Âdemoğlu, bu âlemde yolcudur. İlk konağı beşik, son menzili ise mezardır. Aslî vatanı ise, ameline göre cennet ya da cehennemdir.
Rabbimiz Teâlâ, geçici ikamet yeri olan bu dünya hayatını ve bir gün yok olup gidecek yeryüzünü kendilerine bir konak edinip, ondan aslî vatanlarına yolculuk için gerekli azığı temin etmeleri, amel ve fazilet biriktirmeleri için kullarının hizmetine vermiştir.
Öyleyse bu geçici hayatta, bir kul için en faydalı şey; kısa ömrünü, er geç bir gün hesap vermek üzere huzuruna varacağı, yüce katına döneceği Rabbi Allah (c.c.)’nun rızasını kazandıracak amellerle geçirmek, nefsin hevalarından yüz çevirerek gece gündüz O’na yaklaşmak ve cennetine girebilmek için gayret sarf etmektir.
Her hallerinde Rasûlullah (s.a.v.) ve Sahâbe’sine tam ittiba üzere olan Allah dostu büyük zatlar, hayatlarının her anını ganimet bilerek Allah’ı zikir ve ibadetle doldurmuşlar, vakti boşa geçirmemek için nefislerini ’evrad u ezkar’la meşgul etmişlerdir.
Özellikle tasavvuf erbabından duyduğumuz, gerek kitaplarında gerek sohbetlerinde sıkça kullandıkları bir terim olan ’evrad’ı; ’manası, mahiyeti, fazileti, çeşitleri, şeriattaki yeri’ vb. başlıklar altında bir yazı dizisi halinde işlemek istiyoruz. İyilikler Rabbimiz Allah (c.c.)’dan, noksanlıklar ve hatalar ise tamamen nefsimizdendir. Her hususta başarıya ulaştıran Allah (c.c.)’dur.
’EVRÂD’ NE DEMEKTİR?
Vird sözlükte; bir topluluğun suya gelmesi, varılan su, suya gelen deve veya kuş sürüsü, susuzluk manalarına gelir. (Bkz., İbn-u Manzûr, Lisânu’l-Arab, c.6 ,s.4811) Evrâd da, vird kelimesinin çoğuludur.
Istılahî manada ise vird için farklı tarifler yapılmıştır:
İbn-i Atâillâh el-İskenderî, virdi şöyle tarif etmiştir: ’Vird, Allah’ın kuldan istediği şeydir.’ (İbn-i Acîbe, Îkâzu’l-Himem Fî Şerhi’l-Hikem, s.266)
İbn-i Acîbe ise şöyle tarif etmiştir: ’Kulun kendisi için ya da şeyhin öğrencisi için ibadetlerden ve zikirlerden tertip ettiği şeydir.’ (İbn-i Acîbe, Îkâzu’l-Himem Fî Şerhi’l-Hikem, s.266)
Ebû Tâlib el-Mekkî, vird hakkında şu açıklamayı yapmıştır:
’Bilesin ki vird, gece ve gündüzden sürekli olarak kula uğrayan ve kulun, Allah’a yakınlık için ayırmış olduğu zaman diliminin adıdır. Bu vakitte, âhirette karşısına çıkması için güzel amel işler. Yakınlık, şu iki manadan birinin ismidir: Üzerine farz kılınan bir iş ya da kendisine mendup kılınan bir fazilet. Gece veya gündüzün bir vaktinde bunları yapar ve buna devam ederse, bu onun için, önden gönderip de yarın huzura vardığında kendisine ulaşacak olan bir vird olmuş olur.’ (Bkz., Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, c.1, s.174)
’Evrâd, Cenâb-ı Hakk’ın bir dostuna, kendisini zikretmesi için açmış olduğu hususi bir ilim, bir yakınlık hali, bir tesbihattır.’ (Bu cümle, Muzaffer Yalçın Hocaefendi’nin 3 Ağustos 2008 Pazar tarihinde yapmış olduğu bir konuşmasından iktibas edilmiştir.)
