Bize öyle öğrettiler. Nasıl anlamamız istendi ise öyle anladık sevgiyi. Yıkılmaz kaleler ördüler algılarımıza. İstedikleri gibi olmamız için, düğmeler ve kumandalar ile istendiği gibi hareket eden itaatkar birer robot olmamız için böyle olmalıydı. Hipnoz ettiler adeta bizi. Diziler, filmler, şarkılar, şiirler, birer öğretmen olup öğretti bize ’nasıl sevmeliyiz’i. Sevgiyi kadınla erkeğin yakınlaşması sonucu meydana gelen bir his olarak tanıttılar, hem de şehvete batırıp batırıp yedirdiler aklımıza bunu iyice. Biz bildiğimiz bir şeyi unutmadık esasen. Hiç bilmediğimiz bir şeyi, bizden istendiği gibi bildik, yanlış bildik. Kaçımız gerçekten seviyoruz, seviliyoruz acaba. Belki çoğu heves ve heyecanı sevgi sanıyor. Biraz daha level atlayan, iyi olan, güzel olan sadece ’benim olsun’ deyip, sahip olma duygusunu, egosunu tatmin etmeyi sevmek sayıyor.
Ne mi sevmek? Sevmek, kendin dahil her şeyin sevilen olması demek...
Nasıl söze dökülsün sevda, nasıl anlatılsın, nasıl anlaşılsın? Düşün ki biri var, kalbi yok, bilmiyor hissetmeyi, yalnız akıldan ibaret varlığı. Şimdi sen parala, parçala kendini anlatmak için, o da anlasın seni, ne mümkün. Kalp sevmezse, sade bir et parçası. Tut ki kalp değil, el, ayak, göz, kulak kalp diye taşıdığın. Ne farkı var bunlardan kalbin, sevmezse insan. Vücutta bir organ kalp, anca severse çalışan. İstersen en güzel sözlerle sar, sarmala. Hatta öyle olsun ki; daha önce hiç söylenmemiş. İlk kez yaratılan, ya da yaratılmış olup da ilk defa görülüp tanınan bir şey gibi olsun. Öyle yeni, bilinmeyen kelimeler ile ifade et aşkı sen, ne bilsin yaşamayan, ne bilsin ateşi sade görmek ile, ateşlerde yanmayan. Hiç susamasaydın mesela, hiç ihtiyaç duymasa idin, nice haberin olurdu suyun varlığından. Kalp, kan pompalayan bir et parçası, sevmektir kalbi gönül yapan. Sevmeyi bilmiyorsa kalbin, ne farkı var, şu dağdan, taştan. Yemek mi, içmek mi, yatıp uyumak, uyanıp işe gitmek mi, işten eve dönmek mi? Nedir seni hayvandan ayıran. Ayarlı bir makine gibi çalışmak marifet değil, iş değil aynı şeyleri yapmak. Şu ottan, çöpten farkın nedir. Zaten öleceğin bir dünyada, yaşayan bir ölü olmaktan kurtulmanın yolu nedir? Nedir insan oluşunun sırrı. Bak fısıldıyor derviş Yunus haydi kulak ver:
’Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez’
* * *
Şu insan denen organizmanın doğasında var zoru seçmek. Sevmek çok kolaydır ama nefreti seçer.
Takdir etmek zor gelir kıskanmayı, dışlamayı ötelemeyi seçer.
Paylaşmak erdeminin yerine, saklama hamallığını seçer.
Sevdiğini söylemeye utanır da hakaret etmek ve nefretini kusmak hususunda utanç duymaz.
Sensin kendine hayatı zorlaştıran ey insan!
Şimdi hiç hayıflanma hayattan.
Bir şeyden vazgeçeceksen bu Allah (c.c.) için olmalı, yine bir şeyi yapacaksan bu da Allah (c.c.) için olmalı. O ne der, bu ne der diyerek yaşamak seni ahmaklık mezarına gömer. O ne der, el alem ne der diye yapmak istediklerinden vazgeçedur sen veya yapmak istemediklerini bir memnuniyete, bir aferine satadur, emin ol uğruna hayatından vazgeçtiğin insanlar, hayatlarının bir saatini senin için vermezler. Emin ol sen sana biçilmiş ömür diliminde başkalarının hayatını yaşarken, başkaları senin yerine ölmez, kabre gitmez, hesap vermezler.
Hani biz insandık, hayvandan farklıydık, akıllıydık. Akıl da bir yere kadar… İlla sevgi, illa sevgi. Severek, sevilerek yaşamak gerek ve bazen sevdiklerimiz için bile olsa, sevdiğimiz şeylerden vazgeçmemek. Kendimiz olarak yaşayıp, kendimiz olarak ölmek gerek.
* * *
Işıklar söndüğünde, herkes dinlenmek için çekildiğinde başlar çekilmez mesaisi özleyenlerin...
* * *
Bir vakit gelir, akıl kalbe harp açar, ’niye’, ’nasıl’ silahları ile. Vurur ha vurur kalbe acımasızca, dur durak bilmeden, ’niyeler’ ile, ’nasıllar’ ile. Kalp kendini müdafaa eder sadece ’hiç, işte’, ’bilmem, öyle’ kalkanı ile. Hırpalanırsın bu arada, gider gelirsin kalbin ile aklın arasında, bir o tarafa, bir bu tarafa. Tartaklana tartaklana sersemleşirsin, ne diyeceğini, nasıl hareket edeceğini bilemezsin.
