Özlenen Rehber Dergisi

45.Sayı

Abdullah Fârukî El-müceddidî (k.s.) İle Gaziantep/radyo Vahdet'te Yapılan Bir Röportaj

Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.) İle Gaziantep/Radyo Vahdet’te Yapılan Bir Röportaj

“Aslında, bidatleri kaldırıp da sünnet-i seniyyeyi ikâme eden herkes müceddidîdir.”

-Abdullah Fârukî el-Müceddidî kimdir? Kitaplarında, Özlenen Fark Dergisi’nde ’Abdullah Fârukî el-Müceddidî” şeklinde geçiyor. Özellikle buradaki “el-Müceddidî” künyesinin nereden geldiğini an¬latır mısınız?

- Allah razı olsun, teşekkür edi¬yorum! 1936 yılında Siirt’te do¬ğdum. Babam Bitlis’lidir, annem Trabzonlu bir albayın kızıdır. Baba tarafım Hz. Ömer (r.a.)’ın soyundandır. Çocukluk yıllarım orada geçti. Oradan Malatya’ya geldik. Malatya’da 1963 yılında Siirtli Alaaddîn Fersâfî hazretleri ile tanıştım. Cenâb-ı Hakk bizi Üveysî olarak Hz. Peygamber (s.a.v.), Ehl-i Beyt efendilerimiz ve Ricâl-i Gayb tarafından ter¬biye ettirmiştir. Allah’a sonsuz hamd olsun! Bu manevî terbiyeyi bura¬da gördükten sonra bilahare Tür¬kistan’dan Türkiye’ye gelen Halîl Müceddidî isminde bir zat beni çağırdı:

“Oğlum, biz akrabayız. Çin zulmünden kaçtık, geldik. Ama bura¬da yolumuzu sürdürecek kimse yoktur. Senin Ömerî olduğunu, Hz. Ömer (r.a.)’ın akrabalarından olduğunu söylediler bana. Biz akrabayız; bizim bu yolumuzu sürdür.” şeklinde tavsiyede bulundu. Böyle¬ce Alaaddîn Fersâfî hariç, bir de Halîl Müceddidî hazretlerinden de ders ve icazet aldık. Bu icazetimiz İmâm-ı Rabbânî hazretlerine da¬yanıyor. Alaaddîn Efendi’nin ilim silsilesi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Zülcenâhayn hazretlerinden geliyor. Halîl Müceddidî hazretlerinin silsilesi de İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî es-Serhendî hazretlerinin koludur. Hem akrabayız, sülalemiz de oradan geliyor. Baba tarafımız Ömerî, anne tarafımız da Hz. İmam Hasan (r.a.)’dan geliyor. İmam Hasan ve Hz. Ömer’in sulbünden geli¬yoruz. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de Hz. Ömer’in soyundan geliyor.

Büyük Müceddid hazretleri gü¬zel bir yol, bir çığır açtı ve bütün bidatlere, hurafelere, küfre, günahlara savaş açtı ve Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in o güzel sünnetlerini her fırsatta her yere mek¬tuplar yazarak yaydı ve güzel bir yol açtı elhamdülillah! İşte biz onun devamıyız. Yani biz, sülale olarak da Müceddidî’den geliyoruz, yolumuz da Müceddidiyye koludur. Müceddidîliğimiz buradan geliyor.

Aslında her Müslüman; bidatleri, haramları, böyle hurafeleri kaldırıp da onun yerine Allah’ın farzlarını ve Peygamberimiz’in sünnet-i seniyyelerini ikâme eden her¬kes Müceddidî’dir. Ama kendi gücü kadar; bir tek hurafeyi kaldırmıştır, iki tane batılı kaldırmıştır ve bir sünneti yerleştirmiştir... O da Mü¬ceddidî sayılır. Fakat İmâm-ı Rab¬bânî hazretleri “İkinci Bin Yılın Müceddidi”dir ve bütün on adet yüz senede gelen Müceddidlerin başkanıdır, büyüğüdür. Böylece yolumuz ona dayanıyor, soyumuz ona dayanıyor ve Müceddidîlik buradan geliyor. Hem soy olarak, hem yol olarak. Yolumuz hem Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden, hem İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârukî Serhendî’den ve hem de Üveysî olarak İmam Alî (k.v.)’den geliyor. Bu şekilde terbiye gördük ve icazetlerimiz de vardır.

