Özlenen Rehber Dergisi

89.Sayı

Eğitim ve Çocuklarımız

İbrahim DEMİR Özlenen Rehber Dergisi 89. Sayı

ÇOCUKLARIMIZA BIRAKTIĞIMIZ AHLÂKÎ MİRAS ve BİZİ BEKLEYEN TEHLİKE


Mutluluk ve izzet algısının hızla değiştiğini müşahede ettiğimiz son yıllarda toplumdaki manevi tahribatı fark etmemek mümkün değil. Küresel ölçekli bu tahribat her yanımızı sarmış durumdadır. Bu durum iman sahiplerinde büyük bir zaafa kapı açmaktadır. Son günlerde coğrafyamızda yaşanan zulüm ve anarşi, fert ve toplum olarak Müslümanlarda infial oluşturmasına rağmen hangi istikamette hareket edeceğimizi kestiremediğimiz gerçeği acı halin bir yansıması olarak önümüzde durmaktadır. Gelecek nesiller, maddi ve manevi bırakacağımız miras ile şekillenecektir. Manevi miras, -solmaz pörsümez güzelliklere ulaşmak için- üstün olan mirastır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.): ’Bir baba evladına güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz.’ (Tirmizî, Birr 33) buyurmuşlardır.
Maddi kazanımlar ise yeri ve zamanı takdir edilmiş, ölmeden bizi bulacak olan hibelerdir. Dünya nimetleri, manevi ve ahlâkî hayatımızın değil, hissi ve biyolojik varlığımızın gayesidir. Her canlı varlık gibi insan da, nefsini ve neslini devam ettirebilmek için bu nimetlerden yararlanmak isteyecektir; fakat insanın biyolojik taleplerle sınırlı bir yaşam sürdürmesi, insanı, genel olarak ifade edilen ’canlılar’ kavramı içindeki yerinden farklı bir konuma yerleştirmeyi imkânsız kılar. Allah’a iman etmiş birisinin ’herhangi bir canlı’ gibi hayatını idame ettirmesi ise asla düşünülemez. Çünkü insan ’Ahsen-i takvim’ üzere yaratılmıştır. (Tin sûresi, 95/4.)
Günümüzde maddi ve manevi kazanç, fıtri bir sorumluluk gereği çocuklarımızın yetiştirilmesindeki çabalarımız ve telaşımız, yönelmiş olduğumuz bir hedefe işaret eder. Maddi kazanç hususunda, meşru ölçüler içerisinde çalışıp Rabbimizin helal ve temiz olarak beyan ettiklerinden, israf etmeden yiyip içme ve rızık olarak verdiklerinden infak etme, yapıp ettiklerimiz cümlesindendir. Rızık endişesi ve çocukların gelecekteki iaşeleri hakkında kaygı duymak ise, Müslüman toplumda var olan manevi tahribatın ve harab olmuş gönüllerin varlığını ortaya koymaktadır. ’Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.’ (Hûd sûresi, 11/6) âyeti sarihtir. Ayrıca rızkın genişliği ve darlığı da Rabbimizin tasarrufundadır. Çünkü o kullarını en iyi bilendir; ’Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine (genişletir) yayar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir.’ (İsra sûresi,17/30) ’Eğer Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş tutup-yaysaydı, gerçekten yeryüzünde azarlardı.’ (Şûra sûresi, 42/27) buyrularak maddi manevi fedakârlıkla amaç edindiğimiz ’daha çok kazanma’ gayesi bizi gölge dünyadan hakikat âlemine göçtüğümüzde müflis tüccar gibi ortada bırakabilir. Orada geçerli akçelerimizi, manevi ve ahlâkî değerlerimizi az bir bedele heder etmemize sebep olabilir.
Çocuklarımıza bırakacağımız, ahlâkî miras ise yaşadığımız toplum, aile ortamı ve arkadaş çevresi ile şekillenecek bir değerler bütünü olacaktır. Rızık, maddi kazanç, makam ve mevki kaygısıyla geçireceğimiz zaman, ahlâkî mirası törpüleyecek bir silaha dönüşebilir. Ve Rabbimiz muhafaza etsin, kendi ellerimizle ailemizi ateşin eline bırakmış oluruz. Allah (c.c.): ’Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.’ (Tahrim sûresi, 66/6) buyurmaktadır. Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede müminlere, kendilerini ve ailelerini ce¬hennem ateşinden korumalarını emretmiştir. Hz. Ali (r.a.) demiştir ki: "Kişinin, aile efradını cehennem ateşinden koruması onları eğitmesi ve yetiştirmesiyle olur." İbni Abbas (r.a) ise "Kişi Allah’a itaat ederek, ona karşı gelmekten ka¬çınarak ve aile efradına Allah’ı anmalarını emrederek kendisini ve ailesini ce¬hennem azabından korumuş olur." demiştir. Maalesef ’küresel ahlâk’ anlayışı maddi menfaatimizi öncelediğinden büyük tehlikelere kendimizi ve çocuklarımızı sürüklemekteyiz. Hüsran, bu dünyada manevi buhranla bizi perişan ederken; Ahrette, Rabbimizin huzurunda, Yüce Mevlâ’mız bizler için, Kur’an’ında ve Rasûlü’nde güzel bir örnek ve yüce bir ahlâkî ortaya koymuşken, az bir menfaat için cüz’i bir bedele sattığımız güzellikleri nasıl izah edeceğiz.
