Genel durum; Osmanlı-Hicaz
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı yenilen taraf olarak imzalayınca, ordu birlikleri Anadolu’ya nakledilmeye başlanmıştır. Bunun bir istisnası, Medine Seferi Kuvvetleri’dir. Medine Seferi Kuvvetleri, verilen emirlere rağmen teslim olmayı reddetmiştir. Bu sebeple de ateşkesin tarafları panik içine düşmüştür. Medine’yi kuşatan Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah son derece tedirgin olmuş; diğer taraftan teslim olmak lazım geldiğine inanan bir kısım subay ve asker de bir an önce evlerine dönmek istemişlerdir. Ne var ki Hicaz Seferi Kuvvetler Kumandanı, ’Çöl Kaplanı’ lakaplı Fahreddin Paşa teslim olmamakta, ’Peygamberin kutsal mevkiini İngilizlere ve yâranlarının himayesine terk etmem!’ diye diretmektedir.
Osmanlı Ordusu’nun I. Cihan Harbi’nde, Çanakkale ve Kut’ul-Amere zaferlerinden sonra üçüncü önemli direniş destanı, Medine Müdafaası’dır. Kendisine ’Sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdıran komutan’ denilen Fahreddin Paşa ise bu destanın en büyük kahramanıdır. Mekke ve Medine yani Müslümanların kutsal toprakları, 1517’de Yavuz Sultan Selim Han tarafından Osmanlı idaresine geçmişti. Yavuz Sultan Selim Han kendisini Hicaz’ın ’hâkim’i değil ’hadim’i, yani hizmetkârı olarak nitelendiriyordu. Osmanlı’nın bölgedeki varlığı işte bu şuur ile tam 400 yıl sürdü. Hac ibadetinin güvenliği için İslam âleminin bu manevi başkentinin titizlikle korunması ve düzeninin sağlanmasına, özel bir önem veriliyordu.
İngilizlerin Şerif Hüseyin’i ayartmaları,
24 Mayıs 1916’da İngilizlerden maddi ve manevi müthiş bir destek alan Şerif Hüseyin ayaklandı. İsyana bölgedeki büyük aşiretler destek vermedikleri gibi; Arap Dünyası, Hindistan Müslümanları ve Kuzey Afrika’da önde gelen İslam âlimleri ve liderleri, Şerif Hüseyin’i ihanetle suçladılar. Arap İmparatorluğu vaatleriyle ayaklanan Şerif Hüseyin’in savaş boyunca vereceği tahribat ise küçümsenecek gibi değildi. Irak, Sina ve Yemen cephesinde, düşman kuvvetlerine karşı başarılı bir savunma savaşı veren Türk Ordusu, beklenmedik bu düşmana karşı hazırlıksız yakalanmıştı.
1916 yılı başlarında Sina Cephesi’nde Kanal Harekâtı ve Irak’ta İngiliz işgali sürerken isyancılar Medine’ye saldırdı. İsyancılar, İngilizlerden sağladığı altın, silah, yiyecek ve askeri birlikler sayesinde 9 Haziran’da genel saldırıya geçerek; 16 Haziran’da Cidde’ye, 7 Temmuz’da Mekke’ye ve 22 Eylül’de de Taif’e girdiler.
Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dışındaki hemen hemen bütün merkezler asilerin eline geçmişti. Medine kuşatma altındaydı. 17 Temmuz 1916’da ordu kumandanlığına tayin edilen Fahreddin Paşa komutasındaki Hicaz Seferi Kuvvetleri, Medine kuşatmasını püskürttü. İngilizlerin büyük ümit bağladığı isyancı kuvvetler sayıca üstünlüklerine rağmen bozguna uğradı. Fahreddin Paşa fiilen katıldığı savunmanın ardından Medine’yi kontrol altına aldı.
Çöl Kaplanı Ömer Fahreddin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkânlarla Medine’yi 2 yıl 7 ay müdafaa etti.