Bu savaşın azmettiricileri vardır bir de, insanlar, ah hep insanlar. Azmettirirler, ’bu yaptığın yakışık almaz’, ’hem ne derler’ çöpü ile zaten arı kovanına dönmüş aklını bir güzel karıştırıverirler. Elleri dursa dilleri durmaz, dilleri dursa gözleri, şeytanın ırgatlarının. Sonuçta aklına uyar da, kalbine sırtını dönersen, aklından gelecek bir ’aferin’ uğruna, sonsuz mutluluğun yolu olan sevgiyi kaybedersin. Akıl beden ile birlikte ölür fakat ruh sevgi ile ebedi yaşar, mutlu mesut.
Her şeyi didikleme, sorgulama, ilahi emirlere ters düşmediği sürece. Her meseleyi anlamlandırıp, aklına yakışır hale getirmek için uğraşma. Kalbinin akışına bırak kendini, seril sevginin şefkatli kollarına, her şeyin sonu var, sevginin sonu yok ama. Al sana ölümsüzlük iksiri, iç yudum yudum, iç kana kana ve sonsuzca mutlu yaşa.
* * *
Bir gün birileri adını sorduğunda, ’Leyla’ diyemeyeceksen, sevdim deme...
’Nerelisin?’ dediklerinde, ’Leyla’nın köyündenim’, ’Nereden gelirsin?’ dediklerinde, ’Leyla’dan’, ’Nereye gidersin?’ dediklerinde, ’Leyla’ya!’ diyemiyorsan, sevdim deme...
Baktığında, yer, gök, dağ, deniz, çöl Leyla değilse...
Yürüdüğün yollar, gördüğün yüzler sevgili değilse...
Duyduğun sesler hep onun sesi değilse...
’Bu köpekte Leyla’nın kokusu var, Leyla’mın köyünden geliyor’ diyecek kadar süremiyorsa yüreğin onun izini, ’az önce buradan geçmiş’ diyecek kadar duyamıyorsan kokusunu, ’az sonra şuradan geçer’ diyecek kadar yürüyemiyorsa adımların, adımlarından önce, deme hiç ’seviyorum’...
Onun eline iğne battığında, elin kanamıyorsa, canı yandığında, canın yanmıyorsa, seviyorum deme...
Kays, Leyla’dan uzaklaştıkça daha da sevdi onu, bedenini sevseydi, uzaklaştıkça, kavuşamadıkça azalmaz mıydı sevgisi? Oysa zaman ve mesafe azaltacağına artırdı aşkını, ayrılık ateşi yaktı yüreğini, aklını hiç etti, zamanı ve mekânı ve hatta kendini unutana değin sevdi Leyla’sını...
Sen etin, kemiğin, suretin içinden çıkamadıkça sevdim deme, hâlâ bir iz varsa sende senden, çekip gidemedi isen tek bir ayak izi bile bırakmadan, kalp adımların ile kendinden, sevdim deme. Mecnunun sevdasına, Leyla’nın mirasına ihanet etme, aşka haksızlık etme, vefasızlık etme.
* * *
Neyimize yetmez sevmek için Hak dostları. Hem Leyla’dan ayrılmazsın, hem Mevla’dan gafil olmazsın.
* * *
Her şeyin bir edebi vardır. Her şeyin başı ve sonu edepten ibarettir. Sevginin edebi ise sadakat ve boyun bükmektir. ...
* * *
Sevgi kalbin ruhudur
Sevgi olmazsa kalp ceset olur
* * *
Eylül’e sevdim seni
Mevsim sonbahardı kalbim ilkbahar
Ağaçlar yaprak döküyordu gözlerim yaş
Güneş dünyaya doğuyordu, yüzün bana her sabah
Her sabah yeniden doğuyordum hayata seninle
Yeniden çocuk olur mu insan?
Başa döner mi zaman, tersine işler mi?
Oluyordu işte nasıl oluyorsa
Giderek büyüyordum
Ve giderek küçülüyordum bir yandan
Ne yaptığımı bilmiyordum
Bilmiyordum ne söylediğimi
Nereden gelip nereye gittiğimi
Kendimde değildim sanki hipnoz olmuş gibi
Belki de her zamankinden daha çok kendimdim
Alışık olmadığım bir yerde
Tanımadığım insanların içinde gibi yabancıydı her şey
Her gün yaptıklarım kadar sıradandı bazen
İçimde bir şeyler azalıp çoğalıyordu sebepsiz
Oradan oraya savuruyordu beni bu git geller
Eylül’de sevdim seni
Bir gül açtı bahçemde daha önce hiç kimseye açmamış
Dikeni canımı kanatmamış
Hiç solmazmış
Kokladım içime çektim bir nefes içinden
Binlerce gül açtı birden içimde
Her birinin kokusu rengi birbirinden başka
Ölmek istedim o an
Hiç bitmesin istedim
Avuçlarında can verdim
Sevgi..
Özlenen Rehber Dergisi 162. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.