Bu ve diğer tariflerden hareketle vird için öz olarak şu tarifi yapabiliriz: ’Vird, bir mü’minin sadece Allah’ın yakınlık ve rızasını elde etmek amacıyla, gece veya gündüzün belirli bir vaktinde, sürekli olarak yerine getirmeyi kendine vazife edindiği, bidatlerden uzak olup kaynağını Kur’ân ve Sünnet’in oluşturduğu, nafile cinsinden her türlü ibadet ve itaat için kullanılan bir terimdir.’
Sürekli eda edilmesi ve Allah (c.c.)’nun yakınlığına vesile olması yönüyle farzlar da evrâd cümlesinden sayılabilir.
İlk asırlarda ’vird’ kelimesi bu genel manası üzere kullanılırken, daha sonraki dönemlerde nefisleri terbiye etme ve irşat makamına haiz mürşitlerin, kendilerine intisap eden ve terbiyelerine talip olan mürit ve talebelerine telkin ettikleri ibadet nevinden zikir, dua vs. için kullanılmıştır.
’Zikir/ezkâr’, ’hizb/ahzâb’ kelimeleri, evrâdla eşanlamlı olarak kullanılan kelimelerdir.
EVRÂDIN MAKSADI, GEREKLİLİĞİ, FAZİLET ve HİKMETLERİ:
’Evrâddan maksat; kalbin Allah Teâlâ’nın zikriyle tezkiye edilmesi, temizlenmesi, saf hale getirilmesi ve O’nunla ünsiyetinin sağlanmasıdır...’ (İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.1, s.353)
İnsanın yaratılmasından maksat olan kulluğun hakikati; Allah (c.c.)’yu sevmek, O’nun tarafından sevilmek ve marifetullahı elde etmektir. Bu yüksek payeleri elde etmek ise O’nun mukaddes zatını devamlı surette zikretmek, sıfat ve fiillerini tefekkür etmek, ibadet ve itaatinde devamlı olmakla mümkündür.
İnsanın fıtratında usanma ve bıkma olduğundan nefis, zikir ve tefekkür çeşitlerinden herhangi biri üzerinde her vakit devam etmeye güç yetiremez. Bir zaman sonra usanır ve bıkkınlık gösterir. Bu sebeple vakitlere göre nefsi bir çeşit zikirden başka bir çeşide, bir nevi tefekkürden diğer bir neve nakletmek suretiyle onun rahatlatılması gerekir. Bu şekilde kişide ibadet lezzeti yerleşir, zikrullaha iştiyakı muhafaza edilmiş ve itaatte devamlı olması sağlanmış olur. Bu nedenle Allah dostları zikrullahı, virdler halinde gece gündüz vakitleri içerisinde çeşitli kısımlara bölerek nefsi itaate alıştırma, vakitleri Allah’ın zikriyle geçirerek değerlendirme yoluna gitmişlerdir. (Bkz., İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.1, s.335)
İmam Kuşeyrî, ’Risâle’ adlı eserinde şöyle der: ’Meşayih şöyle demişlerdir: ’Vecd, evrâdın meyveleridir.’ Vazifeleri artan her kimseye Allah’tan lütuflar artar. Üstat Ebû Ali ed-Dekkâk (rh.a.)’i şöyle derken işittim: ’Vâridât, evrâd nispetindedir. Her kimin zahirde bir virdi olmazsa, sırlarında da o kimse için bir vird olmaz…’ (Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, s.141)
’Meşâyih ve Ulemâ-u Billâh, ittifak etmişlerdir ki; her kimin virdi yoksa vâridi de yoktur.’ (İsmâîl Hakkî el-Bursevî, Tefsîru Rûhi’l-Beyân, c.3, s.307) ’Vârid’ lügatte; gelen, ansızın gelen demektir. Istılahta ise, kulun bir kastı olmaksızın Cenâb-ı Hakk’ın kalbine bıraktığı hoş havâtır, ilâhî nur, tecelli ve ihsanlardır ki bunlar ibadet, itaat ve yakınlık yolunda kalbe kuvvet kazandırır. (Bkz., Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, s.141; İbn-i Acîbe, Îkâzu’l-Himem Fî Şerhi’l-Hikem, s.146; 266)
Kulun gün ve gecelerini belirli kısımlara bölerek bu zaman dilimlerinde Rabbini zikretmesi, belirli dua ve zikirleri virt edinmesi asla ve asla sonradan dine katıştırılan bir bidat değil, Kur’an ve Sünnet’te delil ve mesnedi bulunan meşru bir yoldur.