- Evet Efendim, teşekkür ede¬rim, Allah razı olsun! Siz az önce ifade ettiniz; İmâm-ı Rabbânî hazretleri hurafelere, bidatlere karşı meydan okumuştur. Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla sizler de bidat ve hurafelere karşı çıkıyorsunuz. Sünnet’i ve Kur’ân-ı Kerîm’i bütün gücünüzle yaşamaya çalışıyorsunuz. Peki Efendim; bazı şuursuz talipler mi diyelim, ismini siz de koyabilirsiniz; bazı çevrelerde “Şeyh, müridini her hâlükarda görür, her hâlükarda ne yaptığını bilir, her hâlükarda her yaptığına vâkıftır, ondan hiç¬bir hata sâdır olmaz, mutlaka bir hikmeti vardır(!)” şeklinde söy¬lemler var. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?

- Teşekkür ederim! Böyle düşün¬mek küfürdür. Çünkü insanın her hâlini bilen, hey yeri yaratan Hz. Allah’tır. Bunun haricinde insanların veya meleklerin, cinlerin veya hayvanların hepsinin de ilimleri kısıtlıdır. Cenâb-ı Hakk onlara müsa¬ade ettiği kadar görürler, müsaade ettiği kadar işitirler, müsaade ettiği yere kadar elleri uzanır; tasarrufları küllî değildir. Bizim yolumuz şeriat yoludur, herkese ilan ediyoruz. Gittiğimiz yolda şeriat vardır; sünnetin ihyâsı vardır. İmam Birgivî hazretle¬ri Vasiyetnâme’de yazıyor:

“Bir şey¬hin, bir müridin her halini gördüğünü iddia etmesi küfürdür.” Bunu Üstadımız, Efendimiz, Pîrimiz İmâm-ı Rabbânî hazretleri çok kıymetli olan iki ciltlik Mektûbât adlı eserinde de îzah etmiştir. İmâm-ı Rabbâ¬nî hazretleri;

’İmam Birgivî, bir şeyhin müridini her an görmesi, onun her haline vâkıf ol¬ması küfürdür diyor. Hâlbuki istimdat vâki değil midir? Bunu izah eder misiniz?’ diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir; ben de on¬dan naklediyorum:

’Her yeri ihâta eden yalnız Al¬lah’tır. Gerek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gerek O’nun sahabîleri, gerek meşâyıh ve gerekse bütün in¬sanların görüşleri kısıtlıdır; her şeyi göremezler, her şeyi bilemezler. Her şeyi görmek de, bilmek de Allah’a mahsustur. Eğer hakîkaten öy¬le olsaydı, yani her şeyi bilselerdi, Rasûlullah (s.a.v.), Hazret-i Âişe (r.anhâ) ile arasında vukû bulan gerdanlık hâdisesinde niçin o gerdanlığı göremedi? Ve bu yüzden bir-iki ay sıkıntıya girdiler. Ki Hazret-i Rasûlullah bütün insanlığın başıdır. Ledün ilminin sultanı O’dur. Bütün her şeyi Cenâb-ı Hakk O’na in¬dirir; O’ndan taksim olunur. Öyle ol¬duğu halde o göremezse, bizlerin görmesi muhaldir.’

Kim böyle inanırsa küfre sap¬lanır ve dinden irtidat etmiş olur. Allah dilerse, bize bildirirse, biliriz; bildirmezse bilemeyiz. Yakub (a.s.)’ın da hâli öyleydi; Yusuf (a.s.)’ın babasıdır biliyorsunuz; aynı zamanda âmâydı:

’Oğlum, şu düşen tesbihim ne¬rede, onu bulup bana verin.’ dediğinde çocukları:

’Baba bazen bize, yerden, gökten, Cennet’ten, Cehennem’den haberler veriyorsun, ama şimdi de bu düşen tesbihini dahi göremiyorsun?” diye sormuşlardı. O da:

’Oğlum, bizim hâlimiz, çakan bir şimşek gibidir; Cenâb-ı Hakk bize açtığı zaman görürüz, kapattığı zaman biz de göremeyiz.’ İşte bu¬nun gibi, Cenâb-ı Hakk açtığı zaman görebiliriz, açmadığı zaman göremeyiz. Bütün insanların hepsi aynıdır. Durum budur.

* Gaziantep/Radyo Vahdet’in Abdullah Fârukî el-Müceddidî hazretleriyle gerçekleştirmiş olduğu bu röportaj, Özlenen Fark Dergisi Mart 2000 (s. 8-9.) sayısından iktibas edilmiştir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • FERDIKUCUK

    allah c.c hepinizden Razı olsun ins.

1 kişi yorum yazdı.