Çocuklarımızın güzel ahlâka sahip olmaları için büyük maddi fedakârlıkla mesai harcamalı, Rabbimize dönerek; ’Yarabbi! Rızkı dilediğine ancak sen verirsin, Sen’den bizi ve çocuklarımızı Zât’ın ve Rasûlünün sevgisiyle rızıklandırmanı istiyorum, Onu Kur’an ahlâkıyla yetiştirme noktasında gayret göstereceğim, bize bu hususta samimiyet ver, güç ver.’ diyerek dualar etmeliyiz. Aksi halde içinde bulunduğumuz dünyada neden ’zaaf’ içindeyiz? Neden güçlü değiliz? Niçin Müslümanlar zulüm görüyor? Neden inkâr edenlere ’kahrolsun’ dediğimiz halde kahrolmuyor? Niçin anarşi ile uğraşmak zorunda kalıp zayıf düşüyoruz? gibi soruların arkası gelmez. Çünkü hakikatte biz güçlü olmayı, İslâm’a hizmet etmeyi, zalimlerin kahrolmasını istemiyoruz. Rabbimize de maalesef duamızın akabinde amellerimizle kendimizi yalanlayarak bunu beyan ediyoruz. Şöyle ki bu gün şikâyet ettiğimiz zalim güruh az bir menfaat için kendilerine gönderilen ilahi emirleri değiştiren ve çiğneyen, yine az bir dünyalık ve nefsi menfaat için peygamberlerini katleden kimselerdir. Bu maddeyi ve maddi menfaati yüce ahlâk ve faziletin önüne geçirip, semavi ahlâkı terk edenler, Rabbimizin yüce katından inen güzellikleri tahrip ederek yerine devşirdikleri nefislerinin hezeyanlarını din edinerek nesilden nesile aktarmışlardır. Kendilerini üstün millet olarak gören imtiyazlı olduklarını iddia edenler, dünyevi menfaatleri için her türlü zulmü mazur görmekte ve bunun için çocukları dahi katletmeyi meşru saymaktalar. Bu onlar için artık bir ahlâk olmuştur. İşte ’kahrolsun’ diyerek kardeşlerimizin katlinde galeyana gelmemiz hakikaten içimizdeki iman ve kardeşlik duygusundan gelmekte, fakat daha sonra unutmamız ve zulmün devamı ise, kendi kendimizi yalanlamamızdan kaynaklanmaktadır.
Bu gün dua ve niyazla Rabbimize yönelmemiz, maalesef hemen akabinde o peygamberlerine zulmedenlerin, Rablerini üçleyenlerin ahlâkıyla iç içe bir hayatın içine kendimizi ve çocuklarımızı atmamız, ’kahrolsun’ dediklerimize ’yaşasın sizin ahlâkınız’ diye söylercesine tüm hayatı menfaat eksenli bir yöne oturtmamıza engel olmamaktadır. Bu gün sokaklarda, televizyon ve internetle de evimizin için işlene gelen ahlâk ’yüce bir ahlâk’, ’Kur’an ahlâkı’, ve ’güzel ahlâk’ asla değildir. Bu ahlâk Rabbinin nimetlerine nankörlük edenlerin ahlâkıdır. Bu ’ahlâk-ı zemm’ ile bizim nesillerimiz de adım adım o ’kahrolsun’ dediğimiz kimseler gibi menfaatperest kimselere dönüşmektedir. Sık sık duyduğumuz ve artık alışageldiğimiz, ’bu işten kazancım ne? Benim menfaatim ne?’ sözleri hep maddi kazancı ifade etmektedir. Oysa ’Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.’ (Tevbe sûresi, 9/111) bizim için kazanç gerçek hayatı ve rızayı elde etmek olmalı, bu da güzel ahlâk için gece gündüz gayretle mümkün olacaktır.
Global bir köy olarak nitelendirilen dünya, ilahlarını üçleyenlerin ve üstün millet olduklarını iddia edenlerin ahlâklarını ’küresel ahlâk’ etiketiyle tüm dünyaya yaymaktadır. Bizler de bu ahlâka hızla, bilerek ya da bilmeyerek yönelmekte, imanla elde ettiğimiz güzellikleri bir bir heba etmekteyiz. Sokaklarda ve evimizde yükselen haramlara bakarak hep başkasındaki kötülüğü görüp ’ne olacak bu insanların hali?’ demek evimizdeki ve kalbimizdeki yangını görmemektir.
’Çocuğum çok iyi arabaya binsin, en iyi okulları kazansın, en ileri derecede imkân sahibi olsun anlayışıyla bütün dünyalığı çocuğunun hizmetine sunma gayretiyle ömür geçirip, İslâm dinine dair çocuklarına hiçbir şey öğretmeyenler çoğaldı. Dünyasını mamur edeyim derken, ebedi olan ahiret yurdunu unuttu. ’İnsanların hayırlısı insanlara en çok faydası dokunandır’ buyuruyor Peygamber Efendimiz. Çocuklarımıza yapacağımız en büyük iyilik, sadece üç günlük olan dünyasını değil, sonu olmayan âhiretini mesut edecek kalıcı bir iyilik yapmaktır ki, bunlar da iman, dinini öğreneceği ilim ve güzel ahlâktır. Bugünden itibaren, yavrularımızın İslâm’ın aydınlığında yetişmesi için her birimiz kendimizi yeniden gözden geçirelim. Nelere kıymet verip nelerden uzaklaşmamız gerektiğini muhasebe edelim ve eksiklerimizi inşallah vakit kaybetmeden ikmal edelim. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’i ve Rasûlullah Efendimizin Hadis ve Sünnetlerini dosdoğru anlayıp, kendileriyle bu dini teyit edeceği sâlih amel ve güzel ahlâk sahibi Rabbanî âlimlerin yetişmesini nasip etsin.’ (Özlenen Rehber Dergisi, 54. Sayı, Başyazı, Muzaffer Yalçın Hocaefendi.)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.