Özlenen Rehber Dergisi

91.Sayı

İslâmi Feminizm ; Kavram Nedir Neyi İhtiva Eder...

Sema Betül ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 91. Sayı
İSLÂMİ FEMİNİZM
İslâmî Feminizm, modern düşünce hayatında kendisine yer bulmaya başlayan melez ideolojilerin bir örneğidir. Daha çok modernistler tarafından İslâmî paradigma içinde birbirinden farklı da olsa dile getirilen feminist söylem ve uygulamaların bütününe verilen adlandırmadır.
Tarihi seyrine göz attığımızda İslâm dünyasında büyüyen ’İslâmcılık’ hareketi içinde gelişen İslâmcı Feminizm, terim olarak İran’da yazar Afsaneh Najmabadeh ve Ziba Mir Huseyini’nin eserlerinde ve Tahran kadın dergisi Zanan’da bir de bunların yanında Suudi Arabistanlı kadın yazar Mai Yamani tarafından 1996 yılında yayımladığı "Feminism and Islam" kitabında kullanılmıştır. Terim olarak ortaya çıkışı yakın tarihlere rastlasa da müslüman toplumlarında kadın haklarının müdafaasının yaklaşık yüz yılı aşan bir geçmişi vardır. Batılı ülkelerin müslüman toplumlara yönelik eleştirilerine cevap niteliği taşıyan ve ilkin ihyacı-reformist İslâmcı erkek yazarların eserlerinde yer alan bu müdafaa biçimi kadınların İslâm toplumlarında köleden farksız, ikinci sınıf insan muamelesi gördükleri suçlamalarını yok etmeye yönelikti. Daha anlaşılır ifadelerle; ilk zamanlar özellikle Batı’da İslâm ve müslüman kadın aleyhine propaganda yapan müsteşriklere cevap niteliğinde müslüman erkekler tarafından dillendirilen bu söylemler daha sonraları İslâmî feminizmi savunanlara fikri alt yapı oluşturdu. Kadını aile içerisinde ve yeni nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede önemli gören bu anlayış kadın ile erkeğin bir toplumda birbirlerinden farklı görevleri icra ederek karşılıklı bir tamamlayıcılık işlevi gördüklerini öne sürmekteydi.
İslâmcı feministler talepleriyle modernite/modernizm içinde yer alırken kültürel aidiyetleri ve kullandıkları referansları itibariyle kendilerini "İslâmcı" olarak nitelendirmekte ve argümanlarını fikirsel bazda kendi düşüncelerini savunan feminist ve karşı çıkan anti-feministlerden farklı bir dil ile inşa etmek arayışına girmektedirler. Örneğin Mısırlı kadın araştırmacı Aziza M. Karam kendi ülkesindeki feminist düşünceyi üçlü olarak sınıflandırır; Seküler Feminizm, Müslüman Feminizm ve İslâmcı Feminizm.

