Bâki Sevincin Bekâ Yurdunda Olduğu Şuuruna Ermek....
Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihi ve evlâdihi ve etbâıhî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Peygamber (s.a.v.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli olsun.
Bizim Peygamberimiz!.. Bizim Peygamberimiz!..Ameli, az veya çok olsun; yaşantısı, ona uysun veya uymasın; şuanda ve ahir zamana kadar gelecek olan bütün insanların peygamberi, bizim Peygamberimiz!..
Dünyanın her tarafındaki insanların peygamberi Rasul-i Kibriya (s.a.s.) Efendimiz!..
Peygamberler, peygamber olarak gönderildikleri zaman bir kavme, bir şehre, bir köye gönderilmişler; ama Rasûl-i Kibriya Efendimiz, inananıyla inanmayanıyla, işiteniyle işitmeyeniyle bütün insanlara gönderilmiş bir peygamberdir. Ve bugün şurada olduğu gibi, kadınıyla erkeğiyle, itaat edeniyle etmeyeniyle, bugün ve bugünden sonra gelecek insanların da peygamberi Rasûl-i Kibriya Efendimizdir.
Bu bizim peygamberimizin bir hususiyetidir ki, onun risaletinin geçerliliği sadece yaşadığı dönemle alâkalı değildir. Şuanda da ve kıyamete kadar da tasarrufu ve geçerliliği vardır.
Almanya’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Din Ataşesi olarak görev yapmış bir Müftü kardeşimizin bizzat kendisinden işitmiş olduğum bir hadise ile bu nebevî tasarrufu ifade etmek istiyorum.
Bunu yaşayan kişi bir Alman. Hem de nasıl bir Alman? Hiçbir inanca sahip olmayan bir Alman. Ateist diyorlar. Hiçbir ilâh inancı yok. Hiçbir din inancı yok. Bu kişi bir gün bu Müftü Efendiyi ziyarete gelir. Müftü Efendi bu ziyarette yaşadıklarını şöyle anlattı:
’Baktım, saçları uzun, biraz karışık, Almanya’nın aşırı geçlerinden zannettim. Tehlike arz etmesinden de endişe ettim ama içeriye ’selâmun aleyküm’ diyerek girdi. Bizim verdiğimiz selâmı verince ferahladım.’
Selâm, ne güzel bir kelime. İki kişinin arasına girince hemen emniyet ifade ediyor.
’Selâmun aleyküm diye konuşmaya başladı. Dilimizi de güzelce öğrenmiş. Sonra dedi ki: Hocam benim ismim falanca…’
Alman isimlerinden. İsmini değiştirmiş. Müslüman ismi almış.
’Ben, bundan altı ay öncesine kadar hiçbir dine mensup değildim. Bende Allah inancı da yoktu. Bir gün şehirlerarası bir yolculuk yaparken bir trafik kazası geçirdim. Yalnızdım. Trafik kazası sebebiyle arabam yandı. Ben de içerisinde kaldım. Bulunduğumuz yer tenha bir yer olduğu için karşıdaki araba da biz de perişan bir vaziyette idik. Ben kendimde idim ama kazanın tesiriyle kemiklerimin birçoğu kırıldığından dolayı yerimden kalkamadım. Kımıldayamadım. Arabanın yandığını da biliyorum. Artık sonumun geldiğine kanaat etmiştim…
Sonrasında bir genç geldi. Uzun elbiseli, simsiyah sakallı, güzel yüzlü, konuştuğu zaman, sesini işittiğim zaman o hasta halimde bile ruhumu titreten bir ses ile konuşan bir genç geldi. Beni o yanan arabanın içerisinden aldı. Götürüp arabanın uzağında bir kenara bıraktı ve sonra bana dedi ki: ’Ey genç! Ben İslam Peygamberi Muhammed’im (s.a.s.)!’ Ve ondan sonra hastaneye götürüldüm. İyileştikten sonra hemen İslâm’ı araştırdım ve iman ehli oldum.’
Diyeceksiniz ki; Hocam böyle bir şeyin vaki olması mümkün mü?
Değerli kardeşlerim!.. Risâleti kıyamete kadar geçerli ve baki olan bir peygamberimiz var.
Şuanda sizin bizi, bizim de sizi görmemize vesile olan gözlerimizi ve şu konuşmamıza vesile olan dillerimizi ve bizi yok iken yaratan Hz. Allah (c.c.), şu direksiz semâyı yaratan Hz. Allah (c.c.) böyle bir şeyi yapmaya niye kadir olmasın ki?
Bizim Peygamberimiz…
Kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların Peygamberi…
Kadınıyla erkeğiyle herkesin, yapmış olduğu amellerin, söylemiş olduğu sözlerin, davranışların, yaşantı biçimlerinin hepsinde kendisine itaat etmekle mesul ve sorumlu olduğumuz insan: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş son peygamberdir.
* * *
Geçenlerde bir akrabamızı toprağa verdik, vefat etti. Kaç yaşındaydı? 95-96 yaşındaydı. Allah uzun bir ömür vermişti kendisine. Namaz ehliydi. Fakat şunu gördüm ki 90 değil, 100 yaşına kadar da yaşasan sonun toprak.