EVRÂDIN MEŞRU OLUŞUNUN DELİLLERİ:
1- Kur’ân-ı Kerim:
’Vird’ ve ’ve-ra-de’den türeyen kelimeler Kur’ân’da; götürme, varış yeri (Hûd, 11/98), susuz (Meryem, 19/86), gelmek, varmak (el-Enbiyâ, 21/99; el-Kasas, 28/23) gibi sözlük manaları üzere kullanılmıştır. ’Sürekli yapılan bir ibadet’ manasına ise Kur’ân’da bu kelime ve türevleriyle değil, ’zikir, tesbih, dua’ vb. ifadelerle işaret edilmiştir.
Dua, tesbih, istiğfar ve genel olarak zikirle ilgili tüm âyetler virdin meşru oluşuna birer delildir. Biz burada bu âyetlerin tümünü nakletmek yerine virdi oluşturan temel unsurlardan biri olan ’belirli vakitler’e ve zikrin bu vakitlere tahsisine işaret eden âyetlerden bazılarını zikredeceğiz.
’Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.’ (el-Ahzâb, 33/41-42)
’…Allah’ı çokça zikreden erkeklerle çokça zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.’ (el-Ahzâb, 33/35)
’Sabah akşam Rabb’inin adını an. Gecenin bir kısmında ona secde et; geceleyin de onu uzun uzadıya tespih et.’ (el-İnsân, 25-26)
’O halde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbine hamd ederek tespihte bulun. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki razı olasın.’ (Tâhâ, 20/130)
’Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde bağışlama dilerlerdi.’ (ez-Zâriyât, 51/17-18)
’Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.’ (Hud, 11/114)
Bir hadislerinde Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: ’Allah’ın kullarının en hayırlıları, güneşi, ayı, yıldızları ve gölgeleri Allah Azze ve Celle’nin zikri için gözetenlerdir.’ (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Salât, 25, c.1, s.558, h.no:1781)
Güneş ve ayı yaratmaktan gaye, sırf düzenli bir yapının meydana gelmesi olmadığı gibi, gölge, ışık ve yıldızların yaratılmasından gaye de sadece dünya işlerinde yardımcı olmaları değildir. Bilakis bunların yaratılışından gaye; vakitlerin kıymetinin bilinmesi ve bu vakitlerde âhiret hayatı için ibadet ve ticaretle iştigal etmektir. Buna şu âyet-i kerime bir delildir: ’O, öğüt almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getirendir.’ (el-Furkân, 25/62)’ (Bkz., İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.1, s.335)
’Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Sonra gece alametinin (ışığını) giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık ki, Rabbinizden bir fadl (lütuf) isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz...’ (el-İsrâ, 17/12)
Âlimler, âyette elde edilmesi arzu edilen fadl (lütuf)tan maksadın sevap ve mağfiret olduğunu söylemişlerdir. (Bkz., İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.1, s.335)
2- Sünnet-i Seniyye:
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, farzların yanı sıra Cenâb-ı Hakk’ın sevgi ve yakınlığına vesile olacak; Kur’ân tilaveti, namaz, zikir, dua, istiğfar ve benzeri ibadetlerle devamlı olarak iştigal etmiş ve bunlarla meşgul olmayı Ashâbına tavsiye etmiştir. Efendimiz’in hiçbir anı, Allah’ı zikirden uzak değildi. Ancak O, bu daimi zikrinin yanı sıra özellikle gecenin son üçte biri, seher vakti, sabah namazından güneş doğuncaya kadar geçen vakit, ikindi namazından sonraki vakit gibi bazı vakitleri ibadete tahsis etmişti. Efendimiz (s.a.v.)’in hayatındaki ibadet ve zikrullahın coşku ve yoğunluğuna işaret eden pek çok rivayet vardır. Bu rivayetler için hadis eserlerinde ’Deavât, Ezkâr’ gibi müstakil hazırlanmış bölümlere müracaat etmelidir. Devam edecek...
Evrâd U Ezkâr-1-
Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.