Âsilere tokat gibi cevap
Fahreddin Paşa, Şerif Hüseyin’in isyan gerekçesi olarak ittihatçı hükümetini suçlamasını ve Osmanlı’yı İngilizlerin yanında olmak varken karşı safta savaşa sokmasını eleştiren beyannamesine bir cevap yayınladı. Şerif Hüseyin’in şahsında tüm işbirlikçilere ibret olan beyannamede şöyle deniliyordu:
’Tarihi ve milli düşmanlarımız ve bunların işbirlikçileriyle hayat ve memat meselesine atıldığımız bir zamanda, İslam’ın güçlerini bölerek Müslümanlar arasında kan dökülmesine sebep olan asilerin bize hâlâ Müslümanlıktan ve İslam birliğinden söz etmesi hayret vericidir. İslam âleminin mevcudiyeti ve bekası için cihad ilanına mecbur kalmış olan devletimiz yanında; Cezayir, Fas, Trablusgarp, İran, Hindistan ve Rusya Müslümanlarının can verdiği şu tarihi günlerde, İslam’ın beşiği olan kutsal toprakları, Hazreti Peygamberin mukaddes kabrini İngilizlere çiğneten, altın ve paraya ibadet eden bu hainlerden her şey umulur.…’
Paşa’nın Medine aşkı;
Osmanlı’nın, Filistin ve Hicaz’ı aynı anda savunacak gücü kalmayınca; Kudüs’ü kurtarmak için Medine’deki kuvvetlerin Filistin’e kaydırılmasına karar verildi. Medine’nin boşaltılması haberini alan Fahreddin Paşa, Cemal Paşa’ya şu telgrafı çekecekti: ’Bu mukaddes şehri, Hazreti Peygamber’in Ravza-i Mutahhara’sını son dakikaya kadar muhafazayla, ecdadımızın Medine’ye, anavatanın kıblegâhına yerleştirmiş oldukları bayrağımızın bana kaldırtılmamasını kemali hürmetle istirham ederim.’
Fahreddin Paşa, hiç değilse Medine’nin savunması için kendisine bir alay askerin bağışlanmasını isteyecek; askeri strateji gereği Medine’nin boşaltılması kararını onaylayan Enver Paşa ise Fahreddin Paşa’nın çığlığına kayıtsız kalamayacaktı. Medine boşaltılmayacak ve sonuna kadar da savunulacaktı!
Kutsal Emanetlerin İstanbul yolculuğu
Osmanlı Hükümetinin Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine’de Hazreti Peygamberin (s.a.s.) kabrinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul’a nakledilmesini teklif etti. Çünkü Medine’nin İstanbul’la irtibatını sağlayan demiryolu kısmen yağmacıların eline geçmiş, ulaşımın zorlaşması ve Anadolu’yla irtibatın kesilmesi söz konusu olmaya başlamıştı. Teklifi hükümet tarafından kabul edilen Fahreddin Paşa, bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettiği 30 parçadan oluşan mukaddes emaneti, 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderdi. (Bunlar, Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetler Bölümü’ndedir.)
Fahrettin Paşa elinde kalan az sayıda kuvvetle hem bu çöl yolunu hem de Medine’yi müdafaaya devam etti. Fakat Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın olan Tebük–Medain arasındaki istasyonun düşman eline geçmesinden sonra Medine Kalesi isyancılar tarafından kuşatıldı. Hiçbir yerden yardım alamaz durumda olan halk ve asker, açlık ve hastalık çekmeye başladı. Hurmadan başka yiyebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Medine açlıkla boğuşurken birden bire gökyüzünden çekirge yağmaya başladı. Herkes elde kalan bir avuç tahılın, hurma ağaçlarının mahvolacağını düşünerek çekirgelere korkuyla bakıyor; ’Eyvah Medine şimdi bitti!’ diye ah çekiyordu.
