Kurban kelimesinin anlamının ’yaklaşmak’ yani ’kurbiyet’ olduğu pek çoğumuzun malumudur. Mana itibariyle bunları ihtiva etse de yine hepimiz bilmekteyiz ki Kurban denilince bizim zihin dünyamızda Allah’a yakınlaşmak maksat ve gayesi ile belirli özelliklere sahip ve yine belirli kusurlardan uzak belli hayvanlardan bazılarını belli günlerde kesmek, boğazlamak anlaşılmaktadır. Rabbine yakınlaşmayı arzu eden herkesin kurban olarak kestiği hayvanla neyi amaçladığını düşünmesi gerekmektedir. Allah’ü Teâla’nın bu kurban edilen hayvanlar için ’Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz…’ (Hac, 22/37) sözü de bizi bu sorgulamaya teşvik eder niteliktedir.
Kurban bir ibadettir. Diğer ibadetlerde olduğu gibi doğaldır ki kurban ibadetinde de fıkhî bir takım kurallar, kaideler vardır. Fakihler ayet ve hadislerden istimbad ederek kurban ibadetine ait bu kural ve kaideleri belirlemişlerdir. İbadetlerin fıkhî yönlerinin yanı sıra deruni/batınî yönleri de vardır. Kadim zamanlardan beri dinin emir ve nehiyleri ile ilgili olarak bu özellik zaman zaman dillendirilmiş, yazıya aktarılmış ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bu noktadan hareketle kulağımızı, gönlümüzü Hazreti Mevlana (k.s.)’ya verecek ve O’nun dünyasında kurban nedir, nasıldır ona bakmaya çalışacağız.
Aslında Hz. Mevlana (k.s.)’nın her şeyden önce ve daha elzem olarak nefsi Hak yolunda kurban etmeyi öğütlediğini, dillendirdiğini, haykırdığını çok net bir şekilde görürüz. Hz. Mevlana (k.s.)’ya göre, kulun Allah’a giden yolda kurban etmesi gereken ’aklı’ ve ’nefsi’dir. Kul önce aklını ve nefsini Allah yolunda kurban etmelidir. Asıl olan hakikat bu yüce değerdir. Bu süreçte Peygamberler ve Kur’an kul için en önemli ve en sağlam yol göstericidir. Peki bu kurban etme hadisesi nasıl olmalıdır? Neyi nereye kurban etmeli, olayı nasıl değerlendirmelidir? Aklı, ilahî aşk uğruna ve ilahî emir ve yasaklara uyma hususunda; nefsi de ruhun esaretten kurtulabilmesi için kurban etmek gerekir. Aklı garabet ve hezimetlerden beri, nefsi de tutku ve ihtiraslardan ari kılmak için kurban etmelidir. Ama bütün bunları Allah rızası ve Allah aşkına, itirazsız ve garazsız yapmak çok ama çok önemlidir.
Söz tam buraya gelmişken, Hz. Pir Mevlanamız, Peygamberlerin emirleri karşısında sevinerek kurban olmanın gerekliliğini söyler bize. ’Sen de Ey Salik! Hazreti İsmail (a.s.) gibi o vasıtanın (peygamberlerin) ve onu vasıta kılan Allah’ın hükmü huzurunda baş eğ!.. Kahr ve celal kılıcı önünde sevine sevine can ver’ (Mesnevi cilt 1, Beyit no 225)
Burada mevzunun zihin ve gönül dünyamızda daha net resmedilebilmesi adına şu gerekleri ifade etmeme müsaade ediniz. Bildiğiniz gibi Hakka kurban olma hadisesi ilahi emre karşı beşeriyetin gösterdiği fedakârane itaatin en üstün derecesidir. İnsanlar arasında malını, mülkünü, hatta hayatını feda edebilecek olanlar çok değilse de hiç yok da değildir. Fakat hayatın mahsulü olan evladını yatırıp kendi eliyle onun boğazına bıçak çekmek öyle zannederim ki ancak Hz. İbrahim (a.s.)’ın bir de Peygamberimizin dedesi olan Abdulmuttalib’in elinden gelebilirdi. Keza babasının arzusuna itaat ve onun rızasını almak için ölüm bıçağına boynunu uzatmak harikası da ancak Hz. İsmail (a.s.) bir de Efendimiz (s.a.s.)’in muhterem babası Hz. Abdullah gösterebilirdi. (Şerh-i Mesnevi Tahir-ül Mevlevi, cilt 1 sayfa 185, Şamil yayınevi)
