’Müminlerden öyle erler vardır ki Allah’a verdikleri sözde sadakat (doğruluk) ettiler…’
(Ahzab sûresi, 33/23)
Sözde, niyette, azimde, amelde doğru olmayı ifade eder sıdk. Bütün bunlarla sıfatlanan kimseye Sıddîk denir. Sıddîk doğrulukta önde ve ileride olan demektir. Sıdkın faziletini ifade hususunda da ’Sıddîk’ kelimesinin bu kökten gelişi kâfidir. Zira Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de peygamberleri bu vasıf ile övmüştür. ’Kitapta İbrahim’i an (kavmine anlat). Zira o Sıddîk (doğruluğu çok olan) bir peygamber idi.’ (Meryem, 19/41)
Cebrail (a.s.)’ın, Rasûlullah Efendimiz’e (s.a.s.) miraç hadisesini Mekkelilere anlatmasını bildirince, Efendimiz (s.a.s.) insanların buna inanmayacağını söylemesi üzerine Cebrail (a.s.) Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) onu tasdik edeceğini bildirir. Mekkeli müşriklerin miraç hadisesini duyup da adeta Rasûlullah’ı (s.a.v.) yalanlamak için bir koz bulmuşçasına Hz. Ebu Bekir’e koşup anlatmaları; ’O söylüyorsa doğrudur.’ tokadıyla cevabını almış ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü ’es-Sıddîk’ lakabıyla taltif edilmiştir. Bu sadakati şu beyanıyla tüm hayatına şamil bir hali kapsadığını ifade etmektedir. ’Rasûlullah’ın yaptıklarından hiçbirini terk etmedim. Hepsini işledim. Eğer Rasûlullah’ın sünnetini terk edersem hak ve hidayetten sapıtmamdan korkarım.’ (Müslim, Kitabu’l-Cihad)
Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilen tedriçte de geçtiği üzere Sıddîk makamı, peygamberlerden hemen sonra gelmektedir. Zira ahirette Rasûlullah (s.a.s.)’in nur cemalini görememe endişesi içerisindeki Ashab-ı Kiram efendilerimiz ile ilgili olarak inen âyette: ’Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.’ (Nisâ, 4/69-70) buyrulmuştur.
Sadakatin böyle yüce bir kıymetle taltif edilmesi hasebiyle imtihanı da o nispettedir. İmtihanlarla karşı karşıya kalma hususunda insanlar birbirlerine göre farklılıklar arz eder. İmtihanların en ağırına peygamberler uğrar ve onları, derece bakımından en yakın olan sıddîklar, şehitler ve sırasıyla salih kullar takip eder. Ve her insan, bulunduğu derecesine göre muhakkak bu imtihanlarla karşı karşıya kalır. Ka’b B. Malik (r.a.) efendimiz de Tebük seferindeki imtihanı doğrulukla kazandığını ve ömrünün sonuna kadar doğruluktan ayrılmayacağını Rasûlullah Efendimize beyan ettikten sonra en çok imtihanla karşılaştığı hususun sıdkla ilgili olduğunu söyler. (Riyazu’s-Sâlihîn)
’Mü’minlerden öyle erler vardır ki Allah’a verdikleri sözde sadakat (doğruluk) ettiler…’ (Ahzâb, 33/23) âyeti ile ilgili olarak Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
’Amcam Enes bin Nadr Bedir savaşında bulunamadı. Bu durum kendisine çok ağır geldi. ’Nasıl olur da Rasûlullah (s.a.s.) ile yapılan ilk savaşta bulunmam?.. Allah’a yemin ederim ki eğer Cenâb-ı Hak Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber savaşmayı bana nasip ederse Allah (c.c.) benim ne yapacağımı görecektir.’ dedi ve Uhud gününde hazır bulundu. Sa’d b. Muaz’la karşılaştı. Sa’d: ’Ey Ebâ Amr! Nereye gidiyorsun’ dedi. Enes: ’Cennet kokusuna bak. Ben onu Uhud’un eteğinde hissediyorum.’ dedi. Böylece şehit düşünceye kadar savaştı. Onun mübarek bedeninde seksen küsur yara sayıldı. O yaralardan kimi mızrak, kimi kılıç kimisi ok yarasıydı.’ (Tirmizî, Nesâî) İşte bu âyet o zaman nazil olmuştur.
Rasûlullah (s.a.v.) Uhud gününde Mus’ab bin Umeyr’in cenazesine durdu ve Ahzab sûresi 23. âyeti okudu. Keşşaf bu âyetin nüzul sebebini; ’Sahabilerden bazı kimseler şöyle adamışlardı: Eğer Rasûlullah (s.a.s.) ile bir savaşta hazır bulunursak sebat göstereceğiz, şehit oluncaya kadar savaşacağız.’ Sözüyle izah etmiştir.
Ebu Yakub en-Nehrecurî (v., hicrî 320): ’Sıdk, dış ve içte Hakk’ın uygunluğudur. Öyleyse iç âlemin dışa eşitliği sıdkın çeşitlerinden birisidir.’ buyurmuşlardır.
Yezid bin Haris ise şöyle buyurmuştur. ’Kulun iç ve dış âlemi eşit olunca o adil ve normaldir. İç âlemi dış âleminden daha üstün ise faziletlidir. Eğer dış âlemi iç âleminden üstün ise işte bu hâl zulümdür.’
Cafer-i Sadık (r.a.) buyurdu ki: ’Sıdk, mücahededir. Nasıl ki kendi nefsinin üzerinde başkasını seçmemiş isen, Allah (c.c.) üzerinde başkasını seçmemendir.’
Denildi ki; Cenâb-ı Hak Musa (a.s.)’a vahy gönderdi: ’Ben bir kulu sevdiğimde onu öyle belalara müptela kılarım ki dağlar o belalara tahammül edemez. Bunu da onun sıdkını (doğruluğunu) denemek için yaparım. Eğer onu sabırlı görürsem onu veli ve dost edinirim. Eğer onu şamatacı, beni kullarıma şikâyet edici görürsem, perva etmeksizin onu mahvederim.’ (İhyâu Ulûmi’d-Dîn)
Sözlük; Sıdk'a Dair...
Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.