Kara kıtanın yine karalar bağladığı ve açlıktan ölümlerin arttığı Afrika, Etiyopya (Habeşistan) ramazan ayı gelmeden haberlere konu olmuştu. Haberleri izleyince gözlerim dolmuş, içime bir hüzün yüreğime bir acı oturmuştu. ’Kendisi tokken komşusu aç yatan bizden değildir’ hadis-i şerifi bu topraklarda karşımıza bir imtihan olarak çıkıyor. Müslümanlar açlıktan ölüyor, kırılıyor, zulüm devam ediyordu. Her zaman olduğu gibi, dünya bu olaya şahit oluyor ve maalesef yine sessiz kalıyor. Birleşmiş Milletler alışılagelen timsah gözyaşlarını döküyorlardı. Herkes gibi ben de Afrika ile ilgili haberler çıkınca, ailemi, çocuklarımı ekran başına çağırıp orada yaşanan açlığı, kuraklığı anlatarak halimize şükretmemiz gerektiğini ifade etmiştim. Yemek yerken Afrikalı kardeşlerimiz aklımıza geldiğinde ise boğazımızda lokmalar diziliyor, gördüğü manzaralara dayanamayarak izlediği kanalları değiştiriyordu.
İslam ülkeleri, Müslümanlar ve daha da önemlisi insanlık harekete geçmeliydi. Bilal Habeşi efendimizin torunlarına sahip çıkmalıydık, duyarsız kalmamalıydık… Hatta imkân bulsam, Afrikalı kardeşlerimizin yanına giderek elde avuçta varımızı yoğumuzu vererek; bu açlığa son vermek için çaba sarf etmeliydim.
Bebekler, açlıktan, susuzluktan, hastalıktan ölmemeli, anneler babalar, çaresizlikten yanmamalı, ağlamamalıydı.
Hal böyle iken görev yapmış olduğum, onur duyduğum, hakkın, haklının ve mazlumun yanında olmayı şiar edinen, Sendikam; ’Memur-Sen Konfederasyonu’nu, istişare toplantısında aldığı karar ile yine büyük bir insanlık hareketi başlatıyor, büyük bir acil gıda yardımı kampanyasına imza atıyordu. ’İnsanlık ölmedi, iftarlar Afrika’ya’ sloganı ile Türkiye’de Ramazan ayında özelde üyelerine verilen, genelde ise fakir fukaranın davetlerde yer almadığı hatta haberi bile olmadığı yıldızlı otel ve restoranlarda verilen yapmacık iftar programlarının iptaline öncülük ediyordu. Hükümetin ve Sivil toplum kuruluşlarının takdir ve desteğiyle lokomotiflik görevi üstlenerek, birçoklarının oruç tutmadıkları halde katıldıkları yapmacık iftarların iptaline vesile oldu. Boyalı basın, iş dünyası, sanat camiası bile bu realite karşısında programlar düzenleyerek Afrika’daki açlık çığlığına kulak verdi.
Her zaman olduğu gibi, Farukiye Vakfı da kardeş kuruluşları olan Başta İHH, Cansuyu, Kimse Yok Mu, Deniz feneri, Dost Eli, Yardım Eli, Diyanet ve son yıllarda kendini yenileyen, asli görevini hatırlayan, göz dolduran devletin kuruluşu Kızılay bu kampanya ile büyük bir sınav verdiler.
Türkiye teyakkuzda
Yardımlar toplanmaya başladı. Bu yardımların, elbette doğru kaynaktan iletilmesi ve götürülmesi gerekiyordu. Sendikamızı temsilen bizim de gönüllü olarak, inceleme araştırma yapmak, yardımlara omuz vermek adına Afrika’ya yolculuk niyetimiz gerçeğe dönüştü.
