Özlenen Rehber Dergisi

82.Sayı

Yâd-ı Fâruk Sultan...

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 82. Sayı
Vefatının 10. yılında
Âlim ve Arif Abdullah Farûkî el-Müceddidî (k.s.) Hazretlerini
AN(LA)MA



’İnsan sevdiğinin emarelerini üzerinden eksik etmemeli. Eksik etmemeli ki ülfet ipini sımsıkı tutabilsin.’
Muzaffer Yalçın Hocaefendi




Peygamberlerin gönderiliş gayeleri, Hakk’a kullukta insanlara örnek olmak ve onlara bu yolda rehberlik yapmaktır. Âdem (a.s.)’dan, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’e kadar gelen bütün Enbiya-yı Murselîn Hazerâtı’nın ortak özelliği budur. Risaletin Efendimiz ile nihayet bulması ve Efendimiz (s.a.v.)’in de ahirete irtihal eylemeleri üzerine insanları uyarma ve Hakk’a davet etme görevi Allah (c.c.)’ın insanlar arasından seçtiği, yaşantısı, ahlâkı, hâli, duruşu, anlayışı, konuşması ve sair bütün fiil ve davranışları dinin emrettiği istikamet üzere olan kullara yani Allah dostlarına, gerçek âlimlere, hakiki âriflere verilmiştir.
Âlimler Peygamberlerin varislerdirler. Peygamber değillerdir; ama yaşadıkları zamanda Peygamberî ahlâk ve anlayışın kuvvetini yüreklerinde bularak peygamber görevini Peygamberî bir tavır ile yılmadan, insanların yaptıklarına bakmadan ve bıkıp usanmadan yerine getirirler. Onlar dinin emir ve nehiylerini önce kendi nefislerinde titizlikle tatbik eden, bu noktada en ufak bir tavize dahi asla razı gelmeyen, gönülleri Hakk’ın nurunun tecellisine namzet hâle gelmiş akabinde ise Allah’a kul olmanın izzet ve şerefini unutan ya da bilmeyen diğer kullara kendi örneklikleri ile öğreten, Hakk adına telkin ve öğretilerde bulunan, insanlara olan merhametleri ve onların iyiliklerini isteyişleri yine onların menfaati için olan müstesna şahsiyetlerdir. Allah dostları günah ve isyan seline kapılmış biçarelerin ellerinden Allah rızası için tutan, onlara kulluğu, paylaşmayı, ümmet olma şuurunu aşılayan değerli kişilerdir. Hâsılı Allah dostları velayet yolunun nuru ile Kâbe’yi putlardan temizlemek için Efendimiz (s.a.v.)’in omuzlarına çıkan Hz. Ali (k.v.) Efendimiz misali, yaşadıkları zaman dilimlerinde Peygamber (s.a.v.) Efendimizin manevi desteği ile içimizdeki nefsanî putları yıkan Hak adamlarıdır, gerçek mücahitlerdir.
Bu meyanda özellikle son zamanlarda ârif, âbid, âlim, mürşid gibi onlarca vasıf ile nitelendirilebilecek ve yaşadığımız çağda ahlâkı, ilmi, duruşu, hâli, dinin emirlerine olan bağlılığı, Sünnet’e Sahabe’ye ve Ehl-i Beyt’e olan sadakati, hizmetleri ve tavrı ile insanlar arasında parmakla gösterilebilecek, en önemlisi de bütün bunların yanında Hakk’a ulaşılacak nurlu yolda rehber edinilebilecek mümtaz şahsiyetlerden birisi de hiç şüphesiz -kendi ifadesi ile- Hadimü’l-Fukara, Miskîn Şâh Abdullah Farûkî el-Müceddidî (k.s.) Hazretleridir.
O (k.s.) Cenâb-ı Hakk’a imanda yakîni elde etmiş, Hakk’ın lutfu ile ihsan makamına ulaşmış, kulluğu her şeyin önüne geçirmiş birisidir. Ezan okunduğunda ’Biz de hazırız yâ Rabbi!’ diyerek bütün dünyalık meşgalesini bir tarafa bırakıp namaza durması, hayatının son demlerinde dizlerinden geçirdiği rahatsızlık sonrası doktorların dizleri üzerine baskı yapmaması ve uzatarak istirahat etmesi tavsiyeleri karşısında ’Yâ Rabbi! Sana secde edememek çok ağrıma gidiyor. Bana yardım et!’ diye yakarışta bulunmasıi günümüz insanı için kulluk ve ibadetlere bakış açısından çok derin manalar ifade etmesi gerekli hallerdir. O (k.s.)’nun Efendimiz (s.a.v.)’e olan sevgi ve muhabbeti kelimeler ile ifade edilemeyecek derecede ulvi ve sınırsızdır. O (k.s.) yaklaşık on beş asır sonra sevgi-itaat-edeb üçgeni ile Allah Rasûlü (s.a.v.)’e Evlâd-ı Kiram olma şerefinin yegâne sahibidir. Sahabeye ve Ehl-i Beyt’e olan saygı ve muhabbeti ise kalemlerin yazabileceği ve de lisanların anlatabileceği bir durum değildir. Bu noktada Hz. Hüseyin (r.a.) Efendimizin Kerbela’da susuz şehid edilmesi olayı üzüntüsüne otuz küsur sene kana kana su içmemesi onu tanıyanların çok iyi bildikleri bir hâlidir.
Abdullah Farukî (k.s.) Hazretleri, hayatın merkezine Rıza-yı İlâhî’yi yerleştiren, olaylara Kur’an ve Sünnet perspektifinden bakan, hayatının her alanına bu iki kıstası yerleştiren, sevinç-hüzün, alma-verme, gelme-gitme gibi dünyevî dahi olsa bütün işlerinde Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimizin koyduğu ölçüyü, ahlâkı muhafaza edip temel alan, insanlarla olan münasebetlerinde insanlara hizmet etmeyi, onlara güzellikleri tavsiyede bulunmayı din adına nasihat etmeyi yine Kur’an’ın emri ve Efendimiz (s.a.v.)’in Sünneti olduğu için ahlâk edinen, yanlışı kim yaparsa yapsın asla tasvip etmeyen, kişiler ve mekânlar farkı gözetmeksizin hakkı her platformda dile getiren, dosdoğru inanan, inandığı gibi yaşayan ve hatta inandığı değerler uğruna ölümü göze alabilecek basireti sergileyen bir gönül insanıdır, büyük bir mücadele adamıdır.
Abdullah Farukî (k.s.) Hazretleri, dünya hayatının geçici nimetlerini toplayıp zevk ve safa içerisinde yaşama yerine Almanya’dan Mısır’a kadar birçok ülkeye gidip orada bulunan insanlara dini, Kur’ân’ı, Sünneti, Efendimizi ve Ehl-i Beyt’ini anlatan, yanlış idrak ve inanışları düzeltmeye çaba sarf eden, ömrünün büyük bölümünü ve servetinin önemli bir kısmını bu uğurda sarf eden Rabbanî bir âlim ve hakiki bir Varis-i Nebî idi.
O (k.s.), dine ve müslümana hizmeti hayatının vazgeçilmez unsuru olarak telakki etmişti. Bu gerçeğe bugün gerek ülkemizde ve gerekse de ülke dışında binlerce insan şahittir. Ankara merkezli olarak kurduğu vakıf ve vakıf bünyesinde yaptığı hizmetler, konferanslar, değişik şehirlerdeki sohbetleri, yayınladığı dergi ve bültenleri, kitapları, risaleleri, kaset ve videoları, hep bu anlayışın bir tezahürü olarak karşımızda durmakta ve bugün bile binlerce insanın istifadesine sunulmaktadır.
