Özlenen Rehber Dergisi

159.Sayı

Sevgi ve Aşk'a Dair

Efe AYHAN Özlenen Rehber Dergisi 159. Sayı
Sevgi ve Marifet…
Seven sevdiğini tanır. Bu sevgi ile birlikte, sanki gözü, kulağı, aklı ve kalbi olan bir cisim kazanır. Öyle ki; hep yanındaymış gibi sevgilinin, yaptıklarını görür, söylediklerini duyar, düşündüklerini anlar ve kalplerinden geçenleri sezersin adeta.
Bir de peşin bir zaman hediye eder sevgi. Yıllardır yanındaymışçasına, yanındakilerin bilemeyeceği kadar bilirsin onu. Anlarsın derken aslında ne demek istediğini, çözersin bakışlarının dilini. Sessiz, sözsüz bir iletişim kurarsın, hatta suskunluk lisanı ile uzun muhabbetlere dalarsın. Seven, kendi varlığında ölüp, sevilenin varlığında dirilir, o oluverir. Sevmek, bilmektir.

Tasavvuf susma ilmidir
Tasavvufta önce dil susar
Sonra bütün azalar
En nihayet kalp susar
Ve aşk konuşmaya başlar
Söylenmemiş sözler duyarsın
Bin bir lisanla
Başka sözler bambaşka
Suskunluk denen bir gölgelik var
Kelimeler dile ağır geldiğinde
Altında yatar
Ve bazen hiçbir şey susmak kadar anlamlı olamaz
Sözler duyguları, susmak kadar anlatamaz

Aşk ve Fena…
Sevgi beceriksizleştirir insanı, kendine odaklar. Tuzağına düşenin bütün yetilerini kendinde toplar. Gözün, kulağın, elin, ayağın, ona çekilir bütün azaların. Hem bilmeden, istemeden, iradesizce, dipsiz bir kuyuya düşer gibi, çeker yavaş yavaş içine. Mekansız bir boşlukta, cisimsiz bir canla yuvarlanırsın, bitmeyen uçurumlara. Düşersin, düşersin ve ne düşmekten kurtulabilir, ne de yere inebilirsin.
Sevmek beceriksizleştirir insanı. Hiç bir şey yapamaz olursun. Ne kalmayı, ne gitmeyi becerebilirsin, sadece öylece durursun. Neyi ne için yaptığını bilmeden. Bir yerlerden gördüğün hareketleri taklit eder, duyduğun sözleri tekrar eder gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşarsın sanki.
Tut ki yaralı bir ceylansın. Büyük bir ormanda bir başınasın. Kan kaybetmektesin her an, git gide üşümektesin, canın çekilmekte, tırnağından saçına doğru. Fakat sen yolu bulamamakta, an be an kaybolmakta, ölümün ağına yol almaktasın. Aşk acizleştirir insanı. Bir yaşlı kadar olgun, güçsüz ve yorgun, bir çocuk kadar küçük, hassas ve korunmasız olursun. Başka bir şeydir aşk, anlata anlata bitiremediğin, bir yandan da hiç bir söz ile yeteri kadar ifade edemediğin. Bambaşkadır aşk, her an ölüp yeniden dirildiğin, yenilendiğin. Aşk; karmakarışık olduğu halde, içinde her hücrenle sadeleştiğin. Yukarılara kulaç attıkça, diplere çekildiğin, suya dahil olup balıklaştığın, derinlere indikçe derinleştiğin. Ve aşk; acı çektiğin halde vazgeçemediğin, her kalıba girip her şeye rağmen her şeyi kabullendiğin.

Sevmekle yükümlüyüm
Bir aşktan hükümlüyüm
Sevdanın ilmeği geçmiş boğazıma
Altımda dünya denen sehpa
Ötelere iter ecel ayağı ruhumu
Çeker ha çeker yalnızlık kolumu
Kanatlanır içimdeki çocuk
Yükseklerin ötesinde dağlar görürüm
Gülümser melekler, gülerim ben de
Güldükçe güle döner
Güldükçe büyürüm hem de
Bir ölüm ki sonsuzluğu doğurur
Sonsuz bir yaşam için
Binlerce kez ölsem ne olur
Akıl kadısı heveslidir, aşk Mansur’unun boynunu vurmaya
Sen aklının kalemini kır
Davranmasın kalbini idama

Ateş ve Demir…
Çetindir demirin ateşle imtihanı. Demirin kaderidir yanmak, ateşe yanmak, ateş ile yanmak. Ezelden aşıktır ateşe. Kor olana kadar, eriyene kadar, su olana kadar bırakır kendini, teslim olur ateşe. Yanmak düşmüştür bahtına ne çare. Usta bir elde, harlı bir ateşte, çekiçle ezile ezile kıvama gelir. Yeni bir şekil alır, işe yarar bir hâl alır. Bulunduğu yerde, olduğu halde kalsa daha mı iyi olacaktı. Durduğu yerde paslanacaktı. Kimse dönüp yüzüne bakmayacaktı. Başka türlü nasıl kılıç olurdu, nasıl Zülfikâr olurdu. Başka türlü nasıl kâfirin boynunu vurup, tevhidî bir zikre dururdu. İnsan olamadı amma, insan olamayanları vurdu. Cengâver oldu. Şehidin kanı ile ölümsüzlük iksirini yuttu. Ateşe duyduğu aşk ile yandı, yandı, sustu. Duymadı çekiç darbelerini, o kadar aşıktı ki. Yediği her darbe ile yeni bir şekle girdi. Öldü öldü dirildi. Dirilip keskinleşti. Aşk’a kurban oldu. Sabrın sonu selâmet oldu.

Aşk deliliğin resmidir
Acının öbür ismidir
Ruhun bin bir cismidir
Aşk aynanın gerisi
Ötelerin ötesi
Sessizlerin sesidir
Aşk dünyanın öbür ucu
Hemen burnunun dibi
Kalbinin tam içidir

Aşk mantığın zoru
Cevaplara sorudur
Bilenlerin yoludur
Aşk başlangıcın başı
Sonsuzluğun sonudur

Ateş yakar mı sahiden
Ateş yanar aslında
Ateş aşka âşıktır
Yakan korku aslında
Yanan korkak aslında

Leyla ile Mecnun…
Dillere destan olan sevdaların başında gelir, Leyla ile Mecnun’un sevdası. Ne çok sevdi Kays, adını Mecnun (deli) ile takas edene kadar. Kendini unutana kadar... Evini çöllere, aklını Leyla’ya satana kadar sevdi. Vurdu kendini çöllere de kimseleri tanımaz oldu. Adı sanı, yeri yurdu, bütün suallerin cevabı velhasıl Leyla oldu. Bir köpek gördü, tanıdı hemence. Bu köpek Leyla’mın köyünden gelir, bu köpekte Leyla’mın kokusu var dedi. Aşk her şeyi kendileştirir, neye kime aşıksa kişi, o oluverir. Seven sevdiğine ait ne varsa bilir.

Akıl da gider can da
Varsa sende yürek Mecnun’ca
Herkes Mecnun gibi sevemez
Ve her Leyla seni Mevlâ’ya götürmez

O an Mecnun’a sorsan herkes Leyla’ydı. Baktığı her yer, dokunduğu her şey Leyla’ydı. Adını, varlığını unutuncaya kadar sevdi. Leyla güzeldi, güzel, Leyla’ydı. Hücrelerine, kanına, canına varıncaya kadar sevdi, Leyle oluncaya kadar varlığı sevdi.
Sormak gerek; nesini sevdi bu kadar Leyla’nın, Mecnun. Çok mu güzeldi ? Belki, ama aşk güzele ise binlercesi var, güzele ise aşk, gönül oradan oraya tur yapar. Hikmet, Leyla’nın güzelliğinde değil, Mecnun’un yüreğinde.
Sevmeye yetenekli ise kimse, mutlaka bulur sevecek bir şey kendince. Lakin denilebilir ki; Leyla Mecnun’un ilk mürşidi oldu. Nice sonra aşk, suretten manaya dönünce aslını buldu. Mecnun, Leyla köprüsünden geçti karşıya, bu vesile ile vardı Mevla’ya. Nice zaman sonra bulunca mutlak aşkı, tanımadı Mecnun, uğruna deli damgası yediği Leyla’sını. Aşkı, Leyla’da kalsa onunla ölüp gidecekti. Mevla’ya dönünce baki kaldı, dillere destan oldu.

Leyla bir güldü Mecnun’un toprağında açan
Leyla soldu çoktan
Kim bilir kaç gül tomurcuklandı
Mecnun’un bahçesinde
Buram buram Mevla (c.c.) kokan

Şimdi aşk, et kemik olmuş, köpek de aşık olur öyle ise! Nerde Mecnun’ca sevenler. Şimdi zamaneler, şehvete bulanmış heyecanı aşk sanır, aldanır. Bilmek gerek, herkes Mecnun’ca sevemez ve her Leyla adamı Mevla’ya götürmez. Biner şehvetten bir ata, tutar Leyla diye atar kendini cehennem narına. Sonra dünyası da, ukbası da olur heder, tutar yakasından da bırakmaz keder.

Şems ile Mevlana…
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Hazreti Mevlana’nın, Şems-i Tebrîzî’nin gidişinin ardından yazdığı şiirin bir kısmı bu.
Tebrizli Şems; bir güneş gibi doğdu mübârek Mevlana’nın kalbine. Zaten saygın bir insandı, sevilirdi, sohbeti can atarak dinlenirdi. Lakin başka bir Mevlana oldu Şems-i Tebrîzî’den sonra mübârek Mevlana. Yıldız iken güneş oldu, deniz iken umman oldu. Resimdeki eksik olan manzara Şems ile tamam oldu. Aşktan bir fırın oldu Şems-i Tebrîzî mübârek Mevlana’ya, hem varlığı ile hem yokluğu ile pişirdi.

Her Mevlana’ya bir Şems lazım
Her Şems’e bir Mevlana
Lakin Şems olmak da zor
Mevlana olmak da

Hep sorardım; ’hangisi için zor oldu?’ diye ayrılık; ikisi için de zordu. Gitmek gerekir bazen, hep kaçış değil ya, bazen de hakiki vuslat içindir gitmek. Sevdiği için gitmek, öyle gerektiği için gitmek. Hangi ateş pişirir ki yüreği ayrılık ateşi kadar. Ayrılık uygun kıvama gelinceye kadar yoğurur yüreği, sonra iyice bir yakar, ta ki oluncaya kadar. Değişti Şems’den sonra, mübârek Mevlana. Yenilendi, tamam oldu, Mevlana oldu.

Aşk ateşiyle yananı hiçbir ateş yakamaz, zira o ateşin kendisi olmuştur.

Mevlana Şems’in ardından yanıp kül oldu, yeniden doğdu. Bir dost bulmak zordu, kaybetmek daha da zordu. Kim anlardı ki onu Şems gibi, kim bilirdi halini. Ayrılık eceli gelip çatınca, biri canından oldu, öbürü Karanî’ce yanıp durdu.


* * *

Gündüzüme ay doğuyor, geceme güneş
Bütün aykırılıklar sıradanlığa eş
Herkes uyurken ayaktayım
Herkes ayaktayken ben uyumaktayım
Topyekûn ters gidiyor her şey
Biriktirdiğim bir hayatı harcamaktayım
Zaman eskidi, sözler eksildi
Toplamaya çalışsam da arta kalanımı
Dağıtıyor kalbim akla uyan yanlarımı
Bir Mecnun’um Leyla’sız, sahrasız
Bir Ferhat’ım Şirin’siz, dağsız
Kendimi bilmez haldeyim
Akıllıdan akıllı, deliden deliyim
Gel artık çek uçurumdan yukarı
Düşüp parçalanmayayım, tut ayağımı
Yoruldum ağır aksak gitmekten
Sür kalbimi aşk fırınına hepten
Güle çevir ateşten dudağımı
Ben elini öpeyim ey aşk, sen alnımı

* * *

Can dedikleri kanlı bir denizdi
Aşk yüzmek gibiydi
Yüzmeyi bilenler denizin üstünde kaldı
Ölümsüzlüğü tattı
Yüzmeyi bilmeyenler etin kanın içinde boğuldu, sonsuz bir ölüme battı

* * *

Tespihim közdür benim
Çektiğim aşk
Yolum ateştir benim
Gittiğim aşk

Tut elimden gidelim desem
Kordur bastığım yer bilsen
Yanarsın ta yüreğinden
Varsa mecalin sonu aşk

Kimler çıktı meydana
Nice başlar gitti uğurda
Ağır bedeli, yol vermeli hevaya
Varsa mecalin sonu aşk

Geceler beyaz olur
Nur gözüyle görene
Gündüzler bile siyahtır
Gönül gözü ölene
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.