Modern zamanların temel zemin noktası, hayata sadece yaşadığı an itibariyle bakmak ve meşruiyeti mevcut durum ile sınırlandırmaktır. Bu arızalı durumun bireysel varyantı ise ’beni ilgilendirmeyen mevzu’, ’ben yoksam karışmam’, ’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışıdır.
Irak Savaşı, 20 Mart 2003’de Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık önderliğinde oluşturulmuş Çokuluslu Koalisyon Kuvvetlerinin bir askeri harekâtla Irak’a girmesiyle başlayan ve sekiz buçuk yıldır devam eden savaştır. Bize göre ’İkinci Körfez Savaşı’ ya da ’Irak’ın İşgali’ onlara göre ise ’Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’...
Bilindiği üzere Emperyalist güçler, Irak’a saldırı bahanesi olarak; Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahların emperyalist koalisyon ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin güvenliğini ciddi şekilde tehdit ettiğini gerekçe gösterdiler. Ama yapılan araştırmalar, Birleşmiş Milletler Doğrulama ve Teftiş Komisyonu yetkililerinin kimyasal silahların varlığı konusunda kanıtlarının olmadığını, işgal sonrasında, ABD’li ve Iraklı İnceleme Grupları Irak’ın kitle imha silahı programına 1991’de son verdiğini fakat başta ABD olmak üzere birçok dünya ülkesince kendilerine uygulanan ambargo kalkmazsa tekrar faaliyete geçirebileceğini ortaya koydu. Buna rağmen terk edilmiş veya konulduğu yerin belirsiz olduğu kimyasal silah kalıntıları olacağı gerekçesiyle koalisyon kuvvetleri harekât düzenlediler. Bazı ABD’li görevliler dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i, 11 Eylül saldırılarının mümessili olarak görülen El-Kaideye destek vermek ve barındırmakla suçladılar; fakat bu ilişkiler de gerek savaş öncesi ve savaş anı ve gerekse de savaş sonrası hiçbir zaman kanıtlanamadı.
İşgalin diğer sebepleri olarak ise Irak’ın Siyonist işgalci İsrail’e karşı Filistinli intihar bombacılarına parasal destek sağladığı, Irak hükümetinin insan haklarını suiistimal ettiği ve demokrasinin ülkede ve bölgede yaygınlaştırılmasıydı. Bazı görevliler işgal kararında –benim de tercih ettiğim- Irak’ın petrol rezervlerinin önemli bir etmen olduğunu belirtmiştir. Fakat bu görüş tabii ki ABD’lilerce yalanlanmıştır.
İşgalin başlamasından kısa süre sonra düzenli Irak ordusu yenildi, neticede Saddam Hüseyin yakalanarak idam edildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak’ta yeni bir demokrasi inşa etme denemelerine başladı. 2007 yılında yapılan araştırmalara göre Irak’ta 1.000.000 sivil yurttaş hayatını kaybetmiştir. Irak içi haberlere göre ise bu sayı iki hatta üç milyonu bulmaktadır. UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) Nisan 2008 tarihli verilerine göre 4.7 milyon Iraklı yer değiştirdi (Irak nüfusunun %16sı), bunların iki milyonu komşu ülkelere sığındı. Kızıl Haç Mart 2008’de Irak’taki insani durumu "dünyada diğerlerine göre en kritiği" olarak tanılamıştır. 2009 yılı da Irak için, Irak’ta yaşayan insanlar için istenilen, daha doğrusu arzu edilen doğrultuda geçmedi. Irak’a demokrasi, özgürlük, refah ve zenginlik yine gelmedi. Yine intihar saldırıları, yine bombalı eylemler ve yine kan ve gözyaşı ile geçti koca yıl…
Bugün 2010 yılındayız, şöyle geriye dönüp sekiz buçuk yılın muhasebesini yaptığımızda tabir yerindeyse Irak için ileriye dönük bir arpa boyu yol alınamadığını çok rahat bir şekilde görüyoruz. Ama burada başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin yaptığı öyle büyük bir iş var ki; hakikaten işgalci güçleri bu konuda tebrik etmemek ayıp olur. Onlar Irak’ta aslında birçok insanın gözden kaçırdığı büyüklükte işler yaptılar. Bu iş ise zannedildiği gibi petrol rezervlerine illegal yollardan sahip olmak, ya da silah ve insan ticaretini elinde bulundurmak cinsinden işler değil. O halde ne? Diyorsanız işte söylüyorum:
Kürersel sermaye odaklarının Irak işgali neticesinde biri Irak’a has, diğeri ise umuma münhasır olmak üzere temelde iki ana becerileri var.