Farukî Hocaefendi (k.s.), kişilerle olan ilişkilerinde de Kur’ânî ve Nebevî emir ve nehiylere son derece riayet eden bir kişiliğe sahipti. Hilm ve vakarı hiçbir zaman elden bırakmayan, celallenmesi bile Hakk için olan bir ârifti. Kendisi imtihan yeri olan dünyada her an yeni bir imtihana maruz kalabileceklerinin idrakinde olduğu kadar yanında bulunanlara da bu anlayışı devamlı suretle telkin ederdi. Örneğin hayatta iken mescidinde Âl-i İmran sûresinin 134. âyet-i kerimesinin tefsirini yaparlarken, ziyaretlerine gelen rahatsız bir kişinin Efendi Hazretlerine hiçte hoş olmayan sözler söylemesine ve o anda mescitte bulunan diğer ihvanların öfkelenmelerine karşın, gayet sakin ve vakur bir ifade ile o şahsa karşı hiddetlenmemesi ve orada hazır olanlara, üzerinde çalıştıkları âyet-i kerimenin ’O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.’ (Âl-i İmran 3/134) mealini hatırlatması ve âyet-i kerime mucibince amel etmesi, Kur’ân’a ve Hakk’ın emrine karşı şahsında olan bağlılığının en belirgin örneklerinden sadece bir tanesidir. Yine talebeleriyle birlikte ziyaretine gittikleri bir Hocaefendinin Abdullah Farukî (k.s.) hazretlerinin elini öpüp, duasını alması için eşlerini çağırmayı istemesine karşın Abdullah Farukî (k.s.) Hazretlerinin, o şahsa, yapmayı düşündüğü bu fiilin Hakk’ın emrine aykırı olduğunu söylemesi ve kendisinin şeriat adamı olduğunu, yapılacak bu hareketin Allah’ın şeriatına muhalif bir hareket olduğunu söyleyip, Allah’ın koyduğu ölçüyü, diktiği duvarı kimseye yıktırmamak için yıllardır şeriat duvarının dibinde bekçilik yaptığını ifade etmeleri, hem Hakk’ın emirlerine olan teslimiyetini hem de zaman mekân ve şahıs ayrımı yapmaksızın her yerde Hakk’ın emirlerinin üstün tutulması gerektiği anlayışının bir başka tezahürü olarak karşımıza çıkan ve bugün için en fazla ihtiyaç hissettiğimiz bir örnekliğidir.
Efendi Hazretleri ile ilgili olarak bunlar gibi örnekleri artırmak hiçte zor değil; ama bizim asıl maksadımız şuan için bunları ardı ardına sıralamak yerine o sevgi dolu gönlün yaşadığı bu idraklerin bizlerin de sinelerinde yer etmesidir. Onun kendisine ahlâk olarak seçtiği bu güzelliklerin bizlerin de ahlâkı olması ve davranışlarımıza sirayet etmesidir. Anma dediğimiz zaman asıl anlamamız gereken duygu ve düşüncelerin içerisinde bunlar ve bunlar gibi hissiyatların var olması asıl olsa gerek. Onu anmak sadece senenin Aralık ayında programlarda hayatından kareler sunmakla, okunan hatimleri, Yasin-i Şerifleri ruhlarına hediye etmekle, hatıratlarını anlatıp eski günleri yâd edip o günlerin özlemini çekmekle, fotoğraflarının süslediği klipleri seyretmekle, adına yazılmış şiir ve ezgileri dinlemekle sınırlı kalmamalı. Bütün bunları böyle olduğu için yani bizler böyle yapıyoruz diye söylemiyorum. O (k.s.)’nu anmaktan maksat Onun dini yaşama anlayışını elde etmek, Kur’ân’a ve Sünnet’e olan bağlılığını yakalamak, dine hizmet aşkını ve gayretini bulabilmek olmalıdır. Onu anmak ’Hakk’ın katında Farukî’ diye sevildiğinin farkında olarak o ulvi değerlere sahip olabilmenin yollarını aramak ve bu noktada O (k.s.)’nu kendimize