EBU’L-HASAN HARKÂNÎ (K.S.)
İsmi Alî b. Ca’fer, künyesi Ebu’l-Hasan’dır. Harkânî (veya Harakânî) adıyla meşhur olmuştur. İran’ın Horasan bölgesindeki Bistam’ın bir kasabası olan Harkan’da doğmuştur. Hicrî 352 / 963’te doğmuştur.
Şemâili
Uzun boylu, gökçek yüzlü, geniş alınlı, iri gözlü, kumral renkli idi. Hz. Ömer’e benzerdi. Muhakkik idi. Kutbu’z-zamân, gavsü’d-devrân idi.
Künyesi; İran’da Bistâm’a yakın Harkân’da Ca’fer oğlu Ali’dir.
Tasavvuf Tarihindeki Yeri
Silsile-i Âliyye’de altıncı sıradadır. Silsile emanetini Bâyezîd-i Bistâmî (k.s) hazretlerinden mânen almışlardır. Kendisi üveysiyyü’l-meşreb idi. Tasavvuf ilminde Bâyezîd-i Bistâmî (k.s)’nin tarzını benimsemişti.
Büyük İslâm âlimi Bâyezîd-i Bistâmî (k.s)’nin rûhâniyetinden istifade eden Ebu’l-Hasan Harkânî ziyâret için sık sık giderdi. Her ziyaret yolculuğunda Kur’ân-ı Kerîm’i bir defa hatmederdi. Her defasında ziyâret ile ilgili vazîfelerini yaptıktan sonra; “Yâ Rabbî! Hocam Bâyezîd’e ihsân ettiğin sana âit ilimlerden, büyüklüğünün hakkı için, Ebu’l-Hasan kuluna da ihsân eyle” diye yalvarırdı. Geri dönerken, hiçbir zaman Bâyezîd Bistâmî’in türbesine arkasını dönmezdi. Yatsı ve sabah namazlarını türbede kılardı.
On iki sene sonra, Allah Teâlâ’nın lütfuyla Bâyezîd (k.s)’in rûhâniyetinden istifâde edip olgunlaştı. Allah Teâlâ’yı tanıtan kalb ilimlerinde ve diğer ilimlerde talebe yetiştirmeğe başladı. Pek çok talebesi vardı.
Özellikle sabır, sebat, keşf ve kerâmetleri dillere destan idi. Hazret’in himmeti âlî, nefesi keskin, şifâsı tecrübe edilmiş idi. Hayât ve memâtında anıldıkça himmeti erişir, tesiri görülür bir veliyy-i kâmildi.
Zamânın hükümdârı Sultan Mahmûd-ı Gaznevî, onun sohbetinde bulundu. Ebu’l-Hasan Harkânî ona bir hırkasını hediye etti. Kerâmetleri ve menkıbeleri ve veciz sözleri çoktur. Reşehât ve Tezkiretü’l-Evliyâ kitaplarında bunlardan uzunca söz edilmektedir. İmam Kuşeyrî, Harkânî (k.s) hakkında şunları söylemektedir:
“Harakân’a gittiğimde Ebu’l-Hasan’ın heybeti ve haşmeti bana o kadar tesîr etti ki, dilim tutuldu.”
Tasavvuf tarihinde etkisi çok büyük ve kalıcı olmuştur. Aynü’l-Kudât el-Hemedânî, Necmüddîn Dâye Attâr ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazerâtının ondan etkilendikleri söylenmektedir.
Hayatından Kesitler
Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya’ya hâkim olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın gelmişti. Adamlarından bir kaçını, Harkân’a Şeyh Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin huzuruna göndermiş ve Şeyh hazretlerini yanına çağırmıştı. Harkânî hazretleri buna karşılık, özür beyan ederek gitmek istemediler. Durum, Mahmûd Gaznevî’ye bildirilince, ’Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim’ dedi. Sonra kendi elbisesini Kâdı İyâd’a giydirdi ve kendisi de silahtar olarak, Kâdı İyâd’ın yanında Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’nin evine girdi. Mahmûd Gaznevî selâm verince, Ebu’l-Hasan hazretleri selâmını aldı. Fakat ayağa kalkmadı. Mahmûd Gaznevî, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’ye; ’Sultan için neden ayağa kalkmadınız?’ diye sorunca, Ebu’l-Hasan, Sultan Mahmûd’a; ’Mâdem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım’ dedi. Soruya o anda cevap vermediler.
Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’ye; ’Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi?’ diye sordu. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî: ’Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu görenler hidâyete kavuşurdu. Allah’ın razı olduğu kimselerden olurdu’ diye cevap verdi. Sultan Mahmûd bu cevabı beğenmedi ve; ’Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i kâinâtı, Server-i âlemi nice kere gördüler. Fakat hidâyete gelmediler. Hâl böyle olunca, Bâyezîd’i görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyorsun?’ dedi. O, Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.)’den daha yüksek mi ki, iki cihânın Efendisini, üstünlerin üstünü olan Allah Teâlâ’nın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Bâyezîd’i görenler mi kurtulur demek istedi. Ebu’l-Hasan; ’Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allah Teâlâ’nın sevgili Peygamberini, insanların en üstünü olan Hz. Muhammed olarak görmediler. Ebû Tâlib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Rasûlullah (s.a.s.) olarak görselerdi, eşkıyâlıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle gelirlerdi’ buyurdu.
Sultan Mahmûd Han bu cevabı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı. Sultan Mahmûd; ’Bana nasihat ediniz’ deyince Ebu’l-Hasan-ı Harkânî; ’Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allah Teâlâ’nın yarattıklarına şefkat göster’ dedi. Sultan Mahmûd; ’Bana dua buyurun’ deyince, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî; ’Ey Mahmûd, akıbetin makbûl olsun’ dedi. Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’nin önüne bir kese altın koydu. Buna karşılık Ebu’l-Hasan, sultanın önüne arpa unundan yapılmış bir yufka ekmeği koydu. Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı. Bunun üzerine Ebu’l-Hasan hazretleri; ’Bir lokma ekmeği yutamıyorsun. İster misin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altınları önümden alınız’ dedi. Sultan, Ebu’l-Hasan’ın paraları almasını çok istedi ise de, kabul etmeyince, ondan bir hatıra istedi. Ebu’l-Hasan hazretleri ona hırkasını verdi.
Sultan Mahmûd giderken, Ebu’l-Hasan ayağa kalktı. Bunun üzerine Sultan Mahmûd; ’Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun. O hâl niye idi? Bu ikrâm nedir?’ diye sordu. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri; ’Buraya padişahlık gururu ile beni imtihan için geldin. Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım; fakat şimdi derviş olduğun için ayağa kalkıyorum’ dedi.
Sultan, sonra gazâya gitmek üzere Harkân’dan ayrıldı. Sevmenât’a geldi. İçine mağlûb olma korkusu düştü. Birden atından inip, bir köşede Ebu’l-Hasan hazretlerinin hırkasını eline alıp; ’Yâ İlâhî! Şu hırkanın sâhibinin yüzü suyu hürmetine, şu kâfirlere karşı bizi muzaffer kıl. Ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim’ diye dua eder etmez, düşman tarafında bir toz-duman ortaya çıktı. Düşmanlar, bu toz-duman içinde birşey görmeyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler. Sağ kalanları dağılıp gitti. O akşam Sultan Mahmûd, rüyasında Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini gördü. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî, Sultan Mahmûd’a; ’Allah Teâlâ’nın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. Eğer o anda isteseydin, kâfirlerin hepsinin müslüman olmasını sağlayabilirdin’ buyurdu.
