Özlenen Rehber Dergisi

162.Sayı

Kapu Gözet!

Tahir Ceyhun Yıldız Özlenen Rehber Dergisi 162. Sayı
Kapu Gözet Kapu; Ko Dip Gözetme
Ki Devlet Kapudadır, Koma, Gitme!

Yukarıda okuduğunuz beyit, Yunus Emre Hazretleri’nin ’Risâletü’n-Nushiyye’sinin ’Dastân-ı Kibr’ bahsinde geçen bir beyit… Günümüz Türkçesi’nde;
’Kapu Gözet ’ten kasıt ’mütevâzı ol’; ’dip gözetme’ den kasıt ise ’yüksekleri, başları gözetmeyi bırak’ olarak geçiyor. Yani tam olarak:
’Kapı gözet -mütevâzı ol- dip -yüksekleri baş köşeleri gözetmeyi- bırak
Ki devlet –saâdet- mütevazılıktadır, o kapıyı –mütevâzılığı- bırakma, gitme!’
Yûnus Emre Hazretleri’nin bu beytine tesadüf ettiğim ilk ânda aklıma gelen şeyler mütevazılık, alçak gönüllülük vb. şeyler değil idi. Farklı bir mana idi idrak aynama yansıyan... Farklı bir çağrışım idi. İşte bu vesîle ile ben de bu yazımda mezkûr beyti aklıma, gönlüme gelen mânâ üzerinden değerlendirmeye, istifâdenize sunmaya çalıştım.
Bilirsiniz, Yûnus Emre, Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Veli gibi isimleri, konuları ne tarafa çekerseniz, o tarafa gelir lâkin büyük bir çevre Yûnus’u, Mevlânâ’yı, Hacı Bektâş-ı Velî’yi ’hümanist -insan sevgisi ile dopdolu-, hoşgörülü bir şair’ olarak kabul eder ve bu minval üzere kabul ettirmeye çalışır… Bu kabuller doğru mu? Doğru… Eee…
Eee’si; herkes bu isme ’hümanist, şair, düşünür’ hatta ’feylesof’ derler lâkin atladıkları, görmezden geldikleri, görmezden gelmek istedikleri bir şey var. Bu üç zat da tarikat pîri ve tarikat şeyhi idi. Yeri geldiği ânda ’mutasavvıf’ da denir lâkin bunun günümüzde kullanımı olan ’şeyh, mürşid’ vasıfları hiç gündeme gelmez. Bu kısa bir değerlendirme ve mukayeseden sonra beyte geçeceğim inşallah.
Eski dönemlerde ’kapı’nın ne kadar ihtişamlı, ne kadar azametli olduğunu hem kaynaklarda okuruz, hem de var olan câmiî, mescid, tekke, hangâh gibi yapılarda görürüz. Beyitte geçen ’kapu’yu, tasavvufî ıstılahta geçtiği üzere ’mürşid kapısı’ olarak değerlendirdim. Şöyle ki; tekke ve dergâhlarda, mürşid zât; müridanın içinde olur imiş lakin bazı zamanlarda da kendisi için hususî hücresinde yâhût evinde bulunur imiş. Hususî hücresinde, evinde bulunduğu zaman diliminde, bir müridin zahiri ve batıni bir müşkili var ise; koştuğu/koşacağı ilk yer ’Allah’ın bir rahmeti, bir nimeti’ olarak gördüğü mürşidinin kapısı imiş. Vazifeli müride –ki tekke ve tasavvuf kültürü gayet intizâmlı bir yapı olduğundan, her bir ferdin vazifesi, mürşidi tarafından tevdi edilmiş idi- mürşidini görmek istediğini, bir müşkülü olduğunu söyledikten sonra kapıda bekler, kapıdan bir ’gel’ işaretini gözler imiş. İşte beytin ilk kısmındaki ’kapu gözet kapu’dan benim gönlüme açılan mana bu. Müridler bu ânda, mürşidinin kapısında hüsn-i edeb ile rabıtalı ve tefekkür içre ’istiğfar’ virdi ile beklerler. Beklerler ki; zaten kapıya varmadan önce aldığı abdest ile beden temizliğini, kapıda beklerkenki ’istiğfar’ tevhidi ile de ruh ve gönül cilâsını terkib etmektedir.