İHH’nın davetlisi olarak, Sabiha Gökçen Havaalanı’nda buluştuğumuz, aynı gaye ile yola çıkmış bir grup nefer ile önce BAE Şharjah havaalanı, sonra Kenya’nın başkenti Nairobi, oradan Kenya–Somali sınırına yakın Garissa şehri ve güvenlik nedeniyle silahlı korumalar olmaksızın geçişimize izin verilmeyen hava ve kara taşıtları ile 48 saat süren meşhur Daadap kampı yolu…
Ramazan bayramında Afrika’dayız…
Bayramsa bayramınız mübarek olsun, iç savaş sebebiyle aç-susuz yüzlerce kilometrelik ölüm kampları…
Yollarda gördüğümüz hayvan iskeletleri, akbaba sürüleri acı gerçeği gözler önüne seriyordu. Kampta bize ilk verilen bilgilere göre; Daadap Kampı, l991 yılında çıkan iç savaş sırasında yurdundan yuvasından olan mülteciler için BM tarafından yapılan 90 bin kişi kapasiteli bir kamp iken, şimdi resmi rakamlara göre en az 650 bin kişi bu kamplara sığınmış durumda ve bu sayı her gün bin beş yüz kişi artıyor. Kamplara resmi olmayan yollardan girenlerin sayısı bilinmiyor. Yirmi yıl önce buraya gelenlerin bir kısmı evlerine geri dönse de çoğu burada kalıyor ve kendilerine özgü bir kent oluşturuyorlar.
Ama şimdi durum çok daha farklı ve şartlar çok ağır… Tam beş yıldır hiç yağmur yağmamış. Civardaki 180 su kuyusundan sadece 8 tanesi, 70 göletten sadece 3 tanesi kalmış. Hayvanlar ölmeye başlayınca, insanlar da ölmeye başlamışlar. Çünkü insanlar, hayatlarını büyük ölçüde hayvanlarına bağlı devam ettiriyorlar.
Somali’de oynanan ayak oyunlarını Müslüman milletler çok iyi analiz etmeli.
Birleşmiş Milletler 20 yıldır kalıcı çözümler üretemediği, belki de üretmediği, su ve enerji de olmadığı için insanlar çaresizlik içinde. ’Somali’de büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Yaşanan bu dram bütün Müslüman milletler için çok büyük bir imtihandır’ diye düşüyorum. Birleşmiş Milletlerin bölgede üstlendiği misyonu Türkiye olarak üstlenirsek, oradaki sorunların hızlı bir şekilde çözüme kavuşacağına inanıyorum, hatta Türkiye’ye böyle bir görevin teklif edilmesi durumunda seve seve kabul edecektir.
Yardım dağıtımlarımız devam ederken Türkiye’nin Nairobi Büyükelçisi de İnsani Yardım Vakfı (İHH)’nın çalışmalarını yerinde görmek için Dadaab kampına ziyarete geldi. Büyükelçi ile birlikte yardım dağıttık. 2 doktor 3 hemşireden oluşan çadırdan yapılmış ama mobil hastane dediğimiz sağlık kontrollerinin yapıldığı mobil hastanelerimizi yerinde inceledi.
BM’den habersiz ne kuyu açabiliyorsunuz, ne de tarım alanları oluşturabiliyorsunuz.
İHH yetkilileri tarafından hava ve arazi şartlarından dolayı değişik bölgelerden toprak örneklerinin alındığını, Türkiye’ye gönderildiğini, analiz sonuçlarına göre sulu veya kuru tarıma dayalı ürünlerin yetiştirilmesi, geliştirilmesi için çalışmalar başlatıldığını öğrendik. Ayrıca, hayvancılığın geliştirilmesi gibi büyük projelerin hayata geçirilmesi için İslam ülkelerinden destek ve teşvik beklediklerini ifade ettiler. İslam ülkeleri, sevgili Peygamberimizin; ’Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir’ hadisi şerif-i doğrultusunda zekâtlarını verseler Afrika’da açlık kalmaz.
Kafa karıştıran soru işaretleri
Sahranın ortasında Dadaap kampı akşamlarında, yorgunluk çaylarımızı yudumlayarak günün değerlendirilmesini ve yarınki programı planlamak için mini toplantılar yapıyorduk. Basın camiasından İngiliz basın press ve sabah gazetesi muhabiri bizimle beraber kalıyordu. Sohbet esnasında Somali’de organ kaçakçılığı ile ilgili birçok iddia ortaya atıldı. BM’nin Dadaap havaalanında organ kaçakçılığı yaptığı iddia edildi.
’BM bunlara ya ses çıkarmıyor, ya da bu insanlık ayıbına göz yumuyordu. BM’nin bulunduğu her ülkede organ kaçakçılığı haberleri ayyuka çıkmış, dünya kamuoyuna yansımıştı. 19 Ağustos 2011 tarihli yayımlanan bir makalede, birçok haberde bütün bu oyunlar gözler önüne serilmişti. Bu iddialar gerçekten mide bulandırıyordu. Ama maalesef elimizden bir şey gelmiyordu. BM kampı bizim konuşlandığımız kamp ile karşı karşıyaydı. Hatta isteseler bizi kamp bölgesinden çıkarabilirlerdi. Ama İnsani yardım vakfı (İHH)’ya yan gözle bakmamak bile işlerine geliyordu. İHH’yı ve Mavi Marmara hadisesini Türk halkından daha iyi biliyorlardu. Türkiye’den değişik yardım kuruluşları hatta uluslararası birçok yardım kuruluşları Dadaap kampında kalamıyordu.
Yoksulluk ve sefalete rağmen Hafızlığı bırakmıyorlar.
Karınlarındaki açlık gurultularına inat, akşam karanlığında ateş aydınlığında ders çalışan minik hafızlar.
Daadap kampının dört büyük kamp alanından İFO 1-2, Hegedere, Degehaley kamplarının her birinde erzak dağıtımının ne kadar büyük bir sabır, tevekkül, olgunluk ve düzen içinde gerçekleştiğine tanık olduk. Bu aç-biilaç insanlar, bize ne kadar minnettar olduklarını ifade ederken aynı zamanda kendileri açısından çok daha önemli gördükleri bir ihtiyaçtan bahsettiler. Göç etmeden önce hafızlık eğitimine başlayan çocukların hafızlıklarının yarım kalmış olması onların en büyük sorunları. Bunun için adına ’duksi’ dedikleri kumların üzerine çalı çırpıdan yapılmış Kur’an kurslarının yapılması gerekiyormuş. O zaman fark ettik ki, buradaki yetişkinlerin ve çocukların yüzde 70’i hafız. Diğerleri ise yarım hafız. Duksilerde eğitim, sabahın ilk ışıkları ile başlıyor, ta akşam karanlığına kadar teneffüsler verilerek devam ediyor.
’Luk’ dedikleri kömür suyu ile ayetlerin yazıldığı tahtalarda Kur’an-ı Kerimleri yeterli olmadığı hatta yok denecek kadar az olduğu için hafızlık eğitimini icra edemiyorlar. Her türlü çaresizliğe rağmen, Müslüman olmayanlardan yardım kabul etmeme hassasiyetlerini sürdürmeleri de bir başka ibretlik duruş olarak karşımıza çıktı. O an Türkiye’deki kurslarımız aklıma geldi. Günde 1 öğün değil 3 öğün yemek! Afrikalı öğrenciler içmeye su bulamazken; ülkemdeki kurslarda sıcak su ile banyo, klimalı odalarda eğitim veriliyor. Afrikalı talebelerin açlık içinde hafızlıklarını talim etmesine hayretle bakarak gözyaşlarına boğulduk. Çocuklara herhangi bir sûrenin başını okuduğumuzda gerisini tamamlarken; kendi ülkemde çocuklar şarkıların, türkülerin devamını okuyorlar. Afrikalı çocukların karnı aç ama gözü tok. Akşamları elektrik olmadığı için büyük ateşler yakılıp minik talebeler ateşin aydınlığında hafızlılıklarını yapıyorlar; hem de karınlarındaki açlık gurultularına inat!
’Bizler Mekkelilerden önce Müslüman olduk’ diyorlar.
