Özlenen Rehber Dergisi

83.Sayı

Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında

Cafer CEYLAN Özlenen Rehber Dergisi 83. Sayı
Göçtü Kervan, Kaldık Dağlar Başında

Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın!?...
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.
Çağrışır tellallar, inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

Emr-i hac göçeli hayli zamandır…
Muhammed cümleye dindir, imandır…
Delilsiz gidilmez, yollar yamandır…
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…

Yunus, sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin…
Enbiyaya uğramaz ise yolun…
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.
Yunus Emre

Öyle şairler ve şiirler vardır ki Hakk’ı, hakikati haykırdıkları için Allah katından bunlara yardım olunur. Allah’ın yardımına mazhar şairlerden en büyüğü, Ashâb-ı Güzin efendilerimizden Hassan bin Sabit idi. Hassan bin Sabit (r.a.) şiirleri ile Rasûlullah’ı, İslâmiyet’i ve Ashâb-ı Kiram’ı över ve İslâm kahramanlarını cihada teşvik edici beyitler söylerdi. Ayrıca Kureyş kâfirlerinin ve diğer müşriklerin yüz karalarını, bâtıl inançlarını, cehaletlerini ortaya koyan şiirler okurdu. Rasûlullah (s.a.v.) şair Hassan İbnu Sabit (r.a) için mescide hususi bir minber koymuştu. Hassan, orada kurulup mufahara (*) yapar veya Rasûlullah (s.a.v.)’in hasımlarına karşı Efendimiz’i müdafaa ederdi. Efendimiz (a.s.): ’Allah; (c.c.) Hassan’ı, Rasûlü’nü müdafaa ettiği veya onun adına mufahara yaptığı müddetçe Ruhu’l-Kudüs’le takviye etmektedir.’ derdi. (Buharî, Edep 91; Ebu Dâvûd, Edeb 95; Tirmizî, Edeb 70.)
Peygamberimiz, Hassan bin Sabit’e, hiciv (yerici) şiirleri yazarken Hz. Ebu Bekir’e danışmasını, ondan bilgi almasını emretmiştir. Hassan bin Sabit, Hz. Ebu Bekir’den bilgi aldıktan sonra hiciv şiirleri yazardı. Hassan bin Sabit, bir defasında kâfirlerin yüzkaralarını, bâtıl inançlarını, cehaletlerini ortaya koyan bir şiirini okuduktan sonra Peygamberimiz, (s.a.s.) ona: ’Ey Hassan! Müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını (bâtıl inanç ve büyük bir cehalet bataklığında olduklarını) ortaya koy!... Cebrail (a.s.) seninledir. Ashâb’ım silâhla harp ettikleri gibi sen de dil ile harp et!...’ buyurdular. Yine Peygamberimiz, (s.a.s.) Hassan bin Sabit için: ’Muhakkak ki Allah Teâlâ, Rasûlü’nü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassan’ı, Ruhü’l-Kudüs (Cebrail Aleyhi’s-Selâm) ile takviye etmektedir.’ diye buyurmuştur. (Buharî, Edeb 91; Müslim, Fezâilu’s-Sahabe 153.) Derviş Yunus da bu şairler sınıfındandır. Yani Allah tarafından şiirlerini yazarken kendisine yardım olunan, ilhama mazhar kişilerden. O, sadrı Rahman’a dönük olduğu için Hak katından gelen ilhamlara hem açıktır hem mazhardır.
Rasûlullah (s.a.v.)’a, bir bedevi gelir. Dikkat çekici bir üslupla konuşmaya başlar. Efendimiz de (s.a.v.): ’Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak ki şiirde de hikmetler vardır.’ buyurur. Risaletü’n-Nushiyye Sahibi’nin de şiirlerinde insanı sarsan, etkileyen, veciz beyanın zirvesinde bir sihir, büyü vardır…
Türk şiir tarihinin en büyük şairinin kim olduğu sorulduğunda hiç düşünülmeden bu işin uzmanları: ’Yunus’tur…’ cevabını vereceklerdir. O ruhlara tesir eden öyle kıtalar, beyitler yazar; söyler ki onun için sır perdeleri aralanır. O da kendisi için aralanan Kur’anî hikmetleri, sırları belâgatin en yüksek noktasında âşıklarla, dertlilerle paylaşır. Bir ölçüde Yunus’un şiirleri, insanları Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne davet eder. Yunus bunu tasavvufî bir hassasiyetle zahirî yaptığı gibi batınî de yapar.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kadim’inde: ’Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp kaldırdık. Artık bugün görüş gücün keskindir.’ diye ferman buyuruyor. (Kâf suresi, 50/22.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde: ’İnsanlar uykudadır, ölümle uyanırlar…’ diye buyuruyorlar. (İmam Gazali, İslâm Klasikleri 2, Bedir Yay., s.18. Not: Bu veciz ifadenin Hz. Ali (k.v.)’ye nispet edenlerde vardır.) İnsanların tahmin edemeyeceğimiz büyük bir kısmı, derece derece gaflet uykusundadırlar. Kimi tevhit ve risalet noktasında, kimi nefis ve Şeytan noktasında, kimi itikat, akide, amel noktasında… kimi de her hususta, bu kimileri çoğaltmamız mümkündür. Yukarıya aldığımız âyet-i celilede Rahmanımız (c.c.); Kur’an’dan, Rasûlü’nden habersiz olarak yaşayan veya bu hakikatleri reddedenler için ’….sen bundan gaflet içindeydin…’ diye onların hâllerini ortaya koyuyor ve perdelerin onlar için aralanması, doğruların üzerine çekilen örtülerin açılıp kaldırılması ve en nihayette küfür edilerek inkâr yoluyla hiçbir bilgiye dayanmadan reddedilen hakikatlerin gün gelip -bu gün ölümle geliyor- Allah tarafından bu inkârcılar ve kâfirlere gösterilmesi, ’…Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp kaldırdık. Artık bugün görüş gücün keskindir.’ buyurarak bizlere şimdiden, daha bu dünyada, birçok hususlarda ölüm sonrası hayatta kimlerin ne ile karşı karşıya kalacağını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sonsuz Rahmet sahibi olan Rabbimiz, üzerimizdeki örtüleri açıp kaldırmadan; gözümüzün önündeki perdeleri aralamadan ve görüş gücümüzü keskinleştirmeden rızası doğrultusunda yaşamamızı bizlere nasib-i müyesser eylesin… Âmin…