her yönüyle örnek almak olmalı. Onu anmak gecenin bir yarısı sohbet için geldiği Kırıkkale’den sevdiği ve görmeyi çok arzuladığı bir dostunu, evladını ziyaret etmek için Çorum-Sungurlu’ya ve oradan da sabah namazı için tekrar Ankara’ya mescide gelme dirayetini sergileyebilme, geceyi Hakk’a kullukla geçirebilme takatini gösterebilme, istirahat, uyku gibi hasletleri hem de dizlerindeki her insanın kaldıramayacağı rahatsızlığına rağmen Hakk için terk edebilme olmalıdır. Onu anmak onun hizmet için gittiği şehirleri zihinde tutarak bizlerin de bu duruma eş olarak bu güzellikleri öğrenme ve başkalarına öğretme anlatma adına gönüllerimizde idrak ve kavrayış haline dönmeli. Sünnet-i Seniyyelerin yayılması için, insanların haram ve isyan bataklıklarından kurtarılması için Efendi Hazretlerinin hizmet ve din anlayışının yakalanması hakiki manada onu anlamak olacaktır. Onu anmaktan murad Hakk’a olan yakınlığını idrak edebilmek, bir Sünnet-i Seniyyeyi işleyişinin akabindeki sevincini yakalayabilmek, Kur’ân’a, Efendimiz (s.a.v.)’e, Sahabeye ve Ehl-i Beyt’e olan edebini bulabilmek olmalıdır. Onu anmak hayata ve dine ait olan şeylere İslâm’ın ’bak’ dediği yerden bakma, Efendimiz (s.a.v.)’i, Sahabeyi ve Ehl-i Beyt’i istikamet üzere sevebilme olmalıdır. Onu anmaktan maksat yarın huzur-u mahşere vardığımızda ’Evlâd-ı Farukî’ olabilmenin neşesini henüz bu dünyada iken hissedebilmek, var olan her şeye onun gözüyle bakabilmek olmalıdır.
Onu anmalar bizlerin bu dine olan hizmetinde, Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbetlerimizde, hayata, ölüme, insana, çevreye hâsılı bütün her şeye olan bakış açılarımızda ve idraklerimizde derin ufuklar açmalı ve bizi o eşsiz anlayışın eşiğine getirmeli ki anma olsun, anlama olsun. Onu anmalar işte bu şekilde anlamaya dönüşür ise değerli olur ve kıymete haiz hale gelir. Onu anmalar bıraktığı bu kutsal emaneti tertemiz bir şekilde muhafaza edip yarın huzur-u mahşerde emaneti sağ salim bir şekilde Allah’a takdim etme idrakini yakalamakla olur ise anlamaya dönüşür. Değilse bizlerin meşgale ve uğraşı o istikamette olmaz ise bugünkü hizmet diyerek katlandıklarımızın neticesinde yarın elimize zahmet ve yorgunluktan başka bir şey geçmez. Eğer bu kutsal mücadelenin gönüllü müdavimleri olma gayreti içerisinde olan bizler Rahmetli Efendimizin bu mukaddes ve ulvi ufkundan istifade edemezsek geçen yıllar hep zarar ve ziyan olmuş, mahşere de sıkıntıdan başka bir sonuç doğurmayacak hüzne dönüşmüş olur. Onu anmak, anlamaya yol olmalıdır ki yarın bizler için Hakk’ın katında hüccet olarak karşımıza çıksın. O (k.s.)’nu anmak dini anlamak, Kur’ân’ı ve Sünnet’i anlamak olmalı ki o dostun takdirini alsın ve bizlere kurtuluş olsun. Onu anmak atmış üç yıllık ömürlerini neye ve kime hizmete adadığını, hayatını ne uğrunda heba ettiğini anlamak olur ise anma olur, maksat olur ve kazanç olur.
Allah’ım bizlere dostunu anlama ve onun vakıf olduklarına vakıf, vasıl olduklarına da vasıl olma nimetini lütfet… Âmin
Anmaların anlama, anlamaların da tatbike dönüşmesi duası ile…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.