Bilenler bilir; mürşid odasından, hücresinden çıkacak diye kapının önünde beklemek pek hoştur. Kapısı açıldıkça ruhun yenilenir, yüreğine bir heyecân huzmesi yürür. Hani çıkan o –mürşid- değil de; başkası çıkmış, mürşid hâlen içerde olsa da bir üzülürsün, bir sevinirsin. Üzülürsün; kapudan çıkan mürşidin değildir, mürşidini görememişsindir.
Sevinirsin; biiznillâh az sonra mürşidini göreceksindir. Ve recâ ile beklersin: ’Mürşidim kapıyı açar da bizlere bir selâm eder mi, bir nazar eder mi…’ deyû.
Beyitte geçen ’kapu’nun, en göze çarpan ifadesi ’mürşidin kapısı’ ise de öze çarpan ve geniş mânâsı ise tamamen mürşidi gözetmek, mürşidi beklemek, mürşidin yolundan, izinden ayrılmamaktır. Öyle ya; kalben, rûhen mürşidden ayrı isen, sözlerini, emirlerini özünle, başınla bir olarak tutmuyorsan; kapıda durmanın ne mânâsı var? Hoş; kalben, rûhen mürşidden ayrı olan, kapıda da duramaz ya!
’Ko dip gözetme’ kısmını da aslî itibâri ile çevirmiş idim. Mürşid eteğini, mürşid eşiğini, mürşidin kapısını gözet; henüz vasıl olmadığın yüksek makamları, baş köşeleri gözetme! Mütevâzı, alçak gönüllü ol. Mütevâzı ol, vâsıl olmadığın yüksek makamları gözetme ki; hiçbir zaman ’vâsıl olmayacaklardan’ olma! anlamı ile anlamlandırdım. Çünkü müride, dervişe lâzım olan tevâzû, alçak gönüllülük değil midir? Ona lâzım olan haddini bilmek değil midir? Yüksek olan bir kapının eşiğinde bekleyen olmak; nefsini alçaltmaya gayret gösteren müride yetmez mi? Yüksekleri gözlemek, yükseklere değil; alçaklara, hadsizlere düşen değil midir?
’Devlet kapudadır’ ifâdesi ise eşsiz bir ifâdedir. Devlet; Arapça bir kelimedir ve sadece günümüzdeki anlam îtibâri ile bir memleketin yönetimi anlamına gelmez… Devletin, Türk’ün töresinde karşılığı, ’kut’tur. Kut ise; saâdet, baht, tâlih anlamlarına gelir. Bunu İslâm lügâtine çevirdiğimizde ’saâdet, nasip, pâye, hisse’ kelimelerini buluruz. Kelimelerimizi anlamlandırdığımıza göre, beytimizi okuyalım:
’Devlet kapudadır’ yani saâdet –baht, talih, nasip-, mürşidin kapısındadır. Öyle ya; mürşid, müride açılan bir rahmet kapısı değil midir? Mürşid ’ne bulduysa bu kapıda bulmamış mıdır? Bu suâlimi; yine Hünkâr Hacı Bektaş’tan, Hazreti Mevlânâ’dan, Hazreti Yûnus’tan cevaplayayım:
Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, evet hakikaten bir düşünür idi, bir milletin, bir memleketin mayasını kâinata çalan bir ulu idi. Hazret-i Mevlânâ hâkeza büyük bir âşık idi. Bir memleketin, bir milletin dokusunu aşk ile dokudu… Yûnus Emre, evet şair idi yâhût kibar dillerin dediği gibi büyük bir hoşgörü adamı idi. Lâkin onları ’olduran’ bir kimya var idi. Onlar ’öz’ idi lâkin o ’özün’ de ’özü’ var idi. Onlar o ’özden’ önce Hazret-i Mevlânâ’nın deyimi ile ’ham’ idiler. Onlar o ’özden’ önce