Hz. Mevlana (k.s.) tam da bu noktada istikametten şaşmama adına çok mühim ve bir o kadar da önemli bir ölçüyü ortaya koymaktadır. Şöyle ki Hz. Pir (k.s.) hayatı, kurbanlık hayvan düzeyinde yaşamamak, Allah’a layık bir kul olmaya çalışıp Kur’an’ı hayat kitabı olarak görmek gerekirtiği gerçeğini bu bağlamda gür bir seda ile dillendirir. ’Kim samanla, arpayla beslenirse, (hayvan gibi ölüme) kurban olur. Kim de Hak nûru ile gıdalanırsa Kur’an (sırrına mazhar) olur.’ (Mesnevi, cilt: 5, beyit no: 2478) Yine en başka ifade ettiğimiz gibi Hz. Mevlana’ya göre aklı, Allah aşkı ve O’nun elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’e teslimiyet yolunda kurban etmek gerekir: ’Aklı, Mustafa (s.a.s.)’in önünde kurban et ve de ki ’Hasbiyallah’ (Allah’ım bana yeter).’ (Mesnevi, cilt: 4, beyit nu: 1408) ’Sevgilinin aşkında aklı kurban et. Sevgili varken akıllar, öte yandan gelmiş bir yüktür!’ (Mesnevi, cilt: 4, beyit no: 1424)
Hz. Mevlana (k.s.) kurban olma noktasında ruhumuzu, bedenin ve şehvetlerin esaretinden kurtararak yüceltebilmek için, nefsimizi kurban etmemiz gerektiğini söyler ki bu da asıl manayı, yaratılış gayesini ve maksadını anlama noktasında büyük bir haslettir. Çünkü insanın nefsani arzu ve emellerini kontrolü altına alması gerekir. Çünkü dünyevî hırs ve arzular onu bu dünyadaki sınırlı ve geçici lezzetlere bağımlı yapar. Bundan ötürüdür ki; kurtuluşa erenler nefsi ile aralarını açanlar, onlara muhalefet edenler, Yaratanın arzusu istikametinde onu yani nefsi hizaya getirenler olmuştur. (A’la, 87/14: Şems, 91/9) Hâlbuki Allah’ü Teâlâ tarafından üflenen ruhu taşıyan insanın sonsuz olana yönelmesi esastır. Bunun yolunun da nefsi kurban etmekten geçtiğini söyler ’Tekbir getirince kurbanlık koç gibi âlemden çıktılar. Ey imam! Tekbir, ’Ya Rabbi, senin huzurunda kurban olduk.’ anlamına gelir. Kurban keserken ’Allah’u Ekber’ dersin ya, o geberesi nefsi keserken de böyle demeli. ’Allah’u Ekber’ de ve o uğursuz nefsin başını kes. Kes de can, mahvolmaktan kurtulsun. Beden İsmail’e benzer, can da İbrahim gibi. Can bu semiz bedeni yatırdı da tekbir getirdi mi, Beden kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur, besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir.’ (Mesnevi, cilt: 3, beyit no: 2142-2147)
Yani tek yaratıcı olan Halık-ı Mutlak’ın kulları, namaza başlarken ’Allah’u Ekber’ demekle ’Ya Rab senin huzurunda bu cismânî varlığımızı ve nefsimizi kurban ettik’ demektedirler. Namazdaki bu tekbirler namaza başlayan ve namaza devam eden kişinin hasedini, kibrini, tembelliğini kısaca kötü özelliklerini bir bıçak gibi keserek, adeta o kişinin nefsaniyetini Allah için kurban etmektedir. Bu sayede kişi gerçek manada kurban olarak kurbiyete yani yakınlığa kavuşarak Hakk’ın huzuruna durmaktadır. Hz. Mevlana (k.s.), kişiyi yegane maksadı olan Hakka şeksiz şüphesiz iman ve kulluktan alıkoyan engellerin kırılmasından, ortadan kaldırılmasından ve onların samimi bir şekilde Hakka kurban edilmesinden yanadır. Mesela ilahi aşkı elde etmek isteyen kimsenin önündeki bent, engel, hicap ve perde her ne ise, kişi onu aşmalıdır. Bununla ilgili olarak da yine Hz. Mevlana (k.s.) öncelikler arasında aklın kurban edilmesinin gerekliliğini öğütler ve şöyle der. ’Sevgilinin aşkına aklı kurban et; sevgili varken akıllar öte yandan gelmiş bir yüktür.’ (Mesnevi cilt 4 beyit no 1420) Çünkü Hz. Pir’e göre Aşk mezhebinde korku, gam, ferahlık gibi birçok duygu ona feda olmuş, aşkın önünde boyun bükmüşlerdir. ’Maddî arzularını ayakaltına alırsan, o zaman, nefsin köpeğini öldürürsün ki asıl kurban da budur.’ (Divan-ı Kebir’den Seçmeler-Rubailer, cilt: 4, s. 60) ’Nefis öküzünü kurban edebilirsen, ayağını gökyüzünün başına basabilirsin.’ (Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: 3, s. 230)
