Özlenen Rehber Dergisi

68.Sayı

Rablerinden Gıyabında Haşyet Duyanlar

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 68. Sayı
RABLERİNDEN GIYABINDA HAŞYET DUYANLAR

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿﴾

“Şüphe yok, o kimseler ki Rablerinden gıyaben haşyet duyarlar, (işte) onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât vardır.”

(el-Mulk, 67/12)

Mü’min takva sahibidir. Her halinde Allah (c.c.)’dan korkmak, ihlas ile emirlerini yerine getirip yasaklarından da şiddetle sakınmak hakiki bir mü’min olmanın gereğidir.

Takva, dinin esasıdır. Takva olmadan kâmil iman sahibi olunmadığı gibi yakin mertebelerine de ulaşılamaz. Gizli ve aşikâr tüm hallerinde Cenâb-ı Hakk’a isyandan sakınmayan, emirlerine riayet etmeyen kimse imanın hakikatine erememiş demektir.

Haşyetullah (Allah korkusu), takvanın gereklerindendir ve her halde matluptur. Ebû Zer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: “Her nerede olursan ol (her ne hal üzere olursan ol) Allah’tan kork. Kötülüğün arkasından iyilik yap, (bu) onu yok eder. İnsanlara güzel ahlâkla muamele et.” (Tirmizî, el-Birru ve’s-Sıla 55)

Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif âyetlerinde her halde Allah korkusu emredilirken, bu âyet-i kerimede Rabbimiz, بِالْغَيْبِ buyurarak özellikle gayb halindeki haşyete işaret etmiştir.

 اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ “Şüphe yok, o kimseler ki Rablerinden gıyaben haşyet duyarlar”


Haşyet:

Haşyet kelimesi sözlükte, ‘korkmak’ manasına gelir. Istılahta ise genel itibariyle; saygıdan doğan, ümide yönelik, yüceltmeyle birlikte bulunan ve sahibine Cenâb-ı Hakk’a yakınlık nimetini kazandıran bir korku manasında kullanılmaktadır. Allah’ın kullarından istediği haşyet, kulu Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmediği gibi; günah ve gaflete dalmasına engel olan, itaate yönlendiren bir haldir.


Âyette kendilerinden bahsedilen haşyet sahipleri kimlerdir?

İbn-i Merdeveyh’in rivayetine göre; İbn-i Abbâs (r.anhumâ), âyette zikredilen kimseler hakkında şunu söylemiştir: “(Bunlar); Ebû Bekir, Ömer, Ali ve Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır.” (Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.14, s.611) Âyet-i kerime, bu Sahâbe efendilerimize işaret edebileceği gibi bu ahlâka sahip olan ve onların yoluna tabi olan bütün mü’minlere de hitap etmektedir.


Bu ifadenin manası:

Müfessirler, âyette اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ şeklinde geçen ve “Rablerinden gıyaben haşyet duyarlar” şeklinde tercüme edilen ifadenin birkaç manaya hamledilebileceğini söylemişlerdir:


1- Dünya gözüyle görmedikleri ve kendileri için gayb olduğu halde Rablerinden haşyet duyanlar. Gayba iman etmiş olarak O’ndan korkanlar.

Hakiki iman sahipleri, Rablerini dünya gözüyle görmedikleri halde görüyormuş gibi ibadet eder, emirlerini yerine getirip rızasına muvafık olmayan işlerden de kaçınırlar. Bu durum Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde “ihsan makamı” olarak açıklanmıştır. (Buhârî, Îmân 37)

Bu şekilde Allah’tan korkmak, devamlı muhabbet ve zikir neticesinde kalbin Allah’la irtibat halinde olup, kuvvetli bir şekilde O’na bağlı olmasının bir işaretidir.

Enes (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Sahâbe’den bazıları): “Yâ Rasûlallah! Biz senin huzurunda iken bir halde, senden ayrıldığımız zaman ise baş¬ka bir halde oluyoruz!?” dediler. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: “Siz, Rabb’inizle (başbaşa kaldığınızda) nasıl oluyorsunuz?” (Ashâb) dediler ki: “Allah, gizli ve açıkta (her yerde) bizim Rabb’imizdir.” (Rasûlullah): “(Şayet böyleyse) bu (haliniz) münafıklık değildir.” buyurdu. (Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, c.13, s.308, h.no:6904)

Allah’tan haşyet duymak; O’na isyan sebebiyle rahmet ve yakınlığından, mağfiret, rıza, sevgi ve dostluk gibi nimetlerinden mahrum kalmaktan; huzuruna yüzü kara çıkıp azabına düçar olmaktan korkmak demektir.


2- Rablerinin günahkârlar için hazırlamış olduğu azap henüz kendilerinden gaip iken, yani gelip çatmadan, onun şiddetiyle karşılaşmadan önce haşyet duyanlar.

Allah Teâlâ’yı baş gözüyle görmek mümkün olmadığından O’na iman gaybî olduğu gibi Allah’tan haşyet duymak dahi gaybîdir.

