Rabbimizin üzerimizde sayılamayacak kadar çok nimetleri vardır. Kur’ân-ı Kerim’de; ’Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah; çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ (Nahl sûresi, 16/18) buyrulmaktadır. Akıl ve iman nimeti bunların başında gelmektedir. İman ettikten sonra başımıza buyruk bırakılmamız da söz konusu olmadığına göre, bunca herc-ü merc içinde hayatımızı itaat üzere geçirerek hüsnü hatime ile bu dünyadan göçebilmemiz için kâmil bir rehberin gerekliliği aşikârdır.
İşte Rabbimizin bize bahşettiği en büyük nimetlerden biri Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) hazretleri ile bizleri tanıştırmasıdır. Bu, liyakatimizden öte Rabbimizin bize büyük bir lütf-u keremidir. Bu nimetin büyüklüğünün yeterince farkında olup, hakkıyla kıymet bilip istifade edebildik mi? Tabiidir ki herkesin gayreti ve istifadesi aynı değildir. Ama herkes kendi gönül kabının hacmince bu nimetten istifade etmiştir. Bizler hep nimet elden gidince vah tüh deriz.
O büyük Mürşid-i Kâmil, bizlere öncelikle katışıksız berrak bir tevhit akidesi ve anlayışını öğretti. Tasavvuf iddiası adı altında dine sokulan yanlış anlayışları bertaraf etmekle geçti ömrü. Amaçla aracı birbirine karıştırmadı. Kardeşlerin niyetlerinden emin dahi olsa bir fiilin dışa yansıyan boyutunda şüpheye yol açacak bir durum görse, ona dahi izin vermezdi. Yanında bulunurken edepsizlik ederim endişesiyle el bağlama kastım olmaksızın önümde kavuşan ellerimi, ’Ellerini bağlama evlâdım’ diye uyaracak derecede hassastı.
Evlerimizde misafir olduğunda ısrarlarımıza rağmen yalnızca bir battaniye ve yastık alarak halı üzerinde yatacak kadar mütevazı idi. Kendisine özel yer edinmez, tevazuya en uygun olanı tercih ederdi. Yaşayışı son derece sade ve tertipli idi. Huzurunda, gönülde dünyalık tasa kalmaz, acılar unutulurdu. İnsan kendisini emniyette hissederdi.
İnsanlara izzet-i ikramda, cömertlikte en önde idi. Bir baba şefkatinden belki daha ileri bir yakınlık ve alâka göstermesi, yerli yersiz zamanlı zamansız insanların eziyetine katlanması onun kemalinin yüceliğinin göstergesidir. Bir kişinin bile hidayetine vesile olabilmeyi çok önemser, ’Bir insanın, sizin vasıtanızla hidayete ermesi, sizin için sahra dolusu kızıl develerden daha hayırlıdır.’ Hadis-i Şerifini çokça hatırlatırdı. Bir defasında, ilk kirada oturduğu evde bir pazar günü sabah namazı ve tesbihatlarından sonra; ’Sizlere ne oluyor ki, buralarda bulunuyoruz diye kendinizi insanlardan yüksek görüyorsunuz, irtibatınızı (tebliğ anlamında) zayıf tutuyorsunuz.’ diye uyarmış, çevremizdeki insanlara da bu güzelliklerin ulaştırılması hususunda gayretli olmamızı hatırlatmıştı.
Bir mektubunda Efendim: ’Akıllı kişiye düşen odur ki, mümkün mertebe her gittiğimiz yerde Cenâb-ı Hakk’tan, O’nun rahmet ve şefkatinden bahis etmeliyiz. Hazret-i Allah’a kullarını yaklaştırmak büyük hizmetlerdendir. Bu görev de, peygamberler ve nebilerin işleri cümlesindendir. Dolayısı ile Sevgili Peygamberimiz Hâtemü’l-Enbiya olduğu için, peygamberlerin son halkası olması bakımından bu vazifeyi Efendimizin ümmetindeki sâlih kişilere yükletilmiştir. Cenâb-ı Hakk Azîmü’ş-Şân, ancak sevdiği kişilerle kişileri hidayete çeker ve hizmet ettirir. Bunu idrak eden insan ne bahtiyardır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın sevgisine mâkes olmuştur.’ buyurmuştu.
Rahmetli Efendimizin tasavvuf anlayışı Kur’ân ve Sünnet’e sıkı sıkıya bağlılık ve Ehl-i Beyt sevgisine dayalıydı. Ehl-i Beyt’i sevmeyi bize yine o öğretti.
Rahmetli Efendimiz, münzevi bir hayatı seçmeyip tam tersine ticaretle meşgul oldu, geçimini kendi el emeğiyle sağladı. Bu kadar yoğun ve sıkıntılı bir işte dahi dinin en güzel nasıl yaşanabileceği örneğini verirdi. İslâmî değerleri müdafaa hususunda tavizsizdi. O engin tevazusu ile birlikte bir Müslümanda olması gereken vakarı en güzel bir şekilde sergilerdi.
Rahmetli Efendimizin gönüllerdeki yer eden vasfı kısaca; rehavetten uzak, sürekli aynı ayıklıkta bulunabilen, Sünnet-i Seniyye’yi hayatının her anına sindirmiş, varlığı bile insana tarifi imkânsız bir huzur bahşeden müstesna bir insan, şeklindeydi. Bu gün üzerimizde güzellik adına bir şeyler var ise bunların hepsinde o güzel insanın emeği vardır.
Rahmetli Efendimizi sevme iddiasının samimiyeti, varisine aynı sadakatin gösterilmesine ve tohumlarını attığı ve bu gün yeşermeye başlayan hizmetlerine cân-u gönülden sarılmaya bağlıdır. Düne dair pişmanlığımız, hizmet adına ne varsa uhdesinde bıraktıklarımızdan keşke demektense bu gün aynı hataya düşmemek için üzerimize düşen hizmeti eksiksiz yapmalıyız. ’Nasıl olsa birileri yapar’ anlayışı yerine; ’biz talip olmaz isek ve bu nedenle eksik kalırsa mesul oluruz’ idrakiyle hizmeti son derece ciddiye almalıyız.
Rabbim bizlere o güzel örneği en iyi şekilde anlayan, yaşayan ve bu berrak yolu devam ettirenlere kayıtsız şartsız tâbi olabilmeyi ve bu güzelliklerin yaşanma ve yayılmasında birer hizmet eri olabilmeyi nasip eylesin inşallah.
Bilmem bülbül, neden âşıktır güle,
Seherde inliyor, ah-ı vah ile
Her taraf karlı, kış olsa bile
Sevginle gönlümüz, yazdır Efendim.
O'nu (k.s) Anlamak...
Özlenen Rehber Dergisi 82. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.