Fahreddin Paşa ise Afrika’nın Sina’yı geçerek Medine’ye musallat olan çekirgelerini nimet olarak değerlendirmişti. Ona göre bu bir afet değil, göklerden gelen bir ikramdı. Paşa, okuduğu eski kitaplar arasında, Hz. Peygamber döneminde de Hicaz’da böyle bir çekirge istilasının olduğunu ve Peygamberin çekirge ile ilgili bir takım hadislerinin bulunduğunu hatırladı. Bu hadisleri arayıp bulan Fahreddin Paşa, buradan hareketle çekirge yemenin sünnet olduğuna hükmederek bunu askerlerine aktardı. Çekirge kurusunu çerez gibi yerken, çekirge unundan ekmek yapıp günlerce bu şekilde beslendiler.
...ve Mondros imzalandı
Medine’de bunlar yaşanırken diğer tarafta Şam işgal edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve bütün Arabistan’ı fiilen kaybetmişti. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Antlaşması aynı gün Sadrazam Ahmet İzzet Paşa imzalı acele bir telgrafla Osmanlı ordularına şöyle duyuruldu: ’Dört seneden ziyade din ve namus uğrunda akıllara sığmayacak fedakârlıklar gösterildikten sonra içinde bulunduğumuz devletler birliğinin mağlubiyet ve büyük güçsüzlüğe uğraması Osmanlı Devletimizi, İtilaf Devletleriyle antlaşma yapmaya zorladı…’
Antlaşmanın bir maddesinde Hicaz ve Yemen’de bulunan Osmanlı kıtaları ve garnizonlarının en yakın İtilaf Devletleri kumandanına teslimi şartı bulunmaktaydı. Mütareke haberi değişik kanallardan Medine’ye yayıldığında, Fahreddin Paşa askerlerini ve Medine’nin ileri gelenlerini Harem-i Şerif’te topladı. Mescid-i Nebevi’de toplanan herkes nefeslerini tutmuş halde Paşa’nın minbere çıkışını izliyordu. Fahreddin Paşa, Ravza-i Mutahhara’nın tam karşısındaki minberden Peygamberimizin ’Ey Nas!’ hitabıyla söze başladı:
’Ey Nas! Malumunuz olsun ki bu kahraman askerim, bütün İslam’ın manevi desteğiyle hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son neferine kadar muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna askerce, Müslümanca karar vermiştir. Bu asker Medine’nin enkazı altında ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateş içinde kırmızı bir kefende görülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minarelerinden ve yeşil kubbesinden al bayrak alınamayacaktır.
Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Allah’ın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin karşısında hep beraber diyelim ki;
Ya Rasûlullah, biz seni bırakmayız!’
Teslim olmayan Kumandan
Fahreddin Paşa Anadolu’da bulunan 20 bin İngiliz esiri çoktan beri İngiltere’ye iade edildiği halde, İngilizlerin bizim Mısır’daki esir kardeşlerimizi; hatta kadın, çocuk ve ihtiyar acizleri bırakmamış ve üstelik diğerlerini de esir almak istemesinden dolayı İngilizlere güvenmiyordu. Bu nedenle Ahmed İzzet Paşa’dan gelen emre net bir cevap vermedi. Aynı emir bu sefer Harbiye Nazırı Cevat Paşa imzasıyla 30 Kasım 1918’de yine İngilizler tarafından kendisine ulaştırıldı. Silah arkadaşlarına bu emri okudu ve şöyle dedi: ’Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka hilafet ve padişahın bir iradesi olmalıdır.’
Fahreddin Paşa gökyüzünü bir alev gibi kaplayan güneş altında, bir damla su için çatlak dudaklarıyla matara ağızlarına yapışan, Mehmetçikle birlikte bir destan yazıyor; Medine’den Milli Mücadeleye de taşınacak olan bir meşale yakıyordu. Paşa, teslim olmuyordu!
Artık geri dönmeleri için İstanbul’dan da emirler değil birbiri ardına ricalar ve ricacılar geliyordu. Fahreddin Paşa, 5 Ocak 1919’da en yakın arkadaşı Albay Ali Necip’le hayatının en zor kararını verecekti. Arkadaşı, Fahreddin Paşa’ya sonuna kadar bağlı kalacaklarını ama Osmanlı’nın menfaatleri gereği artık teslim olmaktan başka çare kalmadığını, antlaşma maddeleri bütünüyle tatbik edilmezse İtilaf Ordusu’nun İstanbul’dan çıkmayacağını söyledi. Paşa, arkadaşını sessizce dinlemiş ve Osmanlı’ya zarar verme ihtimalinden korkmuştu. Çaresiz teslim olacaktı.