Bütün bunlardan sonra Hz. Mevlana (k.s.) asıl gaye, mutlak hedef ve gerçek amaç olarak işin nihayi noktada varmasını arzu ettiği hakikati ifade sadedinde kulun, Allah’a olan aşkı uğruna, itirazsız kurban olmasını bayram ilan eder. ’Yüce Allah’ın sabırlı kulu İsmail gibi kendilerini aşka kurban ettiler, aşkın hançerine boyun verdiler.’ (Mesnevi, cilt: 6, beyit nu: 3985)
’Dinleyip itaat ederiz. Hüküm onundur. Onun buyruğu, bizim için kesin emirdir. Bizi İsmail gibi kurban etse bile, İbrahim’imizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.’ (Mesnevi, cilt: 6, beyit nu: 4883) Hz. Mevlana (k.s.) kendisi için ilahi dergâhtan kurban edilmek üzere koç indirilen Hz. İsmail (a.s.)’in de ilahî aşka kurban olma arzusu taşıdığını dile getirir. Tabi bu noktada mâşûk Cenab-ı Hak olunca, ona yönelen âşık da elbette boynunu kılıca sevinç ile uzatacaktır. ’İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver!’ ’Hiç o boyna bıçak işler mi?’ (Mesnevi cilt 2, beyit no 380) Burada gözden ırak tutulmaması gereken en can alıcı noktalardan birisi şudur. Hak adına, ilahi aşk namına can vermekten, canını meydana koymaktan geri durmayan kurbana karşılık Allah Teâla da bıçaktan kesicilik özelliğini alarak bu fedakarlığa mukabelede bulunmuştur. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Yakınlık anlamındaki ’kurban’ olmayı kendi içerisinde gerçekleştirmeye çalışan kimse aslında yaklaşmaya çalıştığı Rabbinin hiç de uzakta olmadığını görecektir. Bunu şu kutsî hadis de açıkça dile getirmektedir: ’Kulum bana bir adım gelirse ben ona on adım giderim. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarım. Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki, nihayet ben onu severim. Onu sevdiğim zaman, onun tutan eli, yürüyen ayağı, konuştuğu dili, gören gözü olurum. Benden bir şey isteyince veririm, sığınma talep ederse onu korurum. Yapmakta en çok tereddüt ettiğim şey mü’min kulumun canını almaktır. Çünkü o ölümden hoşlanmaz. Ben de onu üzmek istemem.’ (Buhari Rikâk 38) Kendisine bir adım gelene on adım yaklaşan Hak, canını kurban eden kimseye acaba nasıl bir karşılık verir?
Bir mü’minin kendisine bu kadar yakın olan kurbiyete ermek için Hz. İsmail (a.s.)’i rehber edinmesi elbette zor iştir. Ancak İsmail (a.s.)’ın babası olan Hz. İbrahim (a.s.)’in milletinden olan mü’minler, bu zorluğa karşı dayanma gücünü, ruhlarında taşımaktadırlar. Bunu Hz. Mevlana (k.s.) şöyle ifade eder: ’Ben, İsmail peygambere mensup olanlardanım, öldürülmekten çekinmem yok… Hatta İsmail gibi başından vazgeçmiş bir adamım ben!’ (Mesnevi cilt. 3, beyit no. 4100)
Hz. Mevlana (k.s.) kurbandan maksadın öz itibariyle Hakka karşı her ne varsa bütün hepsini O’nun yolunda ve O’nun rızası istikametinde kesmek olarak nitelendirir. Hakka kurban olunduğu zamanı, nefsin ve aklın Hak için feda edildiği günü bayram olarak nitelendirir ki, kendi vefat gününü ’Şeb-i Arus/Düğün Gecesi’ olarak isimlendiren bir gönül insanı için çok rahat anlaşılabilecek bir durumdur.
’Senin aşkına kurban olduğum gün, benim bayramımdır. Sana kurban olduğum gün bayram sayılmazsa, ben insan değilim, belki pek aşağı varlığım.’ (Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: 2, s. 253)
Hz. Mevlana ve Kurban
Özlenen Rehber Dergisi 139. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.