*
Bir kâfilede bulunan insanlar, Ebu’l-Hasan Harkânî’nin huzuruna gelip; ’Yollar korkuludur. Bize bir duâ öğretiniz’ diye istirhâm edince; buyurdu ki: ’O zaman, Ebu’l-Hasan’ı hatırınıza getiriniz!’ Bu söz, gelenlerin hoşlarına gitmedi. Yolda eşkıyâ önlerine çıktı. Hepsinin mal ve metâlarını aldı. Yalnız, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini hatırlayan bir kimsenin malına zarar gelmedi. Bu hâle arkadaşları şaşıp, sebebini sorduklarında; ’Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’yi hatırladım ve kurtuldum’ cevâbını aldılar. Gelip durumu Ebu’l-Hasan hazretlerine anlattılar: ’Biz Allah’tan yardım istedik, eşkıyâlar bizi soydu. Fakat seni hatırlayıp, senden yardım isteyen şu arkadaş kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?’ diye sordular. ’O arkadaşınızı kurtaran, Allah Teâlâ’dır. Günahkâr ağızdan çıkan duâyı Cenâb-ı Hakk kabul etmez. Bunun için siz Allah’a yalvardığınız zaman duânız kabul olmadı. Bu arkadaşınız beni hatırlayıp imdât isteyince, ben de Rabbime duâ ettim; ’Yâ Rabbî! Şu kulunu içinde bulunduğu belâdan kurtar’ dedim. Rabbim benim duâmı kabul ettiği için, o arkadaşınız kurtuldu. Mesele bundan ibârettir’ buyurdu.
*
Bir gün Ebû Saîd, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin yanına büyük bir kalabalıkla ziyaret için gelmişti. Hizmetçi kadın, arpadan yapılmış birkaç adet ekmeği, bir sepet içinde Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’nin yanına getirdi. Ebu’l-Hasan hazretleri o kadına; ’Şu ekmeklerin üzerine bir örtü ört ve oradan istediğin kadar ekmek çıkar’ diye tenbih etti. Kadın denileni yaptı ve kalabalık bir halk topluluğuna, durmadan örtünün altından ekmek çıkardı. Fakat ekmekler bitmiyordu. Bir süre sonra kadın örtüyü kaldırınca, sepetin içinde hiçbir şey kalmadığı görüldü. Bunun üzerine Ebu’l-Hasan hazretleri; ’Şayet örtüyü kaldırmasaydın, kıyamete kadar bunun altından ekmek çıkarıp duracaklardı’ buyurdu.
*
Bir gün, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin bir talebesi çok hastalandı. Buna hiç bir tabîb çare bulamadı. Talebe, hastalığın ağrısına dayanamaz hale gelmişti. Sonunda durumu Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’ye bildirdiler. Bunun üzerine Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri terliklerini vererek; ’Bunları ağrıyan yere sürün’ buyurdu. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin dediği gibi yaptıklarında, Allah’ın izniyle talebe iyileşti ve hiçbir rahatsızlığı kalmadı.
