Bu dünyada Kur’ân-ı Kerim’den daha çok önem verilmeye değer bir kitap yoktur. Hangi konuda olursa olsun ondan daha üstün, ondan daha büyük, ondan daha ulu bir kitap da yoktur. O’na verilen önem çeşitli şekillerde kendini gösterir. Bir şekli de onunla ilgili ilimlere önem verilmesidir ki, bu, bütün zamanları içerecek bir alandır. İ’caz ve mu’cizeler ilmi, kıratlarla ilgili ilim, nasih ve mensuh ilmi, müteşabih ve muhkem ayetler ilmi ve benzeri ilimler bunlardandır. Allah’ın Kitabı’na mucib önem, tefsirinin de bilinmesini, okumaya özen gösterilmesini, üzerinde tefekkür edilmesini, ezberlenmesini, okunmasıyla ilgili hükümlerin bilinmesini gerektirir.
Müslümanlar olarak Kur’an’ın tilaveti hususunda bir takım edebleri muhafaza ederek okumak o mu’ciz kelama kalben tam yönelişin hazırlığı mesabesinde derc olan amellerdir. Onu hürmetle okuma, okurken mahzun olma, yavaş yavaş okuma ve güzel sesle okumak bunlardandır. Ayrıca okuduğu kelamın büyüklüğünü idrak ile okuma, Allah’ın azametini kalbinde bulundurmak, gafletten uzak olarak okumak, anlayıncaya kadar ayetler üzerinde durmak, ayetlerin anlam ve ahkâmına göre kalbi şekillendirmek kalbi dikkati ilgilendiren hususlardır.
Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî kelamı herhangi bir kitap değildir. Şeksiz ve şüphesiz mu’ciz bir kelamı ihtiva eder. Ona gösterilen saygı ilâhî buyruğa kalbi rikkatin bir tezahürüdür. Mushaf’a gösterilen saygı ilâhî buyruğa itaat halinin varlığının gereği, kalpten dışa yansıyan edep halidir. İlâhî fermana bi-taat hâl ve Kur’an ahkâmına her halde gereken itaati gösterememek zahiri edep ve saygıyı terk gibi bir dalaleti kişiye meşru kılmadığı gibi bu anlayış nefsi köleliğin bir tezahürü olsa gerektir. O kitap ile ünsiyeti ve ona karşı edebi, insanların yazdığı eserlerden farklı olmayanların ilâhî kelamdan istifadesi de ancak herhangi bir kitaptan elde ettikleri istifade kadar olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğreteninizdir." Kur’an ile hemhal olmak evlad-u iyali bu ilimlere yönlendirmek en güzel bahtiyarlıktır. Dü-cihan saadetinin anahtarı ilim ve ameliyle Kelâmullâh’a hadim nesiller yetiştirmektir. Yeri gelmişken belirtelim ki, Kur’an ilimleriyle meşguliyet ve ona hadim nesiller yetiştirmek de, en az diğer ilimlere kanalize ettiğimiz yavrularımızı yetiştirirken verdiğimiz emek, zaman ayırma ve profesyonelliği gerektiren bir gayretle mümkün olacaktır.
Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’den rivayetle Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa ona bu sebeple bir hasene verilir hasenenin karşılığı ise on mislidir. Size elif lâm mim bir harftir demiyorum, fakat elif bir harftir, lâm bir harftir ve mim de bir harftir." Kur’anı yüzünden okumak da büyük ecir ve ona itaate nazır gönüllerin inşasını sağlar. Zaten on haseneye müsavi ameli belirtirken Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Huruf-u Mukattaa’dan olan elif-lam-mim’i misal vermektedir. Bu kelam ise Ehl-i Sünnet âlimlerinin bir kısmına göre, manası ancak Cenâb-ı Hakk katında gizli, diğer bir kısmına göre ise, ancak Rasihûn Âlimlerin ilâhî teveccüh ile manasına muttali olabileceği ayetlerdir. Hal böyleyken elif-lam-mim her biri on haseneye mukabil olarak bizzat Rasûlullah (s.v.a.)’in mübarek lisanîyle tebşir edilmiştir. Bu kendisine sarılacak en güzel bir yoldur.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’ân’ı düşünerek, yavaş yavaş, tane tane okurdu. Onun hanımlarından Ümmü Seleme vâlidemiz, kendisine Peygamberimizin Kur’ân okuyuş tarzı sorulduğunda, O’nun kıraatını harf harf, tane tane bir okuyuş olarak vasıflandırmıştır. Bir rivâyette de, yine bu mânâda, "Peygamber (s.a.v.), kıraatını ayırırdı." (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 29) demiştir. Enes b. Mâlik’e, "Peygamberimizin okuyuşu nasıldı?" diye sorulurdu. O da: "Onun kıraatı med’li idi (uzatılacak yerleri uzatırdı)" dedi ve sonra misâl olarak Besmeleyi okuyarak: "Peygamber (s.a.v.) Bismillâh’ı uzatır, er-Rahmân’ı uzatır ve er-Rahîm’i uzatırdı." dedi. (İbn Mâce; Nesâî) Şu halde Peygamberimizin kıraatı tertîl üzere idi; yani ağır ağır, tane tane okuyuştu. Şüphesiz böyle bir okuyuş, Kur’ân’ı hem doğru okumak, hem de anlamak için gereklidir.
Peygamberimiz, okuduğu âyetleri bazen birkaç defa tekrar eder, üzerinde uzun uzun düşünürdü. Sahabeden Ebû Zerr şöyle demektedir: "Allah’ın Elçisi, bir gece namazında, ’Eğer onlara azab edersen, senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin’ anlamındaki (Mâide sûresi, 5/118) âyeti, sabaha kadar tekrarlamıştır." (Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Dârimî)
Hz. Peygamber’in, Kur’ân’ın dikkatle ve istekle okunması gereğini bildiren bir hadisinin anlamı da şöyledir: "Kalpleriniz üzerinde birleştiği sürece Kur’ân’ı okuyunuz; kalben ondan ayrılınca okumayı bırakınız." (Ahmed b. Hanbel, Müsned) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, Kur’ân’ı kalb huzuru ve zihin uyanıklığı ile okumak gerekmektedir. Abdullah b. Mes’ûd, kendi döneminde Kur’ân öğrenenlerin, Kur’ân’ı onar âyet onar âyet öğrendiklerini, bunları iyice anlayıp kavramadan ve uygulamadan diğerlerine geçmediklerini nakleder.
Yaratılış gayemiz, ilâhî kelamda, cinler de dâhil olmak üzere ancak Allah’u Teâlâ’ya ubudiyet için olduğu beyan edilmektedir. Müfessirlerimiz ubudiyetin mahiyeti hususunda buyururlar ki; Celâl ve İkram Sahibi’ne yakışan tazim, aklen bilinemeyeceğine göre, bu hususta ilâhî kelama yapışmak ve peygamberlerin sözlerini almak gerekir. Çünkü Allah İbâdet hususunda kullarına peygamberler göndermek ve bu husustaki yolları izah etmek suretiyle lütufta bulunmuştur. Âyetteki, "bana İbadet etmeleri için" fiilinin manasının, "Beni tanımaları için..." şeklinde olduğu da belirtilmiştir. Cenâb-ı Hak sırat-ı müstakim ile rızasına ve marifete ulaştırmak için Kur’ân-ı Kerimi inzal etmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatı şahanelerini de bir üsve-i hasene olarak ümmet-i merhumeye lutfetmiştir. Allah’ın ipine toptan sarılmamız ve Kur’an ahlâkını akıp giden ömürde sımsıkı sarılarak yaşamamız; ’Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin.’ (Kalem sûresi, 68/4) ’Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.’ (Ahzâb sûresi, 33/21) ilahî fermanına ittiba ile mümkün olacaktır. Yaratılış gayesine muvafık olarak Kur’an’ı anlamak ve İslâmî ilimlere bu çerçeveden bakmak büyük önem arz etmektedir. Güzel ahlâkın ikmali Zâriyat sûresi 56. âyette beyan olunan ubudiyete ulaşmak için elzemdir. Kur’an marifeti ikmal ve muttaki kullar olmak için indirilmiş ilâhî kelamdır.
Kur’ân-ı Kerim, kendisinin okunmasını ve anlaşılmasını ister. Bu güne dek birçok âlim ve müfessir ilâhî kelamı şerh ve anlama yolunda eserler ortaya koymuşlardır. Böylece altıyüz sayfalık bir Kitap’tan, belki de altı yüz bin sayfalık yansımalar ortaya çıkmış ve bu yansımalar da, büyük bir kristal avizeye bakan kimseler sayısınca, bulundukları yere ve bakış açılarına göre değişip durmuş; ama kristal avize hiçbir zaman değişmemiştir. Kur’an ahlâkının yaşanması için onun rızaya ve ilâhî murada muvafık tefehhümü gereklidir. Kulların bu sırat üzere kalması için Hz. Âişe validemizin beyanında da olduğu gibi ahlâkı Kur’an, her hâli Kur’an olan Rasûlullah Efendimiz ve onun Sünnet-i Seniyyesi, Kur’anî ahlâkın yaşanması hususunda yine Kur’an tarafından işaret edilen Sırat-ı müstakim yoludur.
Kur’an ve İslâmî ilimlerin tedvini o ilimlerin Kur’an’dan bağımsız ve farklı ilimler olduğunu göstermez. Gerek istinbat, gerekse muamelat boyutuyla bir dini ikame etmek o dinin ve yegâne kaynağı ilâhî kelamın birçok yönden ele alınmasını elzem kılar. Kısaca ifade etmek gerekirse, nasıl ki Kur’an’ın tefsir ve meali Kur’an’ı anlama hususunda elzem bir ilim olarak bina edilmişse, Hadis, Fıkıh, Kelam, Esbab-ı Nüzul, Siyer, Tasavvuf gibi İslâmî ilimler de bu dinin ikamesi, Kur’anî ahkâmın tefehhümü ve Korunmuş Zikrin anlaşılması yolunda mebni disiplin ve ilimlerdir. Bu dinin ikamesi ve Kur’an’ın anlaşılması bu ilimlerden müstağni, bu ilimler de Kur’anı hâkimden gayri düşünülemez. Zaten aralarındaki insicam da Ehl-i Sünnet üzere şekillenmiş bir hayatta tezahür eder. Söz gelimi Kur’an, meal ve tefsiriyle tedris, hadis ilmi ile iştigal, fıkhî eser ve kaidelerden istifade etmek, tasavvufi bir terbiye ile ahlâki terakki ve tekâmül için mücahede etmek, Kur’an ile ahlâklanmak ve Kur’an’ın tefehhümü yolunda mesafe kat etmek için elzem Kur’an ilimleridir. ’Bize Kur’an yeter’ sözünü diğer şer’i delilleri inkâr ve İslâmî ilimleri hafif ve önemsiz görmek ve göstermek en hafif tabirle cehalettir. İlimsiz, amelsiz ve temelsiz din bina etmeye kalkmaktır.
Kur’an’ın okunması ve tefehhümü yanında, O’nun beyan ve tebliği ise yaratılış gayesi noktasında ehsen-i takvim üzere, marifet sahibi, ilâhî itibar ve yakınlığa muhatap, murad-ı ilâhîden nasibdar olan davetçilerin yegâne görevidir.
Allah’ım! Rasûlullah (s.a.v.)’in diliyle; münafıklar olarak beyan edilen bid’atçi Kur’an okuyucularından kılma, muradına muhalif nefsi hezeyanlarını Kur’ânî beyan olarak sunanlardan yüzümüzü çevir. Ahlâkı ancak Kur’an olan Rasûlullah Efendimizin yolundan, Kur’an yolunun yegâne kapılarından bizleri ayırma! (Âmin).
Kur'an-ı Kerimi Okuma ve Anlama
Özlenen Rehber Dergisi 82. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.