Özlenen Rehber Dergisi

45.Sayı

Gavsu'l-â'zam İmâm-ı Sakaleyn Hz. Şah Abdulkâdir Geylânî (k.s.) - İı

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 45. Sayı
Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) evliyalıktaki derecesinin yüksekliğini zamanındaki bütün evliya kabul etmişti. Şeyh Halîfetu’l-Ekber anlatır:

Rüyamda Rasûlullah (s.a.v.)’i gördüm. “Yâ Rasûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ‘Ayağım bütün velilerin boynu üzerindedir!’ diyor ne buyurursunuz?” diye sordum. “Doğru söylemiştir. O benim himayemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?’ buyurdu. Adiyy bin Müsâfir; “Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım. O, bununla kendi zamanındaki ferdiyet denilen makamını açıklar. Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir.” der.

Abdülkâdir Geylânî (k.s.) bu sözü söylediğinde, yeryüzünde veliler boyunlarını ona doğru uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri de Ahmed Rufâî (k.s.)’dur. Ona niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi: “Şu anda Abdülkâdir Bağdat’ta; ‘Ayağım, her velinin boynundadır!’ diyor.” Ahmed Rufaî (k.s.); “O, bu sözü manevî emirle söyledi.” demiştir.

Ebû Medyen Mağribî de; “Evet, ben Mağrib’de ona boynunu uzatanlardan biriyim.” buyurdu.

İbn-i Hacer-i Askalânî; “Bunun manası, ilerde o kadar keramet gösterecektir ki, inat eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir.” dedi.
Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki: “Abdülkâdir Geylânî (k.s.) bu sözü söyleyince, bütün velilerin kalplerindeki nurlar arttı. İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü. Çünkü onlar istisnasız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı.”

Abdülkâdir Geylânî’nin tasavvuftaki yoluna Kâdiriyye tarikatı denir. Tarikatının hususiyeti, dinin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allah’ı anmak, gönlü Allah’tan başkasından kurtarmaktır.

Abdülkâdir Geylânî (k.s.) tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Rasûlullah Efendimiz’in bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri şöyle anlatır: “Hicrî beş yüz yirmi bir senesi şevval ayının on altısı olan salı günü öğleden önce, Rasûlullah Efendimiz’i rüyamda gördüm. ‘Ey oğlum, niçin konuşmuyorsun?’ buyurdu. ‘Babacığım ben yabancıyım. Bağdat fasihlerinin yanında nasıl konuşurum?’ dedim. ‘Ağzını aç!’ buyurdu. Ağzımı açtım. Yedi defa ağzıma sürdü ve ‘İnsanlarla konuş, onları güzel hikmet ve vaazlar ile Rabbinin yoluna çağır!’ buyurdu. Öğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gördüm. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî Tâlib’i gördüm. Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; ‘Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?’ diyordu. ‘Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum.’ dedim. ‘Ağzını aç!’ buyurdu. Açtım. Altı defa sürdü. ‘Niçin yediye tamamlamadınız?’ dedim. ‘Rasûlullah (s.a.v.)’e karşı olan edebimden!’ buyurdu ve gözden kayboldu. Bundan sonra en fasih bir dille konuşmaya başladım.”

Bir gün, minberde oturmuş vaaz ediyordu. Birden süratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevazı bir şekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vaazına devam etti. Oradakilerden birisi, “Ne oldu?” diye sual edince; “Ceddim Rasûlullah’ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Hayâ edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emretti.” dedi.

Sohbetlerinde bazen birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cuma, salı ve pazartesi gecesi halka vaaz ederdi. Vaazında, âlim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devam etti. Sorulan suallere gayet açık ve doyurucu cevaplar verirdi. Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hâl altmış yaşına kadar devam etti. Huzurunda Kur’ân-ı Kerîm tegannîsiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu.

Derin ilim sahibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsir, hadis ve fıkıh; öğleden sonraları Kur’ân-ı Kerîm ve kıraat dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerdi.

Ebû Muhammed Haşşâb der ki: “Gençliğimde nahiv okuyordum. Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) vaazlarında çok tesirli konuştuğunu söylediler. Vakit bulamadığım için gidemezdim. Nihayet bir gün vaaz verdiği yere gittim. Beni görünce; ‘Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım.’ dedi. O günden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde çok istifade ettim.”

Bir gün birisi huzurunda Kur’ân-ı Kerîm okudu. Abdülkâdir Geylânî (k.s.) okunan âyet-i kerîmeleri tefsir etmeye başladı. Kırk şekilde tefsir yaptı ve hepsinin delilini gösterdi. Orada bulunanlar yalnız on bir tefsiri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra; “Sözü burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik: Lâ ilâhe illallah!” dedi. Bunları söyler söylemez cemaati bir hâl kapladı, hepsi kendilerinden geçti.

Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbâî ismindeki bir zat anlatır: “Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyetü’l-Evliyâ kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibadetle meşgul olmak istedim. Gidip Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum. Bana bakıp; “Eğer inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da mürşid-i kâmillerin huzurunda edeb öğren. Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete başla. Yoksa ibadet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek icap eder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın.” buyurdu.

Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) şöhreti her tarafı kaplayınca, Bağdat’ın ileri gelen âlimleri, her biri bir mesele sorup onu imtihan etmek için huzuruna gelip oturdular. Bu esnada Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) göğsünden ancak kalp gözü açık olanların görebildiği bir nur çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hâl kapladı. Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve “Şimdi suallerinizi sorun!” buyurdu. Her biri suallerini sorup, hemen cevabını aldı. Onlara; “Size ne oldu böyle?” denildiğinde; “Huzurunda oturduğumuzda bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suallerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık.” dediler.

Ebû Saîd Kilevî şöyle anlatmıştır: “Ben, Abdülkâdir Geylânî’nin meclisinde iken, Rasûlullah Efendimiz’i ve gördüm. Bir defasında da Hızır (a.s)’ı görmüştüm. ‘Her kim dünyada kurtuluşa ermek ve saadete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir’in meclisine devam etsin!’ buyurmuştu.’

İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir: “1166 (H.561) yılında Bağdat’a girdiğimizde, Abdülkâdir Geylânî’yi ilmin zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sahipti. Onun gibi bir zata daha hiç rastlamadık.”
Dine uygun olmayan bir şeye müsaade etmezdi. Bir gün yanında; “Falanca çok ibadeti ve kerametleri ile meşhurdur.” diye konuşuldu ve “Ben derece bakımından Yûnus (a.s.)’ı geçtim” dediği nakledildi. Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri görüldü.

Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubeyy isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbnü’s-Semhal isminde bir zat gelmişti. Abdülkâdir Geylâni’nin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkâdir Geylânî (k.s.); “Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim.” buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti.

Abdülkâdir Geylânî vefat edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: “Yanımdan ayrılın! Çünkü zahirde, görünüşte sizinle, bâtında Allah ile beraberim.” Yine o esnada buyurdular: “Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!” Yine; “Aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühü. Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve sizin tevbelerimizi kabul etsin!” diyerek, bir gün bir gece hep böyle buyurdular.

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Babam o esnâda ellerini kaldırıp uzattı ve “Ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühü! Tevbe ediniz!” buyurdu.

Vefat ederken iki defa; ’Allâhümme refîki’l-a’lâ” deyip; “Size geliyorum, size geliyorum!” buyurdu. Tekrar buyurdu ki: “Durun!” Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; “Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allah’ın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim.” buyurdu.

Son anlarında, oğlu Abdulcebbâr; “Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?” diye arz edince; “Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah iledir.” buyurdu.

Oğlu Şeyh Abdülazîz; “Hastalığınız nasıldır?” diye sorunca; “Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allah’ın ilmi, hükmü ile nakıs olmaz. Hüküm değişir, ilim ise değişmez. Allah, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümmü’l-kitab O’ndadır, O’na yaptığından suâl olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur.” buyurdu.

Daha sonra; “Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile galip olan Allah, her ayıp ve kusurdan münezzehtir. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah!”, sonra da; ’Allah! Allah! Allah...!’ deyip sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek ruhunu teslim eyledi.