Somalililer her türlü zorluğa, açlığa göğüs germiş, dinlerini, misyonerlere, emperyalizme canları pahasına satmamış. Dünyadaki Müslümanlara örnek olacak bahtı kara, insanı kara Afrika’nın tavizsiz olarak İslami yaşayan yüzleri, kalpleri, gönülleri aydınlık, nurlu din kardeşlerimiz. Yardım dağıtmak için yanlarına varınca beyaz ırktan olmanın farkını yaşıyoruz. Çocuklar korkuyorlar; ilk defa beyaz ırktan insanları görüyorlar. Yanımızda getirdiğimiz şeker, bisküviyi ikram etmek istediğimizde annelerinin, babalarının yüzlerine bakarak endişeli bir şekilde geliyorlar. İkramları dağıtırken onlarca el açılıyor, kırılan ve yere dökülen bisküvileri çocuklar kapışarak çöl kumları ile beraber ilk defa ağızlarına atarak tadına varıyorlar. Kenya Somali’sinde, Müslüman olduğumuzu misyoner olmadığımızı söyleyince, ’hatta ben de Konyalıyım, Kenyalıyım’ diyerek gülümsemelerine şahit oluyorum. Kalpleri gülüyor, beyaz dişleriyle gözlerinin içi gülüyor. Çok samimi davranıyorlar.
Yardımları dağıtırken etrafımızı saran ihtiyarlar, gençler, çocuklar, kadınlar ve kızlar, edepli, tesettüre uygun, sırtlarında sarılı bebekleri ile birlikte siyah tende beyaz gözler ve dişleriyle çaresizlikle bakarken; yanımdaki arkadaş bir anlık dalgınlık içinde pet şişeyi çıkararak su içmek istiyor, ama hemen uyarmamız neticesinde içmeden şişeyi bırakıyor. Onlar, suya o kadar muhtaç ki! ’Su, su!’ diyarlar. Hz İsmail peygamberimizin annesi Hacer validemizin Safâ ile Merve arasındaki sa’yını hatırladım, o an içim doldu; tüylerim diken diken oldu, kalabalığın arasında gözümden akan yaşlarda annem, babam, eşim, çocuklarım vardı ve el uzatıyorlardı dostlarımla beraber. Bu acı manzara karşısında, açlık ve susuzluktan kuruyan insanları görünce yürekler dayanmıyordu, taş kalplerimiz yumuşuyor, ağlıyordu…
Ama her şeye rağmen onurlu, gururlu, başları dik… BM’nin günü geçmiş ve bozulmuş dağıttığı gıda ve ilaçlara inat; yardım yaparken bizler, bir ağızdan tekbir, salavat getiriyoruz; çünkü BM insanlık için değil; petrol ve madenlerin çıkmasına yardım ediyorlar. BM giderse açlık ve susuzluk biter. Afrikalı mağdurlar dinlerini değiştirseler sömürülmeleri biter. BM Afrika’dan gider.
’Bizler Kral Necaşi’nin torunlarıyız’, ’Mekkelilerden önce Müslüman olduk’ diyorlar. Hani hatırlarsınız; İslam’ın yayıldığı ilk yıllarda Habeşistan Kralı Mekke müşriklerinin zulmünden dolayı Habeşistan’a hicret eden seksen kadar Müslüman’a sahip çıkmış, onları teslim etmemişti. Hazreti Cafer’in okuduğu Meryem suresini dinlemiş, ’Sizin dininiz ile benim dinim arasında şu çizgi kadar bir fark var’ demişti. Efendimiz (s.a.v.)’e hediyeler göndermiş, bilahare iman ettiğini bildirmişti. Efendimiz (s.av.) de Necaşi vefat ettiğinde gıyabi cenaze namazı kıldırmıştı. Onların dedeleri; İslam’a, sahabe efendilerimize sahip çıktılar. Bizler de Kral Necaşi’nin, Bilal Habeşi Efendimizin torunlarına sahip çıkalım ve yardım edelim.
Onlar, Mekkelilerden önce Müslüman oldular. Onlar Kral Necaşi’nin, onlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in müezzini Bilal Habeşî efendimizin torunları. Onlar Müslümanlara ilk kucak açan, ilk yardıma koşanlar; şimdi onlar bizden yardım bekliyorlar.
Kurban hisselerimizi Farukiye vakfı ile AFRİKAYA gönderelim inşallah.
Gece gündüz Afrika için çalışan bütün kurum ve kuruluşlarımıza desteklerimizi ziyadeleştirmemiz gerekiyor. Gönüllü kuruluşlarımıza ve emeği geçen herkese minnettarız.
Seyahatname ; Kara Bahtlı Kıtanın, Kara Ama Aydınlık Nur Yüzlü İnsanları
Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.