Dinimizde İtaat Mefhumu...
Özlenen Rehber Dergisi 73. Sayı
Yazımızda, itaat mefhumunun önemine, hayatımızdaki ve davranışlarımızdaki tezahürüne misallerle değinerek açıklamaya çalışacağız.İtâatin Kelime Manası (Terminoloji):Boyun eğme; mera geniş olduğundan davarların her yerinden otlamalarının kabil olması; ağacın meyvesi yetişip toplanmasının mümkün olması.Uyma, dinleme, alınan emre göre hareket etme anlamında bir terim. Arapça’da ’ta-va-a’ fiilinden türemiş bir mastar. İnkıyad ile eş anlamlıdır. Bunun karşıtı, adem-i itâat ki, itâatsizlik, serkeşlik ve muhalefet anlamına gelir. Önceleri karşı çıktığı kimseye, bilahare itaat edeceğini bildirmeye de ’arz-ı itâat’ denir. Bu manada, itaat edene mutî’, kendisine itaat olunana da mutâ’ denir.İtâat kelimesini aslında ittiba kelimesi ile bağdaştırıp iki kelimenin aynı manaya çıktığını göreceğiz. Şöyle ki, itâat, itâat olunana ittibayı gerektirir.Gerek itaat, gerekse adem-i itaat, insanların fıtratında bulunan ve birbirine zıt, fakat aynı derecede lüzumlu olan özelliklerdir. Bu özellikleri sayesindedir ki insanlar, bir otoriteye bağlanabiliyor, devlet kurabiliyor ve birlikte hareket edebiliyorlar.Toplu halde yaşayan insanların, ilişkilerinin sağlıklı yürüyebilmesi, huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri, bir takım düzenlemelerin varlığına bağlıdır. Söz konusu düzenlemeler olmadan, ne fertlerin ne de toplumların huzur ve güven içinde mutlu bir hayat sürmeleri kabil olabilir; ancak, mevcut otoriteye itâat edilmediği sürece, ister yazılı kanunlar şeklinde olsun, ister yaşayan örf ve âdetler tarzında olsun, bu düzenlemelerin hiçbir yararı olmaz. O halde itâat mutlaka gereklidir.İtaatin söz konusu olabilmesi için bir emrin, isteğin, telkinin ve tavsiyenin veya bir yasağın bulunması gerekir.Emir, telkin, tavsiye veya yasak olmadan bir insanı taklit etmek, ona uymak vb. davranışlar Kur’ân’da ittibâ’ kavramı ile ifade edilmiştir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, T.C. Diyanet Vakfı Yayınları, Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ, Ankara, 2005)Bir insanı yaşantımızda örnek almaya karar verdiğimiz zaman, o insana karşı kendimizde yakınlık ve muhabbet olduğunu hissederiz. Mütemadiyen o insanın hayat biçimine uygun hayat tarzı ile yaşantımızı biçimlendirmeye çalışırız. Onun gibi giyinmek, konuşmak, hayat tarzı, yaşam biçimi, kısacası onun hayat felsefesini uygulamak, ittiba eden insanın hayat çizgisi olmuştur artık. Günümüzde bu insanlar idol olarak nitelenmektedir. Hatta idol olma uğrunda muhtelif TV kanallarında geçmişte yarışma programları düzenlenmiş ve halen günümüzde benzer programlar yayınlanmakta. Yarışan adaylar tüm hünerlerini sergilerken kendilerine sorulduğunda “filan sanatçı benim hayatımda idolümdür” cevabı vermekte. Halbuki idol olarak nitelendirdikleri insanların mazisine vakıf olurlarsa belki de bu kadar değerli olmayabilecekler veyahut gözlerindeki değeri yitirecekler. İdol kelimesinin hakiki manasını ve mahiyetini kavrayamayan bu insanlar farkında olmadan sapkın yollara düşmektedirler.İnsanın, ruhsal yapısı itibari ile kusur ve hata yapmaya maruz olarak yaratılmış olması, onu sürekli mükemmel ve günah işlemekten uzak, melekvârî bir yol gösterici ve aydınlatıcı mahlûk arayışına götürmekte. Bu şekilde, dinî bilgiye sahip olmayan insanlarımız, sözde ilim adamlarına bir nevi kutsiyet kazandırmaktadır. Bu da bize Hıristiyanların düşmüş olduğu sapkın şirk inancına düşmeleri hikâyelerini anımsatmaktadır. Dinî ve manevî hayattan uzak tutulan bu insanların ve özellikle gençliğin, görsel ve işitsel medya aracılığıyla, adeta şeytanî tahşidat yayınları ile zihinleri doldurulmakta. Bu silsile-i zakkum yayınların şerrinden insanları korumak için ancak manevî ağırlıklı yayınlar yaparak istifadelerine sunabiliