Özlenen Rehber Dergisi

159.Sayı

Adalet ve Zulüm

Kasımov Aliasqarhon Özlenen Rehber Dergisi 159. Sayı
وَالسَّمَآءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ ﴿﴾ اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ ﴿﴾ وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ

’Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.’ (er-Rahmân, 55/7-9)

Allah (c.c.) yeri ve göğü ölçüyle (mizan) ile yarattı. Bu ölçü adalettir. Adalet ile yer ve göğün üzerindeki her bir şey kaim olur.
İnsanlar iki kısma ayrılırlar:
a) Adaletliler
b) Zalimler
Adaleti ’Her bir hak sahibinin hakkını yerine getirmek’, zulmü ise: ’Hak sahiplerinin hakkını ede etmemek’ diye kısaca tarif edebiliriz. Allah (c.c.), kullarının muamelatta, aile içinde, elinin altında çalışanlar arasında, dostları ile ilişkisinde ve çevresindeki kişilerle münasebetinde adaletli olmalarını emretti.
Ebû Zer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Nebi (s.a.v.)’in Allah Tebârake ve Teâlâ’dan rivayet ettiğine göre; muhakkak ki O şöyle buyurmuştur: ’Ey kullarım! Muhakkak ki ben, zulmü kendime haram ettim ve onu sizin aranızda da haram kıldım. Şu halde birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Benim kendisine hidayet ettiğim müstesna hepiniz dalalettesiniz. Şu halde benden hidayet isteyin ki size hidayet edeyim.’1
Bir ayet-i kerimede yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ’Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.’2
Müslüman kişi yakınına da adaletle davranır, yakını olmayana da. Sevdiği kişi için de sevmediği kişi için de adaletle hüküm çıkarır. Elbette her konuda adaletli olan ile adaletli olmayan hiçbir zaman bir olmaz. İnsanların arasında işlenen en büyük günah zülümdür. Hatta gayrimüslime bile yapılsa bu böyledir. Mazlum kişi eğer zulme uğrarsa ve dua ederse, mazlum olan hatta Müslüman olmasa bile onun duası kabuldür. Nitekim Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Kâfir bile olsa mazlu­mun (bed)duasından sakın. Zira onun fevkinde (yani onunla kabul edilmesi arasında) hiçbir perde yoktur.’3
Mazlumun duasını kabulden engelleyen hiçbir unsur yoktur. Mazlumun duası kesinlikle kabuldür, fakat karşılığının gözükmesi için biraz zaman geçebilir.
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Üç (kimse) vardır ki, duaları geri çevrilmez. İftar edinceye kadar oruçlu, adaletli idareci. Ve mazlumun duası ki, Allah o(nun duasın)ı bulutların fevkine yükseltir, onun için sema kapılarını açar ve Rab (Azze ve Celle): ’İzzetime yemin olsun ki, bir müddet sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim.’ buyurur.’4
Bir hususta zalim mazluma zulmettiğinde bizim bakış açımıza göre mazluma meşakkat isabet eder, zor durumda kalır. Doğru, ona meşakkat isabet etti, ama aslında zulmeden meşakkate uğradı. Çünkü eğer zalimin zulmünün geçerlilik suresi bir sene, on sene hatta bir ömür bile olsa Allah (c.c.)’nun huzurunda ebedî adalet karşısında cezasını alacaktır ve ebedi olan ile bir kişinin ömrü kıyas edilemez. Mazlum zulümden dolayı eziyet çeker, zalim ise yaptığından lezzet alır. Ama yukarıda da zikrettiğimiz üzere zalimin hali Rahman’ın huzurunda nasıl olur? Bu yüzden de Müslüman hayatının her anında imtihanda olduğunu unutmamalı ve her bir hareketinde adaletle davranmalı. Çünkü kıyamet günü Allah (c.c.) bunun hesabını şek şüphesiz görecektir.
Mahşer meydanında adaletli olan kimseler enbiyalar ile birlikte olurlar. Ebû Hureyre (r.a.)’ın Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Yedi (zümre vardır) ki, Allah onları kendi (Arş’ının) gölgesinden başka hiçbir gölge olmayan (hesap) gün(ün)de, (Arş’ının) gölgesi altında gölgelendirecektir: Adaletli idareci. Rabbinin ibadetinde yetişmiş genç. Kalbi mescitlere bağlı olan kimse. Allah için birbirini sevip, o (sevgi)de birleşen ve o (sevgi)de ayrılan iki kimse. Mevki (şeref) ve güzellik sahibi bir kadın kendisini (fuhşu irtikâp etmek için nefsine) arzu (ve davet) ettiği halde ’Muhakkak ki ben, Allah’tan korkarım’ diye(rek reddede)n erkek. Tasadduk edip (de bu sadakayı), sağ elinin infak ettiğini sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kimse. Tenha bir yerde Allah’ı zikredip de, iki gözü dolup taşan kimse.’5
Adil yöneticiler: Devlet başkanları, patronlar, komutanlar, aileyi yöneten babalar vb. olsun elinin altındakilerle adaletli davranması onu Rahman’ın huzurunda mahşerin sıcaklığından emin kılar. Adalet, ilk bakışta kolay gözükse de hakikatte çok meşakkatli bir ameldir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.v.), adaletli idareciyi yedi zümrenin en başında zikretmiştir.

Adaletle hükmetmek
Zührî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bana Urve b. Zübeyr haber verdi: ’Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.)’in zamanında, (Mekke’nin) Feth(i) gazvesi (sırasın)da (Mahzumoğullarından) bir ka­dın hırsızlık yaptı. Bunun üzerine kadının kavmi (elinin kesilmemesi için Rasûlullah’ın yanında) şefaat etmesini istemek üzere ­Üsâme b. Zeyd’e gidip iltica etti(ler).’ Urve (devamla şöyle) dedi: ’Üsâme, o kadın hakkında O’nunla (yani Rasûlullah’la) konuşun­ca, Rasûlullah (s.a.v.)’in yüzünün rengi değişti ve: ’Allah’ın (belirlediği) hadlerinden (cezalardan) bir had hususunda mı benimle konuşuyorsun?’ buyurdu. Üsâme: ’Yâ Rasûlallah, benim için (Allah’tan) mağfiret dile!’ dedi. Öğleden sonra olunca Rasûlullah (s.a.v.), hutbe vermek üzere kalk­tı ve Allah’ı layık olduğu şekilde sena etti, sonra: ’Bundan sonra; sizden önceki insanları ancak (şu) helak etti: Muhakkak ki onlar, içlerinde şerefli (nüfuzlu) kimse hırsızlık ettiği zaman onu (cezasız) bırakırlardı. İçlerinde zayıf kim­se çaldığı zaman ise ona had uygularlardı. Muhammed’in canı yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, şayet Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etseydi mutlaka onun elini de keserdim!’ buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bu kadınla ilgili emrini verdi ve eli ke­sildi. Bundan sonra o kadının tevbesi güzel oldu ve evlendi.’ Âişe şöyle dedi: ’O kadın, bundan sonra (bana) gelirdi, (ben) onun hacetini Rasûlullah (s.a.v.)’e iletirdim.’6
Görüldüğü üzere peygamber ve aynı zamanda bir devlet başkanı, hakim ve idareci olan Rasûlullah (s.a.v.) hiç kimseye haksızlık etmiyor, ayrım göstermiyor. Zengin ve parası olanlar cezadan kurtulsa, fakir ve miskinler ise parası olmadığından elleri kesilse o zaman adalet nerede kalır?
Bizim dinimiz adalet dinidir. Zalimler zulmünün cezasını tatmıyor olabilir bize göre, Allah (c.c.) onları kendi hallerine bırakmış diye bir çıkarımda bulunuyoruzdur belki, ama bu zanlarımızın hepsi boş bir kuruntudan başka bir şey değildir.
Kerim olan Rabbimiz Kur’ân’ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: ’Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.’7
Ebû Musa (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Muhakkak ki Allah, zalime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığı zaman onu bırakmaz.’ buyurdu. (Ravi şöyle) dedi: Sonra: ’Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.’ (Hûd, 11/102) (ayetini) okudu.8
Kureyş müşrikleri Müslümanların karşısında yer almadan önce Rasûlullah (s.a.v.) elindeki ok ile mücahitleri; ’Beri gel, geri git!’ gibi talimatlarıyla hizaya getirirken gözü safın hizasından biran öne çıkmış ve sırayı bozmuş bulunan Sevâd b. Ğaziyye’ye döştü. Ellerindeki ok ile Sevâd’ın açık karnına dokunup ’hizaya dur’ buyurdular. Sevâd ise ’Yâ Rasûlallah, canımı acıttınız! Allah (c.c.) sizi hak ile gönderdi. Kısas isterim!’ dedi. Sahabeler ’Ey Sevâd, bu Rasûlullah!’ dediler. Sevâd: ’Muhakkak ki hiçbir beşerin diğerine karşı üstünlüğü yoktur.’ dedi. Allah Rasûlü: ’Haydi kısas yap!’ buyurdular. Sevâd: ’Bana vurduğunuzda karnım açıktı.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.v.) de karınlarını açtılar. Sevâd, hemen Peygamber efendimizi kucaklayıp karınlarını öptü. Fahr-i Kainat (s.a.v.): ’Ey Sevâd! Niçin böyle yaptın?’ diye soru sordular. Sevâd: ’Savaşa hazırlanmış bulunmaktayız! İstedim ki, benim vücuduma değen son ten sizin mübarek teniniz olsun!’ dedi. Bunun üzerine alemlerin efendisi olan Peygamberimiz (s.a.v.) ona hayır duada bulundu.9
Adalet deyince toplumda gözlerimizin özünde hemen Hz. Ömer (r.a.) canlanıyor. Hz. Ömer’in adaletinin en iyi tarifi bana göre âcizane Hürmüzân’ın söylemiş olduğu şu sözdür.
حَكَمتَ فَعَدَلتَ فأمِنتَ فَنِمتَ
’Hükmettin, adaletli oldun, emin-güvenilir oldun ve (sokakta) uyudun.’
Süleyman b. Abdilmelik, Benî Ümeyye kavminin halifelerinden. Bir gün camide namaz safına ilerlerken biri ayağa kalktı ve şöyle bağırdı: ’O zaman aralarında bir duyurucu, ’Allah’ın lâneti zalimlere!’ diye seslenir.’ (el-A’râf, 7/44) Halife emrinin altında bulunan herkes için kıyamet günü hesap vereceğini hatırladı ve ağladı.
Zalimler insanların haklarını gasp ederler. Her birimizin zalim konumuna düşme ihtimalimiz her zaman vardır. Şüphesiz ki: ’Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.’10
İnsana verilen faziletler türlü türlüdür, fakat bu faziletlerin içerisindeki en büyük fazilet adalettir. Evlatlar arasında muamelede adaletli olan bir baba ile adaletsiz davranan bir baba hiçbir zaman aynı olmadığı gibi bu diğer kişiler için de böyledir. Ama ne yazık ki biz bu dengeyi her zaman unutmaktayız. Buna en basit örnek olarak şunu verebiliriz: Bir ailede oğul, eşinin işini kolaylaştırmak amacıyla ona bir alet satın aldığında kaynana hemen çocuğunu sıkıştırır, ’yaptığın israf’ vb. sözler sarf eder. Fakat aynı şeyi damadı yapsa ağzından çıkan söz ’Allah damadımdan razı olsun!’ olur. Peki bunun neresinde aramalıyız adaleti?
Günümüzde toplum tarafından bilinen ve saygı duyulan aileler, her sıkıntılı işten sorunsuz bir şekilde sıyrılıyorsa ve hayatta istediği gibi insanlara zulmederek yaşıyorsa, haklı olup da toplum tarafından dışlanan ve her konuda hakları gasp edilen ailelerin durumu nasıl olacak? Biz Müslümanlara bunların hesabı sorulmayacak mı kıyamet günü?
Halife Hz. Ömer (r.a.) döneminde Mısır’da, Mısır’ı fetheden komutan Amr b. el-Âs vali olarak görev yapıyordu. Mısır, Müslümanların yönetimi altında idi. Fakat orada Kıptiler ve bazı Müslüman olmayan kabileler de ikamet etmekte idi. Bir gün Kıptilerden olan bir genç ile vali Amr b. el-Âs’ın oğlu bir yarışmaya tutuştular ve kıbti genç valinin oğlunu mağlup etti. Yenilgiye uğrayan vali oğlu, kıbtiye kamçıyla vurmaya başladı. Kıbti: ’Neden vuruyorsun?’ diye sorunca, valinin oğlu ’Biz İbnu’l-Ekramîn’iz, saygın ve bilinen ailenin evlatlarıyız.’ dedi. Zulme uğrayan kıbti Ömer (r.a.)’ın adaletine güvenerek Medine’ye şikâyetle gitti. Devamını Enes’den dinleyelim: Mısır halkından bir adam Ömer b. el-Hattâb’a geldi ve: ’Ey mü’minlerin emiri, zulümden sana sığınıyorum!’ dedi. (Ömer:) ’Sığınılacak yere (hakkını müdafa edecek doğru yere) sığındın!’ dedi. (Mısırlı): ’Amr b. el-Âs’ın oğlu ile yarıştım ve onu geçtim. Bunun üzerine bana kamçıyla vurmaya ve: ’Ben, İbnu’l-Ekramîn’im (saygın kişilerin oğluyum).’ demeye başladı.’ dedi. Bunun üzerine Ömer, Amr’a, gelmesini ve oğlunu da beraberinde getirmesini emrettiği (bir mektup) yazdı. Nihayet (Amr ve oğlu) geldi. Ömer: ’Mısırlı nerede? Kamçıyı al ve (ona yani Amr b. el-Âs’ın oğluna) vur.’ dedi. (Mısırlı) ona kamçıyla vurmaya başladı, Ömer ise şöyle diyordu: ’İbnu’l-Ekramîn’e (saygın kişilerin oğluna) vur.’ diyordu. Allah’a yemin olsun, muhakkak ki ona vurdu, biz de ona vurmasını arzu ediyorduk. Nihayet onu bırakmad(an vurmaya devam ett)i, nihayet ondan kamçıyı (artık) kaldırmasını (vurmaktan vazgeçmesini) temenni ettik. Sonra Ömer Mısırlıya: ’Kamçıyı Amr’ın başının saçsız kısmına vur.’ dedi. (Mısırlı): ’Ey mü’minlerin emiri, bana vuran ancak oğluydu, ben ise ondan kısas hakkımı aldım.’ dedi. Bunun üzerine Ömer Amr’a: ’Anneleri onları hürler olarak doğurduğu halde ne kadar (zaman)dan beri insanları köleleştirdiniz?’ dedi. (Amr): ’Ey mü’minlerin emiri, (durumu) bilmedim ve bana da gelmedi.’ dedi.11
Bir insanı sevmemeniz veya bir şeyden hoşnut olmamanız sizi adaletle hükmetmekten alı koymasın. ’Bu bizden’ deyip haksız olduğu halde lehine hüküm çıkarmak veya ’bu bizden değil’ deyip ayrım ile halı olduğu halde aleyhine hüküm çıkarmak adalet değildir. Müslim de gayrimüslim de adalet ister ve adaleti sever. ’Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’12
Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar: ’Hâkimler üç (kısım)dır: Biri cennette, ikisi ise cehennemdedir. Cennette olana gelince, hakkı bilip onunla hükmeden kişidir. Hakkı bilip de hükm(ün)de zulmeden kişi cehennemdedir. İnsanlar hakkında cehaletle hüküm veren kişi de cehennemdedir.’13
Zalimlerin hayatlarına göz atalım ve ibretlenelim. Eğer zulmünün karşılığını hemen almıyorsa onu izlemeye devam etmeliyiz. Çünkü yaptığının karşılığı muhakkak ki onun hayatına yavaş yavaş etki etmeye başlayacaktır. Bizim dinimiz adalet dinidir. Yer ve gök adaletle yaratıldı. Muhakkak ki bir gün zalim de adaletin karşısında hesabını verir. ’Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.’14
Kıyamet günü eğer biri diğerinin bir düğmesini bile aldıysa hepsi birer birer hesap edilir. O yüzden bir zalimin zulmettiğini gördüyseniz hemen ’adalet yok mu?’ demede acele etmeyin. Çünkü kerim olan Rabbimiz her bir şeyi adaletle kaim eder. ’Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.’15
Bazen görürüz ki zalimler, mazlumun mal-mülk ve namusuna tecavüz edip büyük miktar haram servet elde eder ve: ’Eğer ben bu zulmü yapmasaydım, böyle bir işe kalkışmasaydım o zaman nereden bu kadar büyük servete sahip olurdum?’ derler. Onlara diyeceğimiz şudur: Unuttunuz mu ki: ’(Kaderi yazan) kalemler kaldırılmış ve sahifeler(deki mürekkep) kurumuştur.’16 Sizin rızkınız artmayacak, azalmayacak da. Sadece siz rızkınızı daha da bereketlendirebilirsiniz adaletli davranarak.
İmam-ı Zehebî, ’Kebâir’ kitabında Vehb b. Münebbih’den rivayetle bir kıssa nakleder. Zorba bir kral bir saray inşa etti ve onu muhkem ve yüksek kıldı. Derken yaşlı, fakir bir kadın geldi ve o (saray)ın yanına barınacağı bir kulube yaptı. Kral bir gün (bineğine) bindi ve sarayın etrafında dolaştı, kulübeyi gördü. ’Bu kimin?’ dedi. (Kendisine): ’Fakir bir kadının, orada kalıyor.’ dendi. Bunun üzerine emretti ve (kulübe) yıkıldı. Nihayet yaşlı kadın geldi ve onu yıkılmış bir halde gördü. ’Bunu kim yıktı?’ dedi. (Kendisine): ’Kral onu gördü ve yıktı.’ dendi. Bunun üzerine yaşlı kadın başını semaya kaldırdı ve: ’Ey Rabbim! Ben (kulübem yıkılırken) yok idim, sen (niçin onu muhafaza etmedin)?’ diyerek serzenişte bulundu. Bunun üzerine Allah Cebrail’e, sarayı içindekilerin üzerine ters yüz etmesini emretti, o da onu ters yüz etti.17
Peygamber efendimiz (s.a.v.) o yüzden: ’Mazlu­mun (bed)duasından sakın. Zira onunla Allah arasında hiçbir perde yoktur.’18 buyurmuştur.
Aziz kardeşlerim, hayatımızda feyiz kaybolduysa, derdimize şifa bulamıyorsak, sıkıntımız eksik olmuyorsa, yüzümüzün nuru eksildiyse geriye dönüp bir bakalım, biz de birilerinin ahını aldık mı acaba? Eğer öyle bir durum varsa ve daha hayatta isek idrak edelim ki Rahman ve Rahim olan Rabbimiz Allah Teâlâ bizi sevdiğinden tövbe etmemiz için bize fırsat vermektedir.
Dinimizin gayesi yeryüzünde adaleti kaim kılmaktır. Zulüm ise buna engeldir. Çünkü adalet hayata güzellikler ve faziletler katarken, zulüm yeryüzünü bozgunluklara uğratır. Dünyada zalimlerden çok mazlumlar olur. Fakat sonuç önemlidir. Elbette bir gün gelir, zulüm olmaz. İşte o gün zalim de mazlum da Rahman’ın huzurunda yan-yana dururlar. Her insan yaptığı işin karşılığını alır. ’Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun mükâfatını görecek, Ve her kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun cezasını görecektir.’19 O günkü adalet mazlumlara mübarek olsun, o gün zalimlerin haline vah olsun.
Velhamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn!

(Endnotes)
1 Müslim, el-Birru Ve’s-Sılatu Ve’l-Âdâb, 15.
2 en-Nisâ, 4/58.
3 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.20, s.22, h.no:12549, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
4 Tirmizî, Deavât, 129.
5 Buhârî, Ezân, 36.
6 Buhârî, Meğâzî, 53.
7 İbrâhîm, 14/42.
8 Buhârî, Tefsîr, Sûratu Hûd/5.
9 İbn-i Hişâm, II, 266-267: İbn-i Sa’d, II, 15-16.
10 eş-Şuarâ, 26/227.
11 Hindî, Kenzu’l-Ummâl’da ’İbn-i Abdi’l-Hakem’den rivayetle nakletmiştir., Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1985, c.12, s.660, h.no:36010.
12 el-Mâide, 5/8.
13 Ebû Dâvûd, Kadâ, 2.
14 el-Mü’min, 40/17.
15 el-Enbiyâ, 21/47.
16 Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rakâik Ve’l-Vera’, 59.
17 Zehebî, el-Kebâir, Dâru’n-Nedveti’l-Cedîde, Beyrut, ts., s. 107.
18 Buhârî, Îmân, 9.
19 ez-Zilzâl, 99/7-8.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.