Özlenen Rehber Dergisi

89.Sayı

Allah (c.c) Yolunda Gayretkâr Olmak

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 89. Sayı

وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ

’Bizim uğrumuzda mücâhede edenler(e gelince), elbette biz onları yollarımıza hidâyet ederiz ve şüphesiz Allah elbette muhsinlerle beraberdir.’
(el-Ankebût, 29/69)

İslâm ibadetlerden ibaret bir din değildir!
İslâm’ın, namaz, oruç, hac vb. ibadetleri yerine getirmekten ibaret bir din olduğu ya da onun belirli kişilere, zaman ya da mekânlara munhasır olduğu düşüncesi son derece yanlıştır. Ne yazık ki bugün Müslümanların çoğunluğu böyle bir yanlış düşünce ekseninde ömür sermayelerini tüketiyor.
Mü’minin mükellefiyetleri, yalnızca ibadetlerle sınırlı değildir. Cenâb-ı Hak katında sual edileceği başka birçok vazifeleri vardır. Mü’min, kulluk gereği ibadetlerini eda ederken, diğer vazifelerini de ihmal etmemelidir. Bu vazifelerin en mühim ve şamillerinden birisi de Allah yolunda çalışmak, gayretkar olmaktır.
Ebu’l-Müsennâ’l-Abdî’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: es-Sedûsî’yi -(Beşîr) b. el-Hasâsiyye (r.a.)’ı kastediyor- şöyle derken işittim: Nebi (s.a.v.)’e (İslam üzere) biat etmek için geldim. -(Beşîr devamla) şöyle dedi- (Rasûlullah) bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahadet etmeyi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm haccı (üzere) haccetmemi, Ramazan ayı orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihat etmemi şart koştu. Bunun üzerine ben: ’Yâ Rasûlallah! İki şey var ki, Allah’a yemin olsun ben o ikisine güç yetiremem. (Onlar) cihat ve zekâttır. Zira (insanlar cihattan) kaçan kimsenin Allah’ın gazabına uğrayacağını söylüyorlar. Ben ise ona (yani cihada) katılırsam nefsimin korkuya kapılıp ölümü istemeyeceğinden korkuyorum. Zekâta gelince, bana ait yalnızca küçük bir koyun sürüsü ve on deve var. Onlar da ailemin maişet kaynağı ve binekleridir.’ dedim. (Ravi) şöyle dedi: ’Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.v.) (Beşîr’in) elini tuttu, sonra elini salladı, sonra da: ’Cihat yok, zekât yok, öyleyse cennete neyle gireceksin?’ buyurdu.’ (Beşîr devamla) şöyle dedi: ’Yâ Rasûlallah! Sana biat ediyorum.’ dedim ve -(Beşîr devamla) şöyle dedi- (koştuğu) bütün (şartlar) üzerine biat ettim. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.36, s.284, h.no:21952)
Efendimiz (s.a.v.), Allah yolunda çalışmanın faziletini ve onun, faydası kişinin şahsına munhasır olan nafile ibadetlerden çok daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine; bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve: ’Bana cihada denk olacak bir amel işaret et!’ dedi. (Rasûlullah): ’(Cihada denk olacak bir amel) bulamıyorum.’ buyurdu (ve devamla): ’Mücahit (sefere) çıktığı zaman sen mescidine girip de (o dönünceye kadar) hiç (gevşeyip) bırakmadan namaz kılmaya; iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?’ buyurdu. (Adam): ’Buna kim güç yetirebilir?’ dedi. (Ebû Hureyre) şöyle demiştir: ’Mücahidin atı, merada bağlandığı ipinin çevresinde şahlanarak ileri geri elbette koşar. (Atının bu koşması da mücahidin) lehine sevaplar olarak yazılır.’ (Buhârî, Cihâd, 1)
Allah yolunda gayret, kulluğun bir gereğidir. Onun için üst sınır konmamıştır. Dolayısıyla zaman, mekân ve halin vasfı ne olursa olsun kulda bulunması gerekir. Yaratan’a (c.c.) kulluk son nefese kadar devam ettiğine göre, Allah yolunda gayret de ölünceye kadar devam etmelidir. Rasûlullah (s.a.v.)’in irtihallerinden sonra dört bir yana yayılan sahâbeler bu hususta en güzel misaldir. Onlardan birçoğu aile ve memleketlerine geri dönememiş, Allah yolunda, cihat meydanlarında ruhlarını teslim etmişlerdir. Peygamberimizin Medine’ye hicretten sonra evine 7 ay misafir olduğu Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.), yaşı seksene ulaştığı halde Efendimiz (s.a.v.)’in müjdesine nail olabilmek amacıyla İstanbul’un fethi için hazırlanan orduya katılmış, savaş esnasında hastalanarak vefat etmiştir. O, ilerleyen yaşına rağmen savaş meydanında tüm askerlerin önünde savaşıyor, Rumların içine kadar ilerliyordu. Vefat ettiği takdirde, İslâm ordusunun düşman toprağında ilerlemesini, kendisini de beraberlerinde götürüp varacakları en son yerde defnetmelerini vasiyet etmiştir.
Cihat ne demektir?
Cihat savaş meydanlarında kâfirlerle savaşmaktan ibaret değildir. Cihadı savaş meydanlarına sıkıştırmak, onun dindeki yeri ve manasının kavranmadığını gösterir. Öyleyse cihat nedir? Cihat, ’Allah yolunda gayret’ demektir. Sözlükte çalışmak, gayret sarf etmek manasına gelir. İslâmî ıstılahta ise; kulların, Allah’ın dininin yücelmesi, muhafaza edilmesi ve yayılması için sırf O’nun rızasını kazanmak maksadıyla gösterdikleri her türlü gayretin adıdır.