Osmanlı Devleti’nin silah bıraktığı Mondros Antlaşması’ndan sonra, 70 gün Medine’nin savunmasını terk etmeyen Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa, 7 Ocak 1919’da ’Seni nasıl bırakırım ben ya Rasûlallah…’ yakarışlarıyla Ravza-i Mutaharra’nın başında bekliyordu. Peygamber’le son kez vedalaşmaya giden Paşa, ’Ben burada mücavir olarak kalacağım, Peygamber’in şefaatine sığınıyorum!’ diyordu. Tam teslim şartları konuşulacakken Fahreddin Paşa’nın bu hareketi, yeni bir siyasi kriz doğuracaktı. Eşyaları arabaya yüklenmiş olan Paşa’nın eşyaları indiriliyor, bir doktor çağrılıp Paşa’nın hasta olduğu İngilizlere söyleniyordu.
Sevgiliden koparılış;
Fahreddin Paşa’nın ziyaretine gelen silah arkadaşları, birbirlerine bakıp bir hamlede Paşa’nın etrafını sımsıkı sardı. Zira İngilizlerin, Paşa’nın teslim olması yönünde artık çok büyük bir baskısı vardı. Gözyaşları içinde Paşa’ya sarılan arkadaşları, kendisini hep birden kucaklayarak teslim aldılar. Ancak Fahreddin Paşa, kılıcını düşmana teslim etmiyor, Hazreti Peygamber’in mescidine emanet olarak bırakıyordu.
Medine’den sürgünlere...
İngilizler tarafından önce Mısır’da daha sonra da Malta’da tutuklu bulunan Çöl Aslanı Fahreddin Paşa, 1921 yılında serbest bırakılınca soluğu doğruca Sakarya’da alır. TBMM İslam ülkelerinden kurtuluş mücadelesine yardım gelmesini sağlaması için, kendisinin Afganistan’da görev almasını teklif eder. Böylece Çöl Aslanı Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk büyükelçisi olarak Kabil’de görev yapmaya başlar. Camilerde konuşmalar yaparak Afgan halkından büyük miktarlarda yardım toplar.
1926 yılında Anadolu’ya dönen Fahreddin Paşa, Türkkan soyadını almış; 1936’da tümgeneral rütbesiyle emekli olmuş; 1948’in Kasım ayında İstanbul’da vefat etmiş, Rumelihisarı Kabristanı’na defnedilmiştir.
Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa’nın şahsında tüm şehit ve gazilerimize Allah’tan rahmet dilerken Medine Müdafaası’nda Paşa’nın komutası altında savaşan Üsteğmen İdris Sabih Bey’in şiiriyle, ecdadımızı bir kez daha unutmayalım.
Dünya ve Ahiret Efendimizsin
Bir ulu’l-emr idin emrine girdik
Ezelden beyatli hakanımızsın
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın
Unuttuk İlhanı kara oğuzu
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur
Şımardık müjde-i sahabetinle
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur
Doyarız bir lokma şefaatinle
Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de ya Rasûlullah
Ancak sen okursun yüreğimizi
Ne kanlar akıttık hep senin için
O ulu kitab’ın hakkıçün aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin
Uğrunda her zaman dövüşeceğiz
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz
Can verir canânı veremez türkler
Ebedi hadimü’l-Harameyniniz
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler
Kaynaklar:
Feridun Kandemir, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası, Yağmur Yay., 1971;
Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Sebil Yay., 1994.
Murat Çulcu, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası, Kastaş yay. 2007
İsmail Bilgin Medine Müdafaası Çöl Kap
Unutulmayanlar;çöl Kaplanı Fahreddin Paşa ve Medine Müdafaası
Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
özetini de yollar mısınız soru cevap şeklinde