İSLÂMÎ FEMİNİZM NEYİ SAVUNUYOR?
ABD Wisconsin Üniversitesi’nde ’Kadın ve İslâm’ üzerine dersler veren ve İslâmî feminizm hareketinin öncülerinden olan Dr. İbtesam el-Atiyat kendilerinin İslâmcılığı savunanlarla aynı kefeye konulmamalarını, onların Kur’an’ı erkek hegomanyasına uyarlama gayreti, kendilerinin ise Kur’an’dan yola çıkarak erkek egemenliğini kadın erkek eşitliğine çekme çabası içerisinde olduklarını dile getirmektedir. Bu noktada el-Atiyat ’Biz Kur’an’ın bütününü günün şartlarına göre yorumlayarak çağdaş bir yaşam sürüleceğine inanıyoruz.’ ifadesini kullanmaktan da geri durmuyor. İşte Ürdün’deki İslâmî feminizm hareketi önderlerinden Dr. İbtesam el-Atiyat ve hareketin savunduğu fikirlerden bazıları;
’Tüm Müslümanların bilmesi gereken bir şey var: İslâm tüm zamanlar ve her yer için geçerli değil. Yani o bölümler peygamberin içinde bulunduğu şartlarda kadınları korumak için düşünülmüş. Bu gün aynı şekilde uygulanacağı anlamına gelmiyor. Bu noktada İslâm elbette reforme edilebilir. Biz İslâm’ın farklı yorumlara ve bu yorumlar neticesindeki farklı algılara açık olduğunu düşünüyoruz.
Allah Kur’an’da diyor ki: Kadınlar mütevazı olmalı. Bunun yolu Kur’an’ın indiği tarihte kapanmaktan/tesettürden geçiyordu, şimdi ise mütevazı görünmek için kapanmak/tesettür şart değil. Önemli olan kadınların kendilerini cinsel/kadınsal dürtüleri harekete geçirecek şekilde göstermemeleri. Kadın dişiliğinden ziyade kişiliğini ön planda tutabilirse gerisi (tesettür) mühim değil…
…Vücut hakkında estetik/ kozmetik vs. gibi konularda özgürce hareket etmek, eşler hakkında karar vermek, istenilen eşi seçmek ve ikinci bir eşe hayır demek, doğum kontrolü, camiye ana kapıdan girmek, Musallaya/namaz kılınan mahalle görsel ve işitsel erişim, (burası kadının vakit namazlarında cemaate imam olabileceği anlamındadır.) erkeklerden bir bariyer/sütre/perde ile ayrılmadan musallada dua etmek, cemaate seslenmek (vaaz, sohbet, müezzinlik vb.) imam olmak ve Camide cemaatin tüm aktivitelerine doğrudan katılmak 21. yüzyıl kadınına İslâm’ın verdiği en temel haklardandır. (Ürdün’ün başkenti Amman’da Friedrich Nauman Vakfı’nın düzenlediği ’Uluslararası İnsan Hakları Konferansı’ında Dr. İbtesam el-Atiyat’ın sunumu detay için www.feministkadınlar.com)