Her iman sahibi, gücü ve kabiliyeti nisbetinde Allah’ın dininin izzet bulması, küfür ve fitnenin son bulması için çalışmak zorundadır. Âlim ilmiyle, zengin malıyla, kuvvetli ve sağlıklı olan bedeniyle Allah yolunda gayret etmelidir. Zira hadislerde beyan edildiği üzere Cenâb-ı Hak kullarına, kendilerine bahşettiği ilim, zenginlik, sağlık, gençlik vb. nimetleri nerede kullandıklarını soracaktır. Öyleyse kul, sahip olduğu imkânları Allah (c.c.) yolunda seferber etmelidir.
Efendimiz (s.a.v.), irtihal edinceye kadar Rabbinin yolunda geceyi gündüze katarak çalışmıştır. Bu sebeple O’nun her hali mü’minler için örnektir. O, savaş zamanı meydanda Ashâbının yanında savaşıyor, Hendek kazılırken bizzat çalışıyordu. Mescid-i Nebevî’nin inşasında ashâbıyla beraber kerpiç taşıyor ve: ’Bu yük, Hayber’in (hurma) yükü değildir. Ey Rabbimiz! Bu daha ha¬yırlı ve daha temizdir.’ diyordu. Toprak taşıyan bir kişi O’na rastladı da: ’Yâ Rasûlallah! Kerpicini bana ver, onu senin yerine ben taşıyayım!’ dedi. (Rasûlullah) ise: ’Git, bundan başka (bir kerpiç) al! Zira sen Allâh’a benden daha çok muhtaç değilsin!’ buyurdu. (İbnu’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl Fî Ehâdîsi’r-Rasûl, c.11, s.184, h.no:8716)
Abdullah (İbn-i Mes’ûd) (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; kendileri Bedir günü her üç kişi için bir deve düşecek bir durumdaydılar. Rasûlullah (s.a.v.)’in iki (binek) arkadaşı ise Ali ve Ebû Lübâbe idi. Nebi (s.a.v.)’in sırası gelince o ikisi: ’Sen bin, biz (senin yerine) yürürüz.’ dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) şöyle buyuruyor: ’Siz ikiniz benden daha kuvvetli değilsiniz. Ben de sevap (kazanmak)ta sizden daha müstağnî değilim.’ (İbn-i Hibbân, Sahîh, Kitâbu’s-Siyer, Bâb:13, s.818, h.no:4713)
Cennet’in en ala derecesinin sakini, Makâm-ı Mahmûd’un, şefâat-i uzmânın sahibi, âlemlere rahmet olan böyle yüce bir Peygamber Allah yolunda sevaptan müstağni değilse, hangi kul ’Allah yolunda çalışmak suretiyle ecir ve mükafat elde etmeye ihtiyacım yoktur’ diyebilir, ya da bu yönde hareket edebilir?! Öyleyse; ’Ben bu zamana kadar Allah yolunda şu kadar gayret ettim. Bizden tamam, sıra başkalarında! Bizden artık geçti, biraz da başkaları çalışsın’ demek, ancak nefisteki tembelliğin ve kalpteki hastalığın habercisidir.
* * *
Ankebût sûresinin özü
Ârifler; ’Bu âyet Ankebût sûresinin özüdür.’ demişler. Genel olarak sûreye bakıldığında bunun bir hakikat olduğu görülecektir. Zira Ankebût sûresi, ’iman ettik’ demekle mü’minlerin kendi hallerine bırakılmayacaklarını, mutlaka imtihana tabi tutulacaklarını, sıkıntılara düçar olacaklarını, dolayısıyla Allah’a karşı sorumluluklarının bulunduğunu ifade ederek başlar. Mücahededen asıl istifade edenin ancak kulun kendisi olduğunu, Cenâb-ı Hakk’ın kulun amellerinden müstağni olduğunu bildirerek devam eder. Mü’minlere ibret ve teselli için geçmiş ümmetlerden misaller verilir. Ve son olarak bu âyetle hitama erer.
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ’Bizim uğrumuzda mücâhede edenler(e gelince), elbette biz onları yollarımıza hidâyet ederiz’
Âyette kastolunan kimseler; Rasûlullah (s.a.v.), ashabı ve kıyamete kadar O’na tâbi olarak mücahede edenlerdir.
Âyette cihat kelimesi mutlak olarak gelmiştir. Bu nedenle, Allah’ın dininin yücelmesi, muhafaza edilmesi ve yayılması için sırf O’nun rızasını kazanmak maksadıyla gösterilen her türlü gayreti kapsamaktadır.
Âyetteki cihadın açıklaması hususunda;
Süddî ve diğerleri: ’Bu âyet, savaşın farz kılınmasından önce inmiştir.’ demişlerdir.
İbn-i Atiyye ise: ’Âyet, örfen bilinen cihaddan öncedir. Dolayısıyla buradaki cihad, Allah’ın dini ve O’nun rızasını talep hususunda umumi bir cihattır.’ demiştir.
Cihadın nevileri
Ebû Süleyman ed-Dârânî de şöyle demiştir: ’Âyetteki cihat, sadece kâfirle savaşmak değildir. O, dine yardım etmek, batıl ehline reddiye vermek, zalimlerin kökünü kazımaktır. Bunun en büyük şek¬li ise; iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir. Allah’a itaat uğrunda nefislerle mücahede etmek de bundandır. En büyük cihad da budur.’ (Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.16, s.390)
Kulun haramlara düşmemek ve Rabbinin itaatinde devamlı olmak için gösterdiği sabır ve gayret de cihattır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsiyle cihat edendir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.39, s.381, h.no:23958)
Âlimler âyet ve hadisler ışığında üç kısım cihat olduğunu söylemişlerdir:
1- Kâfirlerle savaşmak.
2- Şeytanla mücahede etmek
3- Nefisle mücahede etmek.