Bunlardan Irak’a has olanını kabaca özetlemek gerekirse; İşgalci güçler bugün Irak’ta bir Şii-Sünni, Türk-Kürt-Arap çatışması çıkardılar. Dikkat edin bu, medyaya asliyeti itibariyle yansıtılmayan ama orada yaşayanlarca dile getirilen husustur. Cuma, bayram, kandil gibi günlerde Sünni camilerini, muharrem ayı ve aşure günlerinde de Şii camii ve türbeleri bombalayarak suni bir problem oluşturdular. Pazar yerlerine, alış veriş merkezlerine insanların en kalabalık oldukları saatlerde bombalı eylemler yaptırarak toplumda infiale neden oldular, olmaya da devam ediyorlar. Öte yandan yapılan iki genel seçimde halkının büyük çoğunluğu Türk olan bölgelerde Kürt, Kürtlerin çoğunlukta oldukları bölgelerde Arap ve Arapların çoğunlukta oldukları yerlerde de Türk ya da Kürt adayları destekleyerek veya seçerek bölgesel bazda uyuşmazlık ve anlaşmazlık çıkartarak olaylara müdahale etme ve tarafları uzlaştırarak gerek Irak ve gerekse de dünya kamuoyunda ’biz burada düzenin temin edicisiyiz, eğer biz buradan tamamen çekilirsek bunlar birbirlerini yer’ imajı vermek.
Irak için bir diğer önemli husus da hiç şüphesiz bugün için Irak’ta Müslümanların Batılı misyonerler ve Doğulu (İran) Şiiler tarafından dinsel asimilasyona tabi tutulmasıdır. Bu önemli bir konudur. Makalenin boyutunu ve mevzunun hacmini aşmamak adına ve belki başka bir yazıda esaslıca değinmek arzusuyla işgalin umuma münhasır ikinci başarısına geçiyorum.
Irak işgalinin ikinci ve benim makaleyi kaleme alma nedenim olan asıl mevzu ise küresel emperyalist güçlerin dünya insanı ve özelliklede dünya müslümanı üzerinde uyguladıkları zihinsel asimile faaliyetidir. Daha anlaşılacak ifadeyle söylemek gerekirse bugün Irak’ta yaşananların sıradan hale gelmesi, her gün ölen onlarca insanın bizlerin gönül ve ruh dünyamızda etki ve tesir etmemesidir. Bu aslında büyük bir husustur. Komşusunun açlığını bilmeyen, o aç iken kendisi tok olarak sabahlayan müntesibini ikaz eden bir dinin bireyleri olarak bu son derece mühim ve ciddi bir durumdur. Irak bizim komşumuz, dostumuz, canımız ve kardeşimizdir. Daha doksan sene öncesinde oralar bizim topraklarımızdı. Bağdat ilim merkezimizdi. Mesela, Kufe, Kerbela aşk merkezi… Irak’a bizden değil demek, mevzu Irak olduğunda umursamamak hem tarihe hem geçmişe ve hem de dinî geçmişe, dinî birikime ihanettir. Görenlerimiz olmuştur mutlaka Çanakkale’ye gittiğinde Bağdatlı Mehmet’lerin, Musullu Hasan’ların, Kerküklü Mustafa’ların bizim Niğdeli Ali’lerimizle, Çankırılı Osman’larımızla omuz omuza, sırt sırta şehid olduklarını.
Irak bizim öz vatanımızdır. Evet, belki bugün sınırlar, tel örgüler vardır zahiren aramızda ama gönüllerde yoktur, olmamalıdır tel örgüler ve sınırlar… Irak bizim kardeşimizdir, ne petrolü olduğu için ne de başka bir dünyalığa sahibiyetinden dolayı.
Onun için diyoruz ya; Irak bize ırak değil, Irak bizim özümüz, kardeşimiz, canımız…
Irak bize ırak değil…
Irak bizim için Kûfe; ve Kûfe bize Hz. İmam Ali (k.v.)…
Irak bize ırak değil…
Irak bize Kerbela; ve Kerbela İmam Hüseyin (r.a.), Hz. Zeynep (r.anha) ve yetmiş üç pehlivan…
Irak bize ırak değil…
Irak bizim için Bağdat; ve Bağdat bize Hz. Abdulkadir Geylanî (k.s.), İmâm A’zam (k.s.), Mevlânâ Halid (k.s.), Şah Ali Hüsameddin (k.s.)…
Irak bize ilim, Bağdat bize aşk, Basra Sahabe diyarı, Kerbela yüreklerimizde yangın, Musul kardeş, Kerkük emmi (amca), Telafer hısım ve Süleymaniye bize vatan… Samarra, Tikrit bize sanki Bursa, Konya, İstanbul gibi yakın… Değilse de öyle olmalı. Öyle olmalı ki; bir olunsun. Öyle olmalı ki; diri kalınsın. Bugün bir yanımız Kerbela, diğer yanımız Gazze… Bugün bir yanımız Kâbil, diğer yanımız Çeçenistan… Değilse dün Bosna ve Afganistan idi bak bugün Irak ve Filistin…
Kim bilir belki yarın…
İrak Bize İrak Değil...
Özlenen Rehber Dergisi 87. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.