Özlenen Rehber Dergisi

68.Sayı

Modernist Anlayışla Gelen Dinî Algılama ve Yaklaşım Bozuklukları

İbrahim DEMİR Özlenen Rehber Dergisi 68. Sayı
Modernist Anlayışla Gelen Dinî Algılama ve Yaklaşım Bozuklukları

Maneviyatı ve ruhla ilgili olanı arka plana atan modernist anlayış, insanı maddî zevklerin yoluna mûti kılmış, eşya ve mekânın kölesi haline getirmiştir. Bununla birlikte yaratıcının dû-cihan saadetini tesis için gönderdiği insandaki gerçeği -ruhu- muhatap alıp hakikati söyleyen, ona gayıbdan haber veren, insanlık dışı denîlikten sıyırıp medeniliğe çıkaran bir ahlâki tekamül sistemi diyebileceğimiz dini ve ona bakış açısını da kurduğu düzenle modernist anlayış bizzat kendisi belirlemektedir. Bu yeni yaklaşım tarzı, insanı ve toplumları gerçek medeniyet yolunun etkisinden sıyırarak kendi kompozisyonuna göre şekillendirmiştir. Bu kompozisyon aynı zamanda dinin insan ve toplum hayatında ne kadar ve nasıl bulunması gerektiğini de belirlemiştir.

Yeryüzünde yegâne hakikat, mutlak Yaratıcı’dan gelendir. Bu hakikat nuruna muhatap olanlar da Hakk’ın seçtiği peygamberlerdir. Bu nur tüm zaman ve mekâna o güzel peygamberler ve varisleri vesilesiyle yayılmıştır.

Modernizmin kurduğu düzende insan hak ve hürriyetinin, ahlâki değerlerin hayalî ifadelerle edebiyatı yapılırken, söz konusu söylemlerin dinî bağı da kopartılmıştır. Maddî çıkarlar ise ön plandadır. Bu çıkarları elde etmek için, toplumların kültürel bağımlılığının sağlanması, eşya ve maddenin esiri olması, istenilen moda sokulması gerekmektedir.

“Modern” sunumuyla, moda ve rol modellerle bu bağımlılık sağlanmıştır. İnsanlar bir işin, eşyanın, olayın normal-anormal, uygun-uygunsuz, ahlâki-gayri ahlâkî tercihi ve kabulünü modernist toplum mühendislerinin sunum ve bilinçaltı operasyonlarına göre yapmaktadır. Söz gelimi yeme, içme, giyim, fikri ve dini kavramlar vb. bu akımın verdiği şekille karşımıza çıkar.

Rasûlullah (s.a.v.)’in beliğ bir şekilde söylediği güzel sözleri ve yaşadığı numune-i imtisal hayat ise idrak ve iman sahipleri için itminana ulaştıran doğrulardır. Tüm amelleri ise, Efendimizi (s.a.v.) yüce ahlâk üzere âlemlere rahmet olarak gönderen Hak Tealâ’nın kontrolünde ahlâkîdir ve ahlâka dairdir.

İçinde bulunduğumuz zamanın mayası olarak sunulan modernist yaklaşım ise büyük bir kandırmacadır. Modernizmin ortaya koyduğu görseli, ön planda tutan ahlâk anlayışı, elinde bulundurduğu yayılmacı güç ve yüzyılları bulan geçmiş altyapısının sonucu normal addedilerek kabul görmüş, farkında olarak veya olmayarak Allah Rasûlü’nden (s.a.v.) aldığımız İlâhî ve fıtrî değerlerin yerini almıştır. Sünnetler, bid’atlerle yer değişmektedir. İslâm toplumu ise İlâhî ve Nebevî kelâmın ve amellerin aklîliğini materyalist akılla tartarak adeta yeni bir İslâm ve ahlâk tespiti yapmaktadır. Oysa salt akıl addedilen bakış açısı, modernizmin ön gördüğü normlarla dizayn edilmiştir. Bu yapılan iş ise Allah ve Rasûlü’nü dolayısıyla vahyi yani dini modernist kalıpla yeniden ihdas etmektir.

İşte 17. yüzyıldan bu yana maddeyi ve haz vereni gerçek; gaybi ve manevî olanı yalan diye sunmayla yola çıkan modernizm akımı, mevcut altyapısıyla insanın tahkiki olanla arasındaki bağı koparmıştır. Bunun neticesi de Yaratıcı’dan gelen ve Rasûl-i Kibriya’da vücut bulan din en ufak amelden en büyüğüne kadar tercih edilir olmamıştır. Çünkü modernizm, insanlığa bu ahlâkın tercihini anormal ve uygunsuz olarak sunmuştur.

Ayrıca modernizm, Cenâb-ı Hakk’ın sunduğu dini, kendi değerleriyle tartarak, işine gelmeyen kısmını budamıştır. Müslümanlar da bilerek ya da bilmeyerek işlerinde, birtakım bilinçaltı ön kabullerle veya yaşadığı toplumdaki modernist kültür nedeniyle Allah Rasûlü’ne ittiba yerine modernist/nefsi ahlâkı tercih etmektedir. Oysaki Cenâb-ı Hakk: “O’nun emrine aykırı davrananlar kendilerine bir belanın çarpmasından yahut acı bir azabın uğramasından sakınsınlar.” (en-Nûr, 24/63), “Peygamber (s.a.v.) size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (el-Haşr, 59/7), “Eğer O’na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.” (en-Nûr, 24/54) buyurarak yegâne mutluluğun adresini sunmuştur.