bir çiftçi idiler ve hattâ Anadolu topraklarında da değiller idi. Lâkin ’öz’ ile buluşunca, ’öz’ ile karşılaşınca ’ham’; ’yandı’ ve ’pişti’; kendisi Horasan’da iken kesilen kurban etinden pişen yemeği, Arafat’ta olan hocasına sundu ve bundan sebep bedeni Horasan’da iken adı ’hacı’ oldu, Hünkâr oldu. Molla Muhammed Celâleddîn iken; öyle bir Şems doğdu ki içinde; Şems tarafından öyle eritildi, öyle pişirildi, öyle yakıldı ki; yerlere, göklere sığamadı ve bir eli Hakk’ta iken, bir eli halkta idi ve ’Mevlânâ’ oldu… Sarıköy’lü Yunûs; bir çiftçi iken; Tapduk’un kapısında durdu nice zaman… Mürşîdi ’Bizim Yunus’ dedi. Tasavvufta mürşidin dilinde ’benim, bizim’ olmak pek alâdır. Ne diyor şâir:
’Gayret et, gönle gir, benimdir desin
Sultan kölesini atmaz kurbanım’
Yûnus Emre Hazretleri de:
’Tapduk’un tapusunda
Kul olduk kapusunda’ diyor. Tapduk’un kapısında kul olan çiftçi Yûnus, Yûnus Emre oldu, âşık Yûnus… Bakın burada bir iç parantez açmak istiyorum: ’Kul olduk kapusunda’ diyor. Bizim beytimizde de ’kapu’ ibâresi geçiyor idi. Demek ki ’kapu gözetmek’ şarttır. Demek ki; ’kapu’ beklemek elzemdir. Parantezi kapattım. İşte parantezin öncesinde bahsettiğim o ’öz’den, o ’kimya’dan, o ’olduran’ kuvvetten, devletten murâd, mürşidleri idi. ’Bunlar kendi istidatlarında var idi; mürşidleri ile ne alâka?’ denecek olur ise; şu cevap verilir:
’Sarraf gerek gevhere
Nâdân bilesi değil…’
Yâni; bu 3 kıymet; cevher idi lâkin onlara bir sarraf yani cevheri işleyen gerek idi. Mürşidin vazifesi de bu idi zaten… Düşünün, saf altın, altın… Lâkin onu çıkaran, işleyen, çeşitli evrelerden geçiren var, öyle değil mi? Ve sarraf olmayan o saf altını yolda bulsa, bu taştır der; yüzüne bile bakmadan, geçer gider belki de… Maksat şimdi daha iyi anlaşılmıştır umuyorum…
Son olarak da ’koma, gitme’ ibâresi için birkaç kelâm etmek istiyorum. Yûnus Emre; kapuda duranın, mürşidinin yolunda, mürşidinin kapısında olmasını ve yüksekleri gözleyerek değil; tevâzû üzere durarak kapıda durmasını; kapıyı terk etmemesini, kapıyı bırakmamasını söylüyor. Çünkü ne demişti Hazret; ’Devlet, kapudadır!’ Bir insan ahmak değil ise ya da o kapıdan nasibi kesilmedi ise neden devleti; yani saadeti, ko’sun, gitsin ki?
Ez-cümle:
Kapıda durmak mühimdir. ’Kul olan’ bir mürşidin kapısında tevâzuû ile, Allah rızası, peygamberin hoşnutluğu ve mürşidinin gönlü dışında hiçbir makâm, mevki ve nâma tevessül etmeden, tenezzül etmeden durmak… Zira saâdet mürşidde, mürşidin kapısında durmak ile mümkündür.
Yazımı, kapısında durmak ile şeref bulduğum, bereket elde ettiğim ve bir ömür kapısının kölesi olmak duasında ve niyazında bulunduğum mürşidime ithaf ediyorum. Nasibi için Rabbime bî-aded hamd ile…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.