgelerini belli eden yahut giydiği çamaşırını hissettiren, ortaya çıkaran pantolon giymeleri ne derece doğrudur?
Ya da saçına sürdüğü jöleyle saçlarını taş gibi yaparak eğer alıyorsa abdestte başını mesh etmekte hiç zorlanılmaz mı? Kulağında küpeyle namaz kılmak, Allah’ın verdiği şekli, şemaili beğenmeyip kaşlarını düzelttirmek, burnunu yaptırmak, yüzüne gözüne estetik amaçlı cerrahi müdahalelerde bulundurmak, gittiği İslami Otel’(?)in havuzuna, plajına girerken göbeği ve diz kapaklarını açıkta bırakan şortu tercih etmek, alış veriş esnasında devamlı suretle kadınlarla muhatap olup onların yardımı ile elbise provaları yapmak Müslüman bir erkeğe yakışır mı? Günah değil mi?

Netice;
Örnekler mutlaka çoğaltılabilir; ama maksat sadece o değil. Toplumsal manada bir çözülmenin, ayrışmanın, kimlik kaybının yozlaşma ve yabancılaşmanın eşiğindeyiz, bu bir gerçek. Yozlaşan sadece tesettürlü bazı bayanların giyimi, yaşam tarzı da değil üstelik. İşte bunlar da yozlaşan erkekler, ağabeyler, amcalar, dayılar, erkek kardeşler…
Küreselleşmenin çağa dikta ettiği temel unsur bütün dünya genelinde hem kadınlar ve hem de erkekler tarafından öyle ya da böyle kabul görmüş, beğeni almıştır. Bu bizim ülkemize, bizim şehrimize, bizim semt ve mahallemize hatta hatta bizim evimize dahi girmiştir, girmeye devam etmektedir. Sınırların ortadan kalktığı ve dünyanın adeta bir köy haline geldiği küreselleşme bunu yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Bütün bu zihni ve algısal işgal karşısında yapılabilecek unsurları iki ana başlıkta ele alabiliriz.
Birincisi, zayıf karakterdeki insanlar gibi kültürel asimilasyon ve zihinsel işgale karşı koymamak ve onlar gibi, onların istediği gibi olmak. İkincisi ise ’neyi, kimden, ne zaman ve ne kadar’ istediğinin farkına varıp almasını, vermesini bilerek işgale maruz kalmamış zihin ve gönül ile yaşamak.
Her nefis yaptığından mesul ve hâl böyle iken karar sizlerindir…

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • Yusuf Bahri

    Yazinizda bazi abartilar oldugunu düsünmeme ragmen katildigimi ifade etmem mümkün...Ben ne yapiyorum sorusunun kendimize sürekli sorulmasi gerektigi bir zamanda, Bahar hanimin kendi adina ders cikarmis olmasini cok arzu ederdim...ancak bu dahi tipik bir savunma psikolojisidir...üzüldüm...

  • Sema Betül

    Kasdettiğimiz bireyin vahyin tesiri dışında kalıp hayatı anlamlandırmasıdır. Siz bunu lükse kaçarak ya da pejmürdeliğe saplanarak yapın farketmez. Asıl müslümanca olanı terk etmektir. Madalyonun diğer yüzü ise vahye ve tevhide aykırı değilse ki buna zaman olgusu ters baksa da yapmak lazım ve eğer bir şey islama uygun değilse zaman bunu bize dikta etsede kaçınmak müslümanca olur. Bende sizinle tanışmak isterdim, nasip kim bilir belki birgün....

  • BAHAR

    SEMA Hanım,sizinle tanışmak hatta sohbet etmek isterdim.şöyle bir çıkmazımız var.neyi ne kadar yapmalıyız.ben de yolda din adına peşmurde gezen erkeklere tahammül edemiyorum.üst baş dağınık ve bunu da dini bir temele dayandıranlara.Her şeyin bir orta yolu var.Ama bu göreceli bir hal olduğu için çözüm üretmek biraz zor...

3 kişi yorum yazdı.