اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ ﴿﴾
“...Allah’tan, ancak âlim kulları haşyet duyar (korkar). Şüphesiz Allah azîz (izzet sahibi) ve ğafûrdur (çokça bağışlayandır).”
(el-Fâtır, 35/28)
اِنَّمَا edatı hasr ifade eder. Âyetin başında انما nın gelmesi, sıfatın mevsufa tahsis edilmesine delalet eder. Mef’ûlün (Allah lafz-ı celâlinin) öne alınması ise; Allah’tan haşyet duyma hasletinin kullar içerisinde sadece âlimlere has olduğuna delalet etmektedir.
Allah (c.c) lafz-ı celali, vâcibu’l-vücûd olan yüce kudsî zatın özel adıdır. Bütün güzel isimleri ve üstün sıfatları içine alır; Cenâb-ı Hakk’ın zâtî, sübûtî, fiilî bütün sıfatlarına delalet eder. Diğer isim ve sıfatlar bu yüce “isime” izafe edilir. Bu isim O’ndan başka kimseye verilmemiştir, verilemez. Allah lafz-ı celali, Kur’ân-ı Kerim’de geçtiği âyetlerde Cenâb-ı Hakk’ın kudret, azamet ve kibriyasına delalet eder.
Haşyet kelimesi sözlükte ‘korkmak’ manasına gelir. Arapçada yine korkuyu ifade için kullanılan “havf, huşû’, hudû” gibi kelimelerden farlı olarak haşyet, genel itibariyle; saygıdan doğan, ümide yönelik, yüceltmeyle birlikte bulunan ve sahibine Cenâb-ı Hakk’a yakınlık nimetini kazandıran bir korku manasında kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de de çoğunlukla; ‘azamet ve yüceliği sebebiyle Cenâb-ı Hak’tan korkmak’ manasında kullanılmıştır. Sadedinde olduğumuz âyet-i kerimede de haşyet, bu manada kullanılmıştır.
Allah (c.c)’dan haşyet duyma, Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif âyetlerinde farklı zümrelerin sahip olduğu bir vasıf olarak zikredilmiştir.
1- Peygamberler: اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ
“(Daha önce gelip geçen o peygamberler), Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah hesap görücü olarak yeter.” (el-Ahzâb, 33/39)
2- Melekler: ...وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
“(Böyle iken) ‘Rahman çocuk edindi’ dediler. O böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır. Onlar Allah’tan önce söz söylemezler ve hep onun emriyle iş görürler. Allah onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi onun korkusuyla titrerler.” (el-Enbiyâ, 21/26-28)
3- Muttakîler (Allah (c.c)’ya itaatkar kullar): ...وَذِكْرًا لِلْمُتَّق۪ينَۙ اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ...
“Andolsun, biz Musa ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o furkanı (Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik. Onlar, görmedikleri halde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar.” (el-Enbiyâ, 21/48-49)
4- Ulu’l-Elbâb (Akıl sahipleri): اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ ... وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ......
“Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar. Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır. Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerinden haşyet duyan ve kötü hesaptan korkanlardır.” (er-Ra’d, 13/19-21)
5- Taşlar: وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
“Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.” (el-Bakara, 2/74)
6- Âlimler: اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ
Sadedinde olduğumuz âyet-i kerime bu zümreye işaret etmektedir.
Bu zümreler arasındaki ortak vasıf, haşyettir. Hiç şüphesiz haşyet, çekinme ve saygı, haşyet duyulan varlığın tanınmasına, bilinmesine bağlıdır ve derecesi buna göre farklılaşır. Âyet-i kerimede Allah (c.c)’dan haşyet duyma hasleti âlimlere hasredilince, burada önemli olan, ilmin nevinden ziyade, bu ilmin, âlimi Allah’ı bilmeye götüren ve neticesinde haşyete sebep olan bir ilim olmasıdır.
Allah (c.c)’dan, ancak O’nu tanıyan ve O’na layık yüce sıfatları, esmaları, fiilleri ve sahip olduğu muaz¬zam kudreti bilen âlimler haşyet duyarlar.
Bu âyet-i kerime, ilim sahiplerinin derece bakımından, sair insanlardan üstün olduğuna delalet eder. Zira Cenâb-ı Hak; “Sizin Allah katında en şerefliniz, en müttakî olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13) ve “Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerinden haşyet duyanlara mahsustur.” (el-Beyyine, 98/7-8) buyurmuştur. Bu âyetlere binaen, muttaki ve cennet ehli kimselerin âlimler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sadedinde olduğumuz bu âyetten çıkan netice şudur: Allah’tan ancak âlim olanlar korkar. Allah’ı kim daha iyi bilirse, O’ndan daha çok korkar. Kim de Allah’tan korkmuyor ve bunun gereğini yerine getirmiyorsa o kimse âlim değildir.
Kul olarak ilim ve haşyet makamında en yüksek dereceye sahip olan Peygamberimiz (s.a.v)’in bu hususa işaret eden hadis-i şeriflerinden birkaçı şunlardır:
• “Allah için söyleyin, bazıları benim yaptığım şeyi beğenmeyip kaçınıyorlarmış, doğru mudur bu? Allah’a yeminle söylüyorum, ben Allah’ı onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah’tan duyduğum korku da onların duyduklarından çok daha fazladır.” (Buhârî, İ’tisam 5)
• Ebû Zerr (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur ki orada Allah’a secde için alnını koymuş bir melek olmasın. Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah’a yalvarırdınız.’ (Ebû Zerr (r.a) ilâve etti:) “Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.” (Tirmizî, Zühd 9, 2313)
• “İlmi artıp da dünyaya karşı zühdü artmayanın ancak Allah (c.c)’dan uzaklığı artar.” (Deylemî)
• Ebû’d-Derdâ (r.a)’dan nakledilmiştir: (Bir gün) Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Derken dehşetle göğe bakakaldı. Sonra şöyle buyurdu: “İşte insanlardan ilmin kapıp alınacağı anlar! Öyle ki onlar o (ilimden) hiçbir şey elde edemeyecekler.” O zaman Ziyâd b. Lebîd el-Ensâri şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Kur’ân’ı okumuş olduğumuz halde o (ilim) bizden nasıl kapıp alınır? Bundan sonra da, vallahi, onu okuyacağız, kadınlarımıza ve çocuklarımıza da okutacağız.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Annen seni kaybedesice! Ziyâd, ben seni hakikaten, Medinelilerin fakihlerinden (derin kavrayışlı âlimlerinden) sayardım. İşte şu Tevrat ve İncil, Yahudi ve Hıristiyanların yanında (mevcut bulunuyor). Peki, onlara ne faydası oluyor?” Cübeyr dedi ki: “Daha sonra Ubâde b. Sâmit’le karşılaştım. (Ona), ‘kardeşin Ebû’d-Derdâ’nın ne söylediğini duymuyor musun?’ dedim ve söylediği şeyi ona haber verdim. Şöyle mukabele etti: “Ebû’d-Derdâ doğru söyledi. İstersen, insanlardan (alınıp) kaldırılacak ilk ilmi sana muhakkak ki haber veririm: Huşu’! Yakında cuma mescidine, (camiye) gireceksin de orada huşu’ sahibi hiç kimse görmeyeceksin.” (Dârimî)
• Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Âlimin âbide (bilgisiz ibadetle meşgul olana) üstünlüğü benim, sizin, (mertebece) en aşağıda olanınıza üstünlüğüm gibidir.” Sonra şu âyeti okudu: “‘...Allah’tan, ancak âlim kulları haşyet duyar (korkar).’ Şüphe yok ki insanlara hayrı öğreten kimselere Allah merhamet eder, O’nun melekleri, göklerin ve yerlerin ahalisi ile denizdeki balıklar da hayır dua ederler.” (Dârimî)
Bu hususta gerek hadis, gerek tefsir kitaplarında selef-i sâlihînden nakledilen haberlerden bazıları şöyledir:
• Ali (r.a): “Gerçek fakih, insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen; onlara, Allah’a isyan hususlarında kolaylık tanımayan; onları, Allah’ın azabından emin kılmayan; Kur’ân’ı, onu istemeyip başkasına meylederek terk etmeyen kimsedir. Durum şu ki; kendisinde ilim olmayan ibadette, kendisinde anlama olmayan ilimde, kendisinde düşünme olmayan okumada hiçbir hayır yoktur.’ (Dârimî)
• İbn-i Abbas (r.a): “Rahman’ı bilen ‘âlim, kendisine hiçbir şeyi şirk koşmayan, O’nun helâllerini helâl kılan, haramlarını da haram kılan, O’nun vasiyetini tutan, O’nun huzuruna çıkacağını ve ameli sebebiyle he¬saba çekileceğini yakînen bilen kimsedir.”