Asıl cihat!
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Mücahit, Allah için nefsiyle cihat edendir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.39, s.375, h.no:23951) ’Düşmanlarınızla cihat ettiğiniz gibi hevanızla da mücahede edin.’ (er-Râğıb el-Esfehânî, el-Müfredât Fî Ğarîbi’l-Kur’ân, s.101)
Kulun, nefsinin ıslahı için göstermiş olduğu mücahede ve gayreti cihadın en önemli nevini teşkil etmektedir. Câbir (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.) (çıktığı) bir gazasından döndü. Rasûlullah (s.a.v.) onlara (yani sahâbesine) şöyle buyurdu: ’Hayırlı bir (seferden) döndünüz. Küçük cihattan büyük cihada döndünüz.’ (Sahâbe): ’Yâ Rasûlallah! Büyük cihat da nedir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Kulun, hevâsıyla cihadıdır.’ buyurdu. (el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c.15, s.685)
Nefisle mücahede en büyük cihattır. Zira riya, kibir, ucup vb. kötü ahlâklarla birlikte yapılan can pazarında düşmana karşı savaş dahi olsa insana bir hayır getirmez. Diğer yönden, kâfirlerle savaş belirli bir zaman sonra son bulur. Ancak nefsin hevasına karşı cihat ölünceye kadar devam eder. Ali b. Ebî Tâlib (r.a.), nefisle cihadın önemine ve insanların bu husustaki zafiyetine işaret ederek şöyle demiştir: ’Dininizden kaybettiğiniz ilk şey; nefislerinizle mücahede etmektir.’ (İbn-i Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Kitâbu’r-Rikâk, Bâbu Men Câhede Nefsehû Fî Tâatillâh, c.10, s.210)
İhlâsın ehemmiyeti
Hangi çeşidi olursa olsun cihadın ’Allah yolunda olma’ vasfını kazanıp netice verebilmesi için, sırf Allah rızası için yapılmış olması gerekir. Âyette bu hususa ف۪ينَا kelimesiyle işaret edilmiştir. Manası; ’bizim uğrumuzda, bizim rızamızı arzulayarak’ demektir.
Felsefi düşünceler ya da batıl inançlara sahip, ağır riyazetlerle nefsiyle mücahede eden, birçok zevklerinden vazgeçen nice küfür ehli insanlar var ki, yaptıklarının Allah katında zerre kadar değeri yoktur. Çünkü onlar, imandan mahrum olmakla birlikte bu mücahedeleriyle Allah’ın rızasını kastetmiyor, şöhret, riya ya da kibir için yapıyorlar. Bu sebeple Allah’ın hidayet yolları kendilerine kapalıdır. Şayet Allah’ın rızasını kastetmiş olsalardı elbette ki Allah (c.c.) onlara hidayet yollarını gösterirdi.
İbn-i Abbas ve İbrahim b. Edhem şöyle demişlerdir: ’Âyet, bildikleriyle amel edenler hakkındadır.’ Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: Enes b. Mâlik (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre; Nebi (s.a.v.)şöyle buyurmuştur: ’Her kim bildiği ile amel ederse Allah onu bilmediği şeyin ilmine varis kılar.’ (Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.10, s.15)
لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ’elbette biz onları yollarımıza hidâyet ederiz’
Yani; biz onlara bize ulaşacakları yolları gösteririz. Hayır yollarındaki basiretlerini ve muvaffa¬kiyetlerini artırırız. Hak dine ve Cennet yoluna iletiriz. Sevap ve mükâfatımıza nail ederiz. Dünya ve âhirette saadet ve hayır yollarına muvaffak kılarız.
Kul, Rabbine yakın olup rızasını kazanmak hususunda samimi ve gayretkar olursa, Rabbi ona yakınlık yollarını açar, kolaylaştırır. Hadis-i Kudsî’de şöyle buyrulmuştur: ’O (yani kulum) bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yü¬rüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!’ (Buhârî, Tevhid, 15)
Dahhâk şöyle dedi: ’Âyetin manası: ’Hicret husunda mücâhede edenler(e gelince), elbette biz onları iman üzere sebat yollarına iletiriz.’ (şeklindedir.)’ Sonra şöy¬le dedi: ’Dünyada sünnetin misali, âhirette cennet gibidir. Âhirette cennete giren kurtulur. Aynı şekilde dünyada sünnete yapışan kurtulur.’ (Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.16, s.391)

İhsan ve neticesi
وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ ’ve şüphesiz Allah elbette muhsinlerle beraberdir.’
Muhsin; Rabbine itaat yolunu tutarak ihlâs ile en güzel bir şekilde mükellefiyetleri yerine getiren kimsedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ihsanı tarifinde olduğu üzere, görüyormuş gibi Allah’a kulluk yapandır. Her ne kadar o, Rabbi’ni göremiyor ise de, Rabbi onun her haline muttalidir.
Muhsin, ihsan üzere kulluk yapa yapa Rabbi, lütüf, ihsan, yardım ve hidâyetiyle her daim onun yanında olur.
Bu âyetin, لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌ ’İhsanda bulunanlar için güzellik ve bir ziyâdelik vardır’ (Yûnus, 10/26) âyetiyle mutabık düştüğü ve bir nevi birbirini açıkladığı da söylenmiştir. Buna göre;
muhsin yani ihsanda bulunan kimseler, Allah için O’nun yolunda mücâhede edenlerdir.
Bu kimseler için bir güzellik yani Allah’ın onları yollarına hidâyet etmesi vardır.
Buna ilaveten verilecek ziyade ihsan ise Allah’ın, yardım ve ihsanıyla her hallerinde o kullarıyla beraber olmasıdır.
* * *
Salih nesiller yetiştirmek
Kendimize; ’Allah için ne yaptım ya da ne yapıyorum’ sorusunu sık sık sormalıyız. Allah yolunda gayret için hal-i hazırda sahip olmadığımız imkânların elimize geçmesini beklemek şart değildir. Allah, bize imkân olarak ne bahşettiyse ondan sual edecektir. Elimizde olmayandan mesul değiliz.
Dinî eğitimin zayıfladığı günümüz ortamında en büyük cihat; dini muhafaza adına kız-erkek demeden çocuklarımıza imanı, salih ameli, güzel ahlakı aşılamaktır. Salih bir kul olarak yetiştirmektir. Çocuklarımızı kendimiz yetiştiremiyorsak, yetiştiren, öğreten mekânlara göndermeli, maddî-manevî bütün imkânları bu uğurda seferber ederek bu tür yerleri desteklemeliyiz. Bu uğurda rahatımızdan vazgeçebilmeliyiz. Fedakâr olmalı, bu dini muhafaza edecek sâlih insanların yetişmesine vesile olmalıyız. Çorbada benim de bir tuzum olsun, diyerek hiçbir yardımı küçük görmeden gayret etmeliyiz.
Rabbimizden; ömrümüzü bereketli kılmasını, kendi uğrunda gayretimizi artırmasını, yeryüzünde dininin muhafaza ve ikamesi için bizleri kullanmasını niyaz ediyoruz! Âmîn!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.