*
Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’nin talebelerinden birisi; ’Lübnan Dağına gidip Kutb-u âlemi görmek için bana izin ver’ diye ricada bulundu. Ebu’l-Hasan hazretleri izin verince, o talebe Lübnan Dağına vardı. Orada, yüzleri kıbleye dönmüş halde oturan bir cemâat gördü. Önlerinde bir cenaze duruyordu; fakat cenaze namazını kılmıyorlardı. Talebe dayanamayarak; ’Niçin cenazenin namazını kılmıyorsunuz?’ diye sordu. Oradakiler; ’Kutb-u âlemin gelmesi lazımdır. Kutb-u âlem buraya her gün beş kere gelir ve imamlık yapar’ diye cevap verdiler. Talebe bunu duyunca çok sevindi ve beklemeye başladı. Bir süre sonra herkes ayağa kalktı. Kendi hocası Ebu’l-Hasan-ı Harkânî’nin Kutb-u âlem olduğunu gördü. Bu durum onu dehşete düşürdü ve kendinden geçti. Tekrar kendine geldiğinde, namaz kılınmış ve cenaze defnedilmişti. Kutb-u âlem de gitmişti. Talebe orada bulunanlara; ’Kutb-u âlem tekrar ne zaman gelir?’ diye sorunca; ’Önümüzdeki namaz vakti’ diye cevap verdiler. Talebe onlara; ’Ben onun talebesiyim. Ona karşı şöyle şöyle demiştim. Uzun süreden beri yollardayım. Ona durumumu arz edin de, beni beraberinde Harkân’a geri götürsün’ diye yalvardı. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî tekrar namaz kıldırmak için oraya geldiklerinde, talebe elini ona doğru uzattı ve tekrar bayıldı. Ayıldığı vakit, Rey şehrinin çarşısındaydı. Harkân’a hocasının yanına gidince, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri ona; ’Gördüklerini kimseye anlatma. Çünkü Allah Teâlâ’dan bu dünyada beni halktan gizlemesini ve bir tane ârif ve büyük zât hariç, hiçbir kimsenin görmemesini istedim. Öyle de oldu. O zât da Bâyezîd-i Bistâmî’dir’ buyurdu.
*
Bir gün İbn-i Sînâ, Harkân’a Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini evinde ziyarete geldi. Hanımı, İbn-i Sînâ’yı azarlayarak Harkânî hazretlerinin ormana gittiğini söyledi. Hanımı, Ebu’l-Hasan hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uygunsuz şeyler söyledi. İbn-i Sînâ ormana doğru giderken, Ebu’l-Hasan-ı Harkânî, bir aslana odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü.’Bu ne haldir?’ diye sorunca, ’Evimdekinin sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu aslan da bizim yükümüzü taşıyor’ buyurdu.
*
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, her sene bir defa Dıhistan’da şehidlerin kabirlerinin bulunduğu kum tepeyi ziyarete giderdi. Harkân’dan geçerken durur ve havayı koklardı. Talebeleri kendisine; ’Efendim, sizin bu şekilde havayı koklamanızdaki hikmet nedir? Biz herhangi bir şeyin kokusunu duymuyoruz’ diye sorduklarında, buyurdu ki; ’Evet öyledir; fakat bu kasabadan öyle birisinin kokusu geliyor ki, onun adı Ali, künyesi Ebû Hasan’dır. O, zamanın kutbu olacaktır.’
*
Vaktiyle Bistâm şehrine bir çekirge sürüsü hücûm etti. Bütün ekinleri ve sebzeleri yediler. Halk, çekirgelerden ve bu musîbetten kurtulmaları için feryâd ederek, dua ediyordu; fakat bu musîbetten bir türlü kurtulamadılar. Halkın telaşını ve üzüntüsünü gören Ebu’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri; ’Ne oldu, bu halkın feryadı nedir böyle?’ diye sordu. Çekirge istilası sebebiyle bütün ekinlerin telef olduğunu ve halkın da bu yüzden üzüntülü olduğunu söylediler. Bunun üzerine, ayağa kalkarak dama çıktı. Ve etrafa bir nazar etti. Çekirgeler toplanıp şehirden derhal uzaklaştılar. İkindi namazı vaktine kadar Bistâm’da bir tek çekirge kalmadı, bütün ekinlerin yaprakları da eski haline geldiler.
Silsile-i Fârukiyye...ebu'l Hasan Harkânî (k.s)
Özlenen Rehber Dergisi 68. Sayı
Allah razı olsun bende 1998 yılında karsta askerdim hasan harkani hz kabri şerifini zğiyaret etmiştim hatta çok maneviyatı yüksek yerdi orada olanlara yoksa burada bir ashabı kiram efendimizmi yatiyor diye sordum sizlerden Allah razı olsun bu kapsamlı bilgileri almak nasip oldu