• Ali b. Ebî Talha, İbn-i Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Bunlar yüce Al¬lah’ın her şeye kadir olduğunu bilen kimselerdir.”
• Abdullah b. Mes’ûd (r.a): “Âlim çok hadis-i şerif bilen kimse değil, Allah’tan çok ürperen kimsedir.”
• İbn-i Mes’ûd (r.a): “İlim olarak yüce Allah’tan korkmak, cahillik olarak da gurura kapılmak yeterlidir.”
• İmrân’dan şöyle rivâyet edilmiştir: Bir gün Hasan (Basrî’ye), söylediği bir şey hakkında: “Ebû Sa’îd! Fakihler böyle söylemiyor?” dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Sen, kendin, fakih gördün mü hiç? Fakih dediğin, dünyaya karşı isteksiz, âhirete karşı arzulu, dininin işinde uyanık olan, Rabb’ine ibadete aralıksız devam eden kimsedir ancak!” (Dârimî)
• Said b. Cübeyr: “Haşyet; seninle Allah’a isyan arasında perde olan ürperti, Allah korkusudur.”
• İmam Mâlik (rh.a): “İlim çok rivayette bulunmakta değildir. İlim an¬cak Allah’ın kalbe koyduğu bir nurdur.”
• er-Rabî’ b. Enes: “Allah’tan korkmayan bir kimse âlim değildir.”
• Mücahid: “Âlim ancak Allah’tan korkan kimsedir.” (Dârimî)
• Abdul’a’lâ et-Teymi: Kendisine ilimden, kendisini ağlatmayan şeyler verilmiş olan kimse, kendisine fayda verecek ilim verilen kimse olmamaya layıktır, (böyle bir kimse olmamalıdır). Çünkü Allah Teâlâ âlimleri (Kur’ân’da) tavsif etmiştir. (Abdul’a’lâ) sonra şu Kur’ân’ı, (yani) “...Şüphesiz, bundan önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir”, derler. Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.” (el-İsrâ, 17/107-109) âyetine kadar okudu. (Dârimî)
• Sa’d b. İbrahim’den: Kendisine, “Medinelilerin en fakîhi kimdir?” diye soruldu. O da: “Rabb’inden en fazla korkanları, (en muttakîleri).” cevabını verdi. (Dârimî)
• Mesrûk’dan: “Kişiye ilim olarak, Allah’tan haşyet etmesi (korkması) kâfidir. Kişiye cahillik olarak da ilmini beğenmesi kâfidir.” (Dârimî)
Şüphesiz Allah azîz (izzet sahibi) ve ğafûrdur (çokça bağışlayan).”
Cenâb-ı Hak, daha sonra kulları için korku ve ümidi gerektiren sıfatlarından bahsetmiştir ki bu, korkmanın gereğinin sebebidir. Zira bu, O’nun isyankârları cezalandırmasına, itaatkâr kullarını da affederek mükâfatlandıracağına delalet etmektedir. Cezalandıran ve mükâfatlandıran kimseden ise korkmak gerekir.
Cenâb-ı Hak hepimizi, kendisinden rızası yönünde haşyet duyan has kullarından kılsın! Âmin!
Âlim Kimdir?
Özlenen Rehber Dergisi 57. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.