Özlenen Rehber Dergisi

68.Sayı

Besmele-i Şerife Şerhi

Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve zürriyyetihî ve ehl-i beytihî ecmaîn.

Cenâb-ı Hakk’a hamd-ü senâ ediyoruz. Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e tahiyyelerin en güzeli olsun.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Besmele’de otuz iki sır vardır. Bir kısmınız bunun ancak yedisini bilebilir. En çok on ikiye kadar açılır. Ötesini kimse bilemez. Ama Allah dilerse, beni vesîle yapmak suretiyle onu da açar.”


“Rahmân” İsmi:

Bizim gerek tefsirlerimizde, gerekse diğer kütüb-i İslâmiyyede Besmele’de Rahmân ve Rahîm sıfatlarının manası üzerinde durulurken bazı eksiklikler ya-pılmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın Besmele’de geçen “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatlarından “Rahmân” sıfatını; “Yalnız dünyada, imanlı-imansız müsâvî olarak Allah’ın bütün insanlara aynı derecede yardım etmesi, ihsân buyurmasıdır.” şeklinde açıklarlar. “Rahîm” sıfatını ise, “Yalnız âhirette, kendisine ibadet eden insanlara in’am edici” olarak şerh ederler. Bu açıklamalar, bu fakire göre noksandır. Bunlara bazı hususları daha eklemek lazımdır. Gücümüzün yettiği kadar bunları şerh edeceğiz inşaallah.

Cenâb-ı Hakk’ın bu mükevvenâtta yarattığı, yeryüzündeki imanlı ve imansız insanların istifade ettiği nimetler sadece zâhirî nimetlerdir. Mesela; hava, güneş enerjisi, su, topraktan çıkan bütün maddeler; petrol, gaz, tahıl ve meyveler gibi... İşte bütün insanlar bu maddî nimetlerden istifade ederler. Beşeriyetin müsâvî olarak istifade ettiği bu nimetler, zâhirî nimetlerdir. Cenâb-ı Allah bunları herkese taksim etmiştir.

Halbuki, “Rahmân” isminin, diğer esmâü’l-hüsnâ ile de ilgisi vardır; bazı es-mâların nurlarından kuvvet alır. Meselâ, “Kerîm” sıfatından, “Basîr” sıfatından, “Kelâm” sıfatından, “Semi‘” sıfatından, “Adl” sıfatının nurlarından istifade eder.

Allah’u Teâlâ’nın “Adl” sıfatı gereği, dünyada kâfirlere verilen nimetlerle mü’minlere verilen nimetler bir değildir. Çünkü âyet-i kerîmede: “Kim zerre ağırlığınca bir hayır yapmışsa onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük (işlemişse) onu görecektir.’ (ez-Zilzâl 99/7-8) buyurulmaktadır. Ortak olan nimetler, maddî nimetlerdir. Saydığımız gibi; güneş enerjisi, hava, ışık, ay, yağmur, gökyüzü, toprak, topraktan çıkan şeyler vb. ama bir de manevî nimetler vardır ki; onlardan kâfirler istifade edemezler, onlara bu nimetler kapalıdır. Bunlardan yalnızca mü’minler istifade ederler. Mesela;

-İman nîmeti kâfirlere yoktur, mü’minler içindir. Bu nimetten ancak mü’minler istifade ederler. Bu nimet kâfirlere kapalıdır. (Kâfir olarak kaldıkları müddetçe.) Çünkü kâfirlerden bir grup olan Hristiyanlar’da “teslis” inancı vardır. Teslis de; Allah’a “muhterem peder”, Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu”, Cebrail (a.s.)’a da “Kutsal Ruh” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’den Cenâb-ı Hakk’ın vahdaniyetine delil; İhlâs Sûresi’dir. İman nîmeti “tevhîd akîdesi”dir. Tevhîd akîdesi, iki bölümden oluşmuştur:

1- Tağut, put ve sahte ilâhları nefy edip Allah’ın vahdaniyetini ikâme etmektir.

2- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in risaletini kabul etmekten ibarettir. Tevhid akîdesi yalnız “Lâ ilâhe illallah” demek değildir. Yalnızca “Muhammedü’r-Rasûlullah” demek de değildir. Tevhid akîdesinin aslı “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah”tır. Buna da “şehadeteyn” (iki şehadet) denilir. Bu ikisi beraber zikredilmedikçe gerçek manada tevhîd akîdesi gerçekleşmez. Hatta Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “And olsun ki onlara (kâfirlere); ’Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, onlar; ‘Şüphesiz güçlü olan, her şeyi bilen Allah yarattı’ derler.’ (ez-Zuhruf 43/9)

Hakikatte bu âyetten de anlaşılıyor ki müşriklerin kabul etmediği Cenâb-ı Hakk’ın varlığı değil, Rasûlullah Efendimiz’in risaletidir. Öyle ki müşriklerin başlarından Velîd bin Muğîre Peygamber Efendimiz’e hitâben: “Allah, iki şehrin ulusu varken bir yetim seni mi buldu Peygamber olarak gönderecek!” demiştir.

-Cenâb-ı Hakk’a sevgi ve saygı nimeti de yalnız mü’minlere verilmiştir. Yine kâfirlere bu nimet de kapalıdır.

-Cenâb-ı Hakk ile konuşma nimeti de yalnızca mü’minlere nasip olmuştur. Kâfirlere kapalıdır. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Allah Mûsâ ile gerçekten konuşmuştur.” (en-Nisâ 4/164)

-Rü’yet (görme) nimetini de Cenâb-ı Hakk yalnız mü’minlere nasip etmiştir. Dünyada ve âhirette kâfirlere yine kapalıdır.

-İşitme de hâkezâ mü’minler içindir; kâfirler işitemezler, onların kulakları, kalpleri kapalıdır. Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerîmede kâfirlere hitaben: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır.” (el-Bakara 2/7)

Bu manevî nimetler, Allah’ın saydığımız sıfat ve esmâsının sırlarındaki manevî rahmet, yalnız iman eden mü’minler içindir. Hem de dünyadayken kâfirler bunlardan istifade edemezler. İşte Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mus-tafa (s.a.v.) Efendimiz miraçta Cenâb-ı Hakk’ı baş gözüyle görüp konuşmuştur. Bu, kâfirlere asla nasip olmayacak bir nimettir. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’a aşk ve sevgide doruk noktaya erişmiştir. Kâfirler ise Cenâb-ı Hakk’ı sevmemişlerdir; onlarda aşk da yoktur. Böylece aşk nimetinden de mahrumdurlar.

Böyle sayılmayacak kadar çok manevî nimetler vardır. Daha nice nimetler vardır; ilhâmlar, keşifler gibi... İşte bu nimetler yalnız mü’minler içindir. Bu kapılar imansız kulların hepsine kapalıdır.


“Rahîm” İsmi:

Âlimlerimizin tefsirlerinde ve sair kütüb-i İslâmiyyede “Rahîm” ismi hakkında yer alan; “Âhirette, iman edenlerin îmdadına yetişen, diğerlerine değil!” şeklindeki açıklamalar da noksandır. Burada da Cenâb-ı Hakk’ın bazı sıfatları ve esmâsının, -mesela Rezzâk ve Adl sıfatının- nurları Rahîm esmâsının nurlarıyla birleşerek tecellî ederler. Bu tecellîler şu şekildedir.

Cennette ve cehennemde Cenâb-ı Hakk’ın “Rezzâk” sıfatı tecellî edecektir. Bundan hem mü’minler, hem de kâfirler nasiplerini alacaklardır; ama mü’minler cennet taamları yiyeceklerdir, kâfirler ise cehennem taamları yiyeceklerdir. Rızıklarını ondan alacaklardır ki, onun bir yudumu ciğerlerini parça parça eder. Günde yetmiş bin defa parçalanır, tekrar yaratılır ki, azapları daha fazla işlesin diye...

“Adl” sıfatı da âhirette tecellî edecektir. Cenâb-ı Hakk (c.c.), kâfir olanlardan meselâ Hristiyanlar’a, bu kadar nimetlerini gördükleri halde neden birliğini tasdik etmediklerini, niçin şirk koştuklarını, niçin Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” olarak tanıdıklarını, Allah’ı ise “peder” kabul ettiklerini soracaktır. O zaman bir şey söyleyemeyecekler, doğruyu ikrar edecekler ve ebedî cehennemde kalacaklardır. Bu, Allah’ın “Adl” isminin bir gereğidir.

Bu açıdan bu tür nimetler, yalnız mü’minler için değil, kâfirler içindir de... Nimet, ama acı nimettir. Zakkum ağacının meyvelerini yediği zaman bağırsakları parça parça olur, ama mü’minler cennet nimetlerini yedikçe onların ağızlarının suyu akar, o kadar lezzetlidir cennet taamları. İşte Allah Teâlâ’nın bu sıfatları, kâfirler için de tecellî edecektir, yalnızca müslümanlar için değil. Âhirette mü’minler Cenâb-ı Hakk’ı çokça görecekler, O’nunla konuşacaklar ve diğer nimetleri de tadacaklardır. İşte konunun başında verdiğimiz Besmele ile ilgili hadis-i şerîfin sırrı bu noktalarda tecellî ediyor. Yani Efendimiz (s.a.v.): “Onda otuz iki sır vardır. Bir kısmınız bunun ancak yedisini bilebilir. (Seçkinlere) en çok on ikiye kadar açılır. Ötesini kimse bilemez; ama Allah dilerse, benim vesilemle onu da açar.” buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimiz’in en büyük mucizelerinden biridir. Mucize olmak hasebiyle, içindeki sırların sadece zâhirî bilgilerle çözülemeyeceği ortadadır. Bir âyetin sadece zâhirî manasıyla, yani meâliyle çözülebileceğini sanmak doğru değildir; ancak Cenâb-ı Hakk, âyetlerini kendi âyetleriyle tefsir ediyor, fakat bunu da işin ehli anlayabilir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • hamza tokat

    ALLAH, ONLARDAN RAZI OLSUN

1 kişi yorum yazdı.