Bu tercih ya modernizmin sunduğu hastalıklara müptela kılar, (manevî yıkım, ahlâkî çöküntü, nefsî ahlâkların ayyuka çıkması gibi) ya da zaman ve mekânın hüsranından ve köleliğinden kurtulmuş, itminana ve gaybî olanı idrake ulaştıran İslâm ahlâkının güzelliklerine götürür. İkinci tercih, insanı büyük bir sabır sergilemesi gerektirecek sıkıntılar da yaşatabilir. Bu da insanın modernist yapıdan hakikate kavuşmasında çekilen nefsânî arzulardan sıyrılmanın sancılarıdır.

Mü’min bilinçaltını ve ön kabullerini sorgulamalı, her daim iman etmeli ve imanında sebat etmelidir. Cenâb-ı Hak inananlara hitaben: “Ey iman edenler, Allah’a, Rasûlü’ne, Rasûlü’ne bölüm bölüm indirdiği kitaba ve bundan önce toptan indirdiği kitaba iman edin. Her kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, Rasûllerini ve ahiret gününü inkâr ederse muhakkak ki çok uzak bir sapıklıkla sapmıştır” (en-Nisâ, 4/136) buyurmaktadır.

Bir sual sorulduğunda “bence” diye başlayan cümlelerle iman-küfür çizgisinde dolaşarak Allah adına yalan söylememeliyiz. “Bence faiz”, “bence örtünme”, “bence piyango”, “bence sigara” bu devirde günah olmaz / haram değildir gibi söylemler imanda sebatı sağlamamızı gerektirecek, yeniden iman etmemizi zorunlu kılacak bühtanlardır. Dini de ehli kitabın yaptığı gibi hayatımızın belli noktalarına hapsederek geri kalanı sûi ahlâkla devşirmemeliyiz. Modernizm, prensip olarak çıkara dayalı ahlâkı sunan ahlâklara yönlendirir. Müslümanın tercihi ve örnek alması gereken yegâne şahsiyet insanların en ekmeli olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’dir. Zira, “Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadın için o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (el-Ahzâb, 33/36) buyrulmaktadır. Adımlarımızı Rasûlullah (s.a.v.)’in önüne, seslerimizi O’nun sesinin üstüne, ahlâk ve anlayışlarımızı onun ahlâkı ve sözlerinin önüne geçirerek, nefsî olanı tercih edip ebedî hayata kendi ahlâklarımızın ürünüyle gitmek ne büyük hüsrandır! Aklı mihenk almak da (vahyin ve Peygamberimizin önüne geçirmek de) dini, sürekli değişkenle yaşamak gibidir. Çünkü vahiy terbiyesiyle büyüyüp gelişmeyen akıl statik (sabit) değildir.

Bir diğer husus da çağın gerçekleri ve sorunlarına göre dini şekillendirme, yeni anlayışlar ortaya koyma çabalarıdır. Oysaki bu gün ortaya konan sorunların kaynağı da modernizmin ta kendisidir. Zulümler, akıtılan kan ve gözyaşı, açlık, kuraklık, ahlâki çöküntü ve tükeniş, maddeyi özne yapıp bunun etrafında insanı yok olmaya sürükleyen modernizmin meyveleridir.

Günde binlerce ceninin çöplerden çıktığı, ceninlerin gıda ve kozmetik sektörde kullanıldığı bir dünya, zayıf olanın akıl almaz yöntemlerle ezildiği, insanların nefsinden başka -değil din kardeşini, komşusunu, ana babasını dahi- iyiliğe layık görmediği bir modernist zihniyet ve sorunlar yumağı, Lut (a.s.)’ın kavminden, Firavunun kavminden, Rasûlullah (s.a.v.)’in gönderildiği cahiliye devrinden daha mı ehvendir? Sorunlar çok mu farklıdır? Yaşadığımız sorunların kökü insanlık tarihi kadar eskidir. Kurtuluş ise unutulan güzelliğe yönelmekte yatmaktadır. Aklı, Rasûlullah (s.a.v.)’in yolunda kurban edip, şek ve şüphesiz hakikatin muhatabına itaat etmektir. O’nun her bir ahlâkını, nefsi ve toplumsal marazların tezkiyesi için hayatımıza koymalıyız.

Din aynı zamanda Rahman’ın kuluna hitabıdır. İnsan bu hitabın farkında olarak Nebevî idrakle imanı tatma gayesinde olmalıdır. Çünkü Allah sevgisi Rasûlullah (s.a.v.)’tan geçer. “(Ey Rasûlüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbî olun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 3/31) “Allah, kimin hidayetini murad ederse onun gönlünü İslâm’a açar.” (el-En’âm, 6/125)

İşte kırık dökük harabe misali modernizm kalıntılarından yeniden yeşermenin yolu, nura tabii olup itaatle mümkündür. En’âm 125. âyette geçen şerh (İslâm’a açar) kelimesinden muradın ne olduğu Efendimize (s.a.v.) sorulunca; “O, Allah Teâlâ’nın kalbe akıttığı bir nurdur” buyurdular. “Bunun alâmeti nedir?” diye sorulunca; “Aldatıcı dünya yurdundan uzaklaşmak ve ahiret yurduna yönelmektir” buyurdular. (İbn-i Kesir Muhtasar 1/617) Zamanın Hâliki ve Mâliki Hz. Allah tüm zamanlara yemin ile şöyle buyuruyor: “Asra (zamana) yemin olsun ki insanlar (her daim) hüsrandadır. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (el-Asr, 103/1–3) İnsanlığın var oluşundan bu güne hüsranda insanlar, ancak seçilmiş elçiler ve getirdiklerine iman edenler istisnadır. Tarihe derinlemesine bakıldığında da bu görülür zaten. Tâbî olunan hiçbir nefsi zevk ve haz damakta kalmamıştır.

Hüsrandan, nura tabi olanlara selâm olsun.V
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.