Kul, Cenâb-ı Hakk’tan ve O’nun şiddetli azabından korkmalıdır. O azap, öyle bir azaptır ki, Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen vasıfları; “pek büyük, alçaltıcı, korkunç, çirkin ve şiddetli...” olmasıdır.

Rabbimiz, bizlere azabından emin olmamamızı emretmiştir. “Yoksa Allah’ın mekrinden (tuzağından, azabından) emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın tuzağından emin olamaz.” (el-A’râf, 7/99)


3- Kendilerini, mahlûkattan hiç bir kimse gör¬mediği halde Rablerinden haşyet duyarak O’nun emir ve nehiylerini ihlal etmeyenler. Tavrını insanların görüp-görmemesine göre ayarlamayıp, her ne olursa olsun halini değiştirmeyenler.

İhlâs sahibi kâmil mü’minler, insanların görmeyeceği mekânlarda bulunsalar dahi Allah’ın yasakladığı amelleri asla işlemezler. O’ndan çekinir, azabından korkar ve rıza dairesi dışında hareket etmezler.

İnsanlardan çekindiği halde Allah’tan korkmama hali, Kur’ân-ı Kerim’de münafıkların vasfı olarak zikredilmektedir: “Bunlar, insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah, geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.” (en-Nisâ, 4/108)

Allah (c.c.) her şeyi hakkıyla bilendir. O, mahlûkatının gizli ve aşikâr hallerinden en ince ayrıntısıyla haberdar olandır. “Kullarının günahlarını hakkıyla bilici ve görücü olarak Rabbin yeter.” (el-İsrâ, 17/17) “Allah yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.” (el-Bakara, 2/74) “Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.” (et-Tevbe, 9/13)


لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ “(İşte) onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.”

Bir kulun Rabbinden umacağı ve felahı için gerekli olan iki şey vardır. İşte bu her iki şey bu âyette zikredilmiştir:

Birincisi: Allah’ın azabından emin olmaktır. Buna “mağfiret” kelimesiyle işaret edilmiştir.

İkincisi ise; Allah’ın kullara mükâfat vermesidir. Bu ise “büyük bir mükâfat” ile ifade edilmiştir.


Mağfiretin, mükâfattan önce zikredilmesinin manası:

Âyette mağfiret, mükafattan önce zikredilmiştir. Çünkü zararın giderilmesi, menfaatin elde edilmesinden daha ehemmiyetli ve önceliklidir.

Allah (c.c.), her halinde O’nun kendisini görüp gözettiğini, bir gün gelip hesaba çekeceğini düşünerek itaatten ayrılmayan samimi mü’minlerden beşeriyetleri icabı sudur eden günahları bağışlar ve onlara büyük bir ecir verir.


1- Mağfiret:

Mağfiret; sözlükte örtmek, ıslah etmek, boyamak manalarında kullanılmaktadır. Istılahta ise;

Allah (c.c.)’nun, kullarının işlediği günahları örtüp affetmesi, bağışlaması manasına gelmektedir.

Yaratan, ihsan eden, rızık veren ve her şeye kadir olan Allah, haşyet duyulmaya en fazla hak sahibi olduğu gibi, kullarının günahlarını örtüp affetmek de ancak O’nun irade ve kudretindedir. Rabbimiz, bir âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır ve bağışlamaya ehil olandır.” (el-Muddessir, 74/56) Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah Azze ve Celle (bu âyette): Ben, benden korkulmaya layığım. Kim benden korkar, benimle beraber kendine bir ilâh edinmezse, onu affetmeye de (ancak) ben ehilim.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 74)

Allah’ın kullarının günahlarını örtmesi hem dünya hem de ahiret için geçerlidir. Bu:

Dünyada; o günahları açığa çıkarıp insanlar nazarında rezil etmemek şeklinde olur.

Âhirette ise; günahlarını ortaya döküp yüzüne vurarak onu hesaba çekmemek şeklinde tecelli edecektir.


Mağfiretin mükemmel oluşu:

Âyette mağfiret kelimesi مَغْفِرَةٌ “bir mağfiret” şeklinde nekra, yani belirsiz gelmiştir. Bunun manası; “Onları her yönden kuşatacak, hiçbir günah bırakmayacak derecede geniş ve önemli bir mağfiret vardır.” demektir. Buna göre mana sanki şöyledir: “Mağfiret, ama nasıl bir mağfiret! Mükemmel bir mağfiret!”

Mağfiretin mükemmel oluşundan maksadın birkaç şekilde olması muhtemeldir:

1- Bundan murat, bir başka âyette: “Ancak tevbe edip de inanan ve sâlih bir amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah ğafûrdur (çok bağışlayandır), rahîmdir (çok merhamet edendir).” (el-Furkân, 25/70) buyrulduğu üzere günahların sevaba dönüştürülmesi olabilir.

2- Allah’ın o kimseyi, diğer günahkârların günahlarının bağışlanması hususunda bir şefaatçi kılması da muhtemeldir.