Yunus da ilk dörtlükte bu gerçeklerden bahsediyor. Gaflet uykusunda nice bir zamandır uyuyanlar, Allah ve Rasûlü’ne giden nurlu kervanından manen geride ve dağlar başında kalmıştır. Alçakgönüllülüğü elden bırakmayan Yunus, önce nefsini muhatap alır; ona diyeceğini der; sonra da dizelerine kulak verenlere, hayrı nasihat eder. Tellallar yani Allah’ın peygamberleri, velileri, mü’min kulları; Allah’ın emir ve nehiylerini, imtihanı, dünyanın faniliğini, ölümü, hesabı, cennet ve cehennemin varlığını yüksek sesle hem ilân etmektedirler hem de bunlar için insanların neler yapması gerektiğini bildirmektedir; fakat üzerinde gaflet hâli bulunan insanlar, bu hakikatlere kayıtsızlık ile sanki inanmaz bir durum içindedirler.

’Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın!?...
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.
Çağrışır tellâllar, inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.’

Dertli Yunus’un bu dörtlüklerde sembolize ettiği, Allah ve Rasûlü’ne giden nurlu kervan; aslında kutsal topraklara, Mekke-yi Mükerreme’ye dolayısıyla Kâbe-yi Muazzama’ya, Medine-yi Münevvere’ye dolayısıyla Mescid-i Nebevi’de Kabr-i Rasûl’e hac farizası ve ziyaret niyetiyle gitmektedir. Sembolize edilen ve nereye gittiği belli olan bu nurlu kervana katılanlar, gerçekte Allah ve Rasûlü’ne, cennete, Cemalullah’a, sonsuz kurtuluşa gitmektedirler. Hac farizasını ve diğer emir ve yasakları ifa etmek kastıyla yaratılan ve hareket eden insanlık kervanına katılanlara ne mutludur!... Onların başı, imamı, rehberi Hz. Rasûlullah Efendimizdir.
Bilinmeyen bir menzil yolunda kılavuz olmadan hareket edilmez; zira yollarda büyük tehlikeler vardır. İkinci dörtlükte müridin seyr-i sülûk yolculuğundan da bahsedilir. Müridin bu yolculuğu yamandır, mürit bu yolculuğa delilsiz, mürşitsiz gidemez.
Yunus’un dörtlük sonlarında aynen tekrarladığı: ’Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…’dizesini, hem kendi kalbi ve ruhunu hem de kendisine kulak veren, Hakk’a ulaşmak isteyen sırdaşlarının kalp ve ruhlarını; sonsuz saadete ulaştıracak Allah ve Rasûlü’ne itaat ve ittiba fikrini diri tutmak için terennüm eder…

’Emr-i hac göçeli hayli zamandır…
Muhammed cümleye dindir, imandır…
Delilsiz gidilmez, yollar yamandır…
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…’

Son dörtlükte, insanoğlunun bir yaratılış sebebi olduğu; bu yaratılış sebebi gereği Hakk’ı her zaman anması, O’na uyması gerektiği; bunun da ancak Allah katından gönderilen Son Rasûl’e uyularak gerçekleşebileceği; aksi takdirde Allah ve Rasûlü’ne giden ve sonsuz kurtuluşu sembolize eden kervandan geri kalınacağı düşüncesi gayet açık, yalın, somut, duru, süssüz bir ifade ile ortaya konuyor.

’Yunus, sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin…
Enbiyaya uğramaz ise yolun…
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.’

Rabbimiz, Zât’ına ve Rasûlü’ne giden bu ince manevî ve ahiret yolunda bizlere, sizlere yardımını esirgemeye… Âdemoğlu düşüncelerin de fevkinde çok ama çok zayıftır. Bu şekilde büyük acziyet içerisinde olmasına rağmen onun her şeyi ile övünmesine şaşılır. Yaratan ve Yaşatan ise idraklerimizin anlayamayacağı; fakat kalplerimizin, ruhlarımızın teslim olacağı ilmiyle, kudretiyle çok ama çok güçlüdür, yücedir, büyüktür. Biz O’nu tarif ve tavsif edemeyiz. O bize Zât-ı Ulûhiyet ve Ubudiyetini tarif ve tavsif ettiği minval üzeredir… Bildiklerimiz de bilinenler de ancak O’nun öğrenilmesini murat ettiği bilgilerdir. Varlık da, ilim de güç de O’dur… Ey yaratmasıyla şereflendiren ve bizlere nice nimetler ihsan eden Rabbimiz! Bizlere rahmetinle bakmazsan hâlimiz o zaman nice olur?!... Ne katından gelen hayra ne de nefsimizden gelen şerre bakıyoruz!!! Sana ve rahmetine bakıyor, iltica ediyoruz…

’(Rasûlüm!) ’De ki: Duanız olmasa Rabbim size, ’Ne?!...’ diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.’ (Furkân sûresi, 25/77.)


Dipnot ve Kaynakça:

* ’Mufahara’ iki tarafın şairleri ve hatipleri arasında yapılan edebî bir yarışmadır.

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.