Bugün şurada sünnet merasimi yapılan gencin sünnet düğününe geldik. İnşallah Allah ömür verir de görme imkânımız olursa belki bir gün de düğün merasimi için toplanacağız. Ama bugün buraya gelirken aynaya bakan insanlar, kendilerinde birazcık gençlik emareleri görmüşlerse bile, belki o gün biraz daha yaşlanmış, derileri biraz daha solmuş, saçları biraz daha beyazlamış, kemikleri biraz daha zayıflamış ve incelmiş olarak gelecek.
Kim kurtulmuş ki ölümden? Allah (c.c.) bize bir hayat vermiş. Bu hayat içerisinde iki yol bırakmış. Burası benim razı olduğum ve seçtiğim yol, şurası da herkesin kendi istediği yol, buyurmuş. Ama kim şu dünyanın bütün şaşaasına, insanı cezbeden görünüşüne rağmen, benim rızama uygun yaşarsa, onu ebedi âlemde hiçbir azapla hiçbir ceza ile karşılaştırmam. Ve adına Cennet denen hiçbir sıkıntının olmadığı, insanın arzu ettiği her şeye istediği an kavuşabileceği rahmet yurduna daldırırım.
Peygamber Efendimize de Cenâb-ı Hakk şöyle ferman buyuruyor: ’De ki: Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizden sorumlu değilim.’ (Yunus, 10/108) ’Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.’ (Nisâ, 4/80)
Şu bir hakikat ki ölüm denen geçitten hepimiz geçeceğiz. Kabir denen dar yere hepimiz gireceğiz. Kitap, mizan, sırat, bunlarla hepimiz karşılaşacağız.
’Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir!’ (Ankebût, 29/57-58)
* * *
Şu âyet-i kerimelerin manası ve mefhumu ile konuşmamı bitiyorum inşallah:
’İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse (mutluluk ve sevinçle) der ki, ’Gelin, kitabımı okuyun! (ben kurtuluşa erdim)’ (Hakka, 69/19)
’(O gün Herkes kendi haliyle meşgul olduğu için) hiçbir samimi dost, dostunu (hiçbir yakın yakınını, akraba akrabasını) sormaz.
(Bütün dostlar ve akrabalar Hak tarafından) Birbirlerine gösterilirler. (Korkunun şiddetinden birbirlerine göz ucuyla bile bakıp ilgilenemezler. Herkes kendi derdine düşmüştür.) Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını (tüm çocuklarını), karısını, kardeşini (ki bunlar insanlar içinde kendisi için en kıymetli olanlardır), kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunan (insan ve cinlerin) hepsini fidye olarak versin de, (bu fidye ile) kendisini kurtarsın.’ (Meâric, 70/10-14)
İki sınıf insan… Birisi amel defteri sağ tarafından verilenler. Biri ise amel defteri sol tarafından verilenler… Sağ taraftan alanların nimetleri bol; ama sol taraftakilerle alâkalı bir şeyi ifade etmek istiyorum. Bu Ramazan-ı Şerifte bu âyet-i kerimenin mealini okuduğum zaman beni çok dehşete düşürdü.
Yanlarınızda çocuklarınızın olduğunu görüyorum. İşte bir kardeşimizin evladı için toplandık. Bir annenin babanın yanında evlat ne kadar kıymetli ki saray tahtı gibi yerlere oturtulmuş çocukları. En güzel yiyecek ve içeceklerle misafirlerini karşılamayı arzu etmişler. Evladına verdiği kıymeti ifade etmek için bunları göstermişler. Fakat okuduğum âyet-i kerimelerde işaret edildiği üzere, ahirette amel defteri sol tarafından verilenler hesabın dehşetiyle diyecekler ki: ’Yâ Rabbi! Şu günün dehşetinden beni kurtar. Beni cehennem azabından kurtarman için ne lazım? Şu yanımda bulunan, şu güzellikleri kendisi için hazırladığım evladım mı lazım? Onu cehenneme atarsan ben kurtulur muyum ya Rabbi? Onu benden al Allah’ım! O da mı yetmedi ya Rabbi, benim ailemi de al! -Kocası karısı için diyecek, karısı kocası için diyecek- yetmedi! Kardeşlerimi de al! Yetmedi! Bütün insanları al, bütün cinleri al, ama beni ateşten kurtar ya Rabbi!’ O gün öyle dehşetli bir gün!
Diyebiliriz ki bir insan bu kadar olabilir mi? Bu, Allah’ın çetin günün azabının büyüklüğünü ifade etmek için, Cenâb-ı Hakk’ın o günü bize hatırlatması için ifade ettiği bir hakikattir.
Bugün uzak değil. Ölüm küçük bir kıyamettir diyor Peygamberimiz (s.a.s.). O güne gelmeden Allah’ım bizlere hazırlanmayı nasip etsin.
Samimiyet… Hiç kimse demesin ki benim affım olur mu? Cenâb-ı Hakk kulunun bir tek samimiyetine bakıyor; ’Yâ Rabbi, ben hata ve kusur ehliyim, ama Sen’den affımı istiyorum Allah’ım… Ben biliyorum ki beni yaratan Sen’sin. Ben biliyorum ki bütün bu âlemin sahibi Sen’sin; ama nefsime yenildim; ama dünyanın çekiciliğine aldandım; ama etrafımdaki insanların şaşaasına kapıldım da Sana kulluk vazifemi yerine getiremedim. Bana merhamet et. Bana acı ya Rabbi…’
Cenabı Mevlam razı olsun efendim Amin
ALLAH RAZI OLSUN EFENDİM...AMİN...
ALLAH razi olsun.