İSLÂMÎ FEMİNİSTLERİN KUR’AN’A VE SÜNNET’E BAKIŞ AÇILARI
Böyle bir başlık konu ile doğrudan alâkalı gibi görünmeyebilir belki ama bir şeye ’İslâmî’ diyebilmek hak verirsiniz ki o şeyin İslâm’ın ana dayanaklarına ne derece uygun olup olmadığıyla doğrudan ve direk alâkalıdır. Peki, bu noktada İslâmî feminizmi savunanların iddiaları kendilerini İslâmî olarak nitelendirdikleri için İslâm’ın temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’e bakışları nasıldır?
İslâmî Feminist yazarlar genel olarak Batılı feminist hemcinsleri gibi toplumsal cinsiyet ayırımlarının kökenini kadın ve erkek bedeninde yani "biyoloji"de değil toplumsal bir inşa olarak gördükleri "kültür"de aramaktadırlar. Modernistlerin fikir babalarından olan Fazlur-Rahman’ın, tarihselcilik denilen ve Kur’an’daki âyetleri o günün sosyo-ekonomik ve kültürel koşulları içerisinde "anlamlandırma" çabası ve bu yönde kullandığı metodoloji, İslâmcı feminist yazarlar tarafından Kur’an’daki kadına ilişkin ve kadınla ilgili âyetlerin anlamını araştırmakta kullanılmakta ve böylelikle bu yöntemle Kur’an’ın modern kadın için anlamlı gelebilecek bir "okuması" yapılabilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sözlerini içeren Hadis külliyatına yönelik yaklaşımlarında da İslâmcı feminist yazarlar, kadının modern toplumdaki statüsüyle uyuşmayacak ifadeleri içerdiklerini düşündükleri hadislerin geleneksel hadis usulü ve kritiğiyle değerlendirilmesinin yetersiz, eksik ve hatalı olacağını hatta dinin "ataerkil" söylemini kuvvetlendireceğini düşünmekte ve hadislerle ilgili modern bir okuma yapmaktadırlar.
İslâm toplumlarında gerek Batılıların savunduğu Feminizm ve gerekse de İslâmî Feministlerin savunduğu feminizme yönelik menfi ya da müspet eleştiriler elbette olmuştur. İslâmî Feministlerin iddialarını İslâm dünyasından teşvik ve tasvipten şiddetli tenkitlere kadar değişen bir dizi tepkinin doğmasına yol açmıştır. İslâmî feministlerin iddialarının yukarıda el-Atiyat örneğinde verdiğimiz gibi "gerçek" İslâm’ın anlaşılması yönünde önemli bir katkı olarak görenler olduğu gibi bu harekete karşı duranlar ve eleştirenler de olmuştur. Bu eleştirilerin temel başlıklarını en genel hatlarıyla şu şekilde sıralayabiliriz:
’Feminizmin Batı kaynaklı bir düşünce ve hareket olması dolayısıyla İslâm toplumlarının gerçeğiyle ve İslâmîyet’in temel kaideleriyle uyuşmadığı yönündeki eleştiri; Feminizmin farklı bir sosyal, kültürel ve sınıfsal çevrenin kadınlarının taleplerine yanıt vermek üzere ortaya çıkışı ve dolayısıyla Müslüman kadına yarar sağlamayacağı yönündeki eleştiri; Feminizmin, Ortaçağ Hıristiyanlığının kadına yönelik bakış açısı ve şiddetli uygulamalarının bir sonucu doğması oysa İslâmîyet’in kadına verdiği değer ve hakların bu tip bir hareketin İslâm topraklarında yayılmasına imkân vermeyecek kadar çok oluşu yönündeki eleştiri; Batı Emperyalizminin müslümanlar arasındaki dayanışmayı yok etme amaçlarına hizmet ettiği yönündeki eleştiri ve İslâmcı Feministlerin Kur’an ve Hadis perspektiflerinin ve kullandıkları hermenötik metodolojinin seküler bir dünyanın kendi Kutsal Metnini incelemekte kullandığı ve temelinde yine seküler bir perspektifin olduğu pozitivist, rasyonalist, tarihselci yaklaşımları barındırdığı ve dolayısıyla İslâmîliğinin tartışmalı oluşu yönlerindeki eleştiriler.’

FEMİNİZMİN EVLİLİK ve TOPLUMA PSİKOLOJİK ETKİLERİ;
Feminizm, kadını erkek gibi olmaya iterken, kadının cinsel kimliğine zarar vermektedir. Kadın, kadınlık özelliklerini ve farklılıklarını güçlendirdiği zaman kadındır. Psikolojik olarak iki cins birbirinden üstün değil, farklıdır. Bu farklılık, hukuki değer açısından da önemlidir. Kadın duygusal özellikler, estetik ve koruma içgüdüsü bakımından ileriyken, erkek dış ortamla savaşma, avcı özellikleri itibariyle öndedir; böylece taraflar birbirlerini tamamlar. Kişilerin baskın olan bu yönlerini törpülemek evliliğe/kadına ve toplum huzuruna büyük zarar verir.
Bu konuyu inançlı insanlarda çözmek daha kolaydır. Meselâ Yaratıcı, insanı yaratırken, kadınla erkeği eşdeğer mi, yoksa farklı mı yarattı? Bu iyi bilinmelidir. Yaratıcı katında değer sıralaması neye göredir? Kadın mı öncedir, erkek mi? Yaratıcı ile olan ilişkide insanın kıymeti kadın erkek oluşu değildir. Burada ölçü, kişinin Yaratıcı ile doğru ve yakın ilişki kurup kurmamasıyla -dini terminolojiyle- takvasıyla ilgilidir; takvası yüksek olan, Yaratıcı katında daha değerlidir. Yani kadın ya da erkek Yaratıcı açısından eşdeğerdir. Her iki cinsin de birbirlerine karşı artıları ve eksileri vardır. Birbirlerini tamamlamak için, yaratılmışlardır. Yoksa cinslerden birinin izole edildiği bir dünyada mutlu olmak mümkün değildir. Başka bir deyişle, tek başına yaşayan bir kadının ya da erkeğin dünyası mutlu bir dünya değildir. (Feminizmin Evlilik Üzerindeki Etkileri, Prof. Dr. Nevzat Tarhan)

SONUÇ;
Sonuç olarak şunları ifade edebiliriz ki; Kadın ile erkek asla birbirlerinin yerini dolduramayacak, yalnız kalmaları halinde devamlı suretle birbirlerinin yokluğunu hissedecek bütün bunların fevkinde ise asla birbirlerinin ikamesi olamayacak özelliklere haiz bir bütünün iki eş parçalarıdır. Bu, ister kadın, isterse de erkek tarafından kabul edilmesin, bir hakikattir. Aksini iddia etmek, akılla bağdaşır değildir. Bu elmalarla armutların misali gibidir. Evet, görünüşte elma da armut da birer meyvedir. Ama herkes hak verir ki elmanın rengi, tadı, kokusu ve şekli ile armudun rengi, tadı, kokusu ve şekli asla birbirine benzememektedir. Elmanın vücuda sağladığı vitamin ve mineraller ile armudun vücuda sağladığı vitamin ve mineraller hiç denk olabilir mi? Burada feminizm akımlarını savunanların ya da bu hareketlere karşı çıkanların büyük çoğunluğunun yakalayamayıp kaçırdıkları espri ’eşitlik mi adalet mi?’ sorusudur. Bu noktada eşitlik mi önde olmalı yoksa adalet mi daha ön plana çıkmalı aslında bunun tartışılması gerekir. Çünkü kavramsal olarak birbirine yakın manalar ihtiva ediyor gibi görünseler de eşitlik ile adalet birbirlerinden tamamen ve çok net bir şekilde farklıdır. Kadınlar kadınlarla ilgili olgu ya da olaylarda eşit muamele görebilir belki ama bir kadın bir erkekle asla eşit muameleye, eşit sorumluluğa ve olaylar karşısında eşit yargılara mahkûm edilemez, edilmemeli. Çünkü bu asla kadın için iyilik ya da büyük bir menfaat getirmez. Bu meyanda Feminizmi savunanlara getirilebilecek en büyük eleştiri de işte bu noktada olabilir. Eşitlik adına kadını fiziki, ruhi ve zihni olarak kaldıramayacağı yükün altına koymak mı kadının iyiliğinedir? Yoksa adil olarak herkese kaldırabileceği yükü, taşıyabileceği ağırlığı yüklemek mi? Eşitlik adına kadını olmadığı ve yaratılış itibariyle hiç de olamayacağı konuma sokmak mı kadın hakkını savunma ve kadın adına menfaattir. Yoksa adaletli olarak fıtri hasletler göz önünde bulundurularak kadının kendisi olduğu, kendi varlığını ortaya koyabildiği konumunu pekiştirmek mi, kadın için asıl menfaattir? Tabi ki; Yaratıcının tevdi eylediği rolleri en iyi şekilde sergilemek hem kadın ve erkek; hem de toplum hayatı ve düzeni açısından mutlaka en güzel, en iyi ve en adil olandır. İşte bu da mükemmel bir hayat nizamı olarak Hakk’ın kullarına ihsan buyurduğu İslâm dinidir. Müslüman kadın ve müslüman erkek dinin kendisini yükümlü kıldıklarına riayet edip sorumluluklarını yerine getirdiğinde ve bunu da Hakk’ın emri ve kendisinin kul olduğu anlayışıyla yaptığında dünyanın en mutlu, en özgür, en modern ve en ileri olduğunu görecektir.
Rabbim bizleri hayatını İslâm’ın ölçülerine, emirlerine göre şekillendirenlerden kılsın. Dinini heva ve hevesleri doğrultusunda tahrip edenlerden, müslüman için en iyi örnek olan Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Efendimizin sünnetini, ahlâkını terk edenlerden ve Hak olana bidat ve bâtıl ekleyenlerden eylemesin (âmin).

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.