3- Bundan maksat, bu mağfiretin dünyada yaşadığımız müddetçe akıllarımızın kendisine ulaşamıyacağı bir iş olmasıdır. Çünkü âhiretle ilgili işlerin pek çoğunu teferruatıyla bilmek bizlere kapalıdır.


2- Büyük bir mükâfat:

Allah korkusu bütün iyiliklerin menşeidir. Bu nedenle Allah’tan hakkıyla haşyet duyanlar gizli ve aşikâr günah¬lardan kaçınıp itaatle meşgul oldukları için büyük bir ecre nail olurlar. Allah (c.c.)’dan gaipte korkmak, ubudiyyetin kemaline delâlet ettiği için bunun karşılığındaki mükâfatın büyük olacağı haber verilmiştir. Ayrıca Allah (c.c.)’nun âhirette kullarına ihsan edeceği ecirle dünyadaki nimetler kıyaslanamaz. Dünyanın en büyük nimetleri dahi âhiret nimetlerinin yanında hiç kalır. Bu nedenle âyette ecir, “büyük”lükle vasfedilmiştir.

İbn-i Cureyc ve İbn-i Munzir, mağfiret ve büyük ecrin “Cennet” olduğunu rivayet etmişlerdir. (Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.14, s.611)


Tenhada Allah (c.c.)’dan haşyet duyma hakkında rivayetler:

Tenhada, insanlardan uzak bir yerde Allah’ın yasaklarını çiğnemekten korkan kimsenin nail olacağı mükâfatlardan birisi de Arş’ın gölgesinden başka bir gölge¬nin bulunmadığı günde Allah Teâlâ’nın Arş’ının gölgesi altında bulunmaktır. Efendimiz (s.a.v.), bu şerefe nail olacak yedi zümreyi sayarken onlardan bir zümrenin de mevki ve güzellik sahibi bir kadın kendisini çağırdığı zaman; “Ben Allah’tan korkarım.” diyerek haramdan uzak duran kimse olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, Ezan 36)

Tenhada Allah’ın yasaklarını çiğneyen kimse ise hem âyet ve hadislerde zikredilen mükâfatlardan mahrum kalır, hem de yaptığı diğer hayır hasenatı da heba etmiş olur. Sevbân (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, kıyamet günü Tihâme dağları gibi (çok) ve bembeyaz (yani tertemiz) sevaplar getirirler de, Allah Azze ve Celle onları saçılmış toz haline getirir (yani değersiz kılar, kabul etmez).” Sevban dedi ki: “Yâ Rasûlallah! Onları bize vasfet, durumlarını bize açıkla ki, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!” (Rasûlullah) şöyle buyurdu: “Bilmiş olunuz ki, onlar sizin (din) kardeşlerinizdir ve sizin cinsinizden (insanlardır.) Sizin aldığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den (nasiplerini) alırlar. Ancak onlar, Allah’ın yasak kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman, onları ihlâl ederler (çiğnerler).” (İbn-i Mace, Zühd 29)

Ebu’d-Derdâ (r.a.) şöyle demiştir: “Kul, Allah Azze ve Celle’nin yasakladığı şeylerle tenha yerde başbaşa kalıp da (onları işlediği) zaman, o kimse farkına varmadan Allah, mü’minlerin kalplerine ona karşı buğz yerleştirir.” (Esfahânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c.1, s.215)

Bir adam Vuheyb b. Verd’e: “Bana nasihat et!” dedi. Vuheyb de ona: “Allah’ın, sana bakanların en önemsizi olmasından kork!” dedi. (Esfahânî, Hilyetu’l-Evliyâ, c.8, s.142) Yani: “Allah (c.c.) görenlerin en üstünüdür. İnsanlar içerisinde itaat haline bürünüp yalnız kaldığında Allah’a isyan etmek suretiyle O’nun görmesini insanların görmelerinden daha ehemmiyetsiz saymaktan kork!” demek istemiştir.

* * *


Âyetten çıkarılan hükümler:

Âlimlerimiz bu âyet-i kerimeden bazı hükümler çıkarmışlardır ki, bunlar şu şekildedir:

1- Âyette ifade edilen mağfiret ve büyük bir mükâfat, münafıklar ve gıyabında Rablerinden haşyet duymayanlar için sözkonusu değildir.

2- Bu âyet, mü’minin gizli aşikâr her türlü günahtan korunan kimse olduğuna işaret eder. Zira tenha yerlerde, Allah’a isyandan sakınan, insanların kendisini görebilecekleri yerde günahlardan haydi haydi korunur.

3- Âyet, dünyadan başka mükâfat ve ceza görülecek bir hayatın varlığına yani âhiret hayatına işaret eder.

4- Âlimler, âhirette günahkâr mü’minlerin çekecekleri azabın ebedi olmadığına dair bu âyetten delil çıkartmışlardır.

* * *

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dua etmiştir:

“Allah’ım! Senden, gizli ve açıkta senden haşyet duymayı istiyorum.”

(Sahîh İbn-i Hibbân, Salât 10, h.no:1968)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.