Cenaze namazını oğlu Abdulvehhâb kıldırdı. Cenaze merasimine gelen büyük kalabalık sebebiyle ancak gece defnedilebildi.

Abdülkâdir Geylânî’nin kız ve erkek pek çok çocuğu vardı. Nesli onlar vasıtasıyla, tarikatı dünyanın çeşitli yerlerinde (Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs/İspanya, Irak, Suriye ve Anadolu’da) yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerâfeddîn Îsâ Mısır’a hicret etmiş olup şimdi Mısır’daki Kâdirî şeriflerin dedesi odur. Torunları, Kuzey Afrika’da daha çok “Şerif” diye, Irak, Suriye ve Anadolu’da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır.

Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1. El-Gunye li-Tâlibî Tarîki’l-Hakk: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ eder.

2. El-Fethu’r-Rabbânî ve’l-Feyzu’r-Rahmânî: Vaazlarından meydana gelir.

3. Fütûhu’l-Ğayb: Bu eser vaazlarından ve oğlu Abdurrezzak’a vasiyetinden meydana gelir.

4. El-Fuyûzâtu’r-Rabbâniyye fî Evrâdi’l-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden oluşur.

5. Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir.

Vasiyetleri:

Oğlu Abdurrezzâk’a şöyle vasiyet eyledi:

“Ey oğlum! Allah Teâlâ bize ve sana ve bütün Müslümanlara tevfik, başarı ve muvaffakiyet ihsan eylesin! Sana Allah’tan korkmanı ve O’na tâat üzere olmanı, dinîmizin emir ve yasaklarına riayet etmeni ve hududunu gözetmeni vasiyet ederim.

Ey oğlum! Allah bize, sana ve Müslümanlara tevfik versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefa ve ezaya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.
Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş, yani Allah adamlarıyla beraber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasihat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!
Ey oğlum! Allah bize ve sana tevfik versin! Fakirliğin hakikati, senin gibi olana muhtaç olmaman; zenginliğin hakikati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah’tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muamele eyle! Zira ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır.

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzetle, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermeyerek olsun.

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hatıra getirmeyip, Yaratan’ın daima gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’tan gelene razı ve sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzurunda şu üç sıfat üzere bulun: Alçakgönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalp. Hakikî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur.”

Yararlanılan Kaynaklar:

1. Menâkıb-ı Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Mûsâ bin Yünûnî.
2. Behcetü’l-Esrâr, Ali bin Yûsuf.
3. Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkıb-ı Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî.
4. Tefricü’l-Hâtır fî Menâkıb-ı Şeyh Abdülkâdir.
5. Tenşîtü’l-Hâtır fî Menâkıb-i Gavsü’l-A’zam.
6. Câmi-u Kerâmâti’l-Evliyâ, c.2, s.89.
7. Tabakâtü’l-Kübrâ, Şa’rânî, c.1, s.126.
8. Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile, c.1, s.290.
9. Nefehâtü’l-Üns.
10. Şezerâtü’z-Zeheb, c.1, s.198.
11. Hadîkatü’l-Evliyâ, 2’nci kısım, s.32.
12. el-A’lâm, c.1, s.17.
13. Mir’âtü’l-Haremeyn, c.3, s.139.
14. Nûrü’l-Ebsâr, s.224.
15. el-Bidâye ve’n-Nihâye, c.12, s.52.
16. Fevâtü’l-Vefeyât, c.2, s.2.
17. Ahbârü’l-Ahyâr.
18. Tabakâtü’l-Evliyâ, s.246.
19. Mu’cemü’l-Müellifîn, c.5, s.307.
20. Sefînetü’l-Evliyâ, c.1, s.58.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • Fatih Korkmaz

    Allahû teâla razi ve Şefaâtine Nail Kilsin. Onun Kanatlari Altinda Dunyalik Heveslerden Kurtulup , Ahirete Laik Ümmet-i Muhammed'lerden Eylesin. Selam ve Dua ile. Huuu Destur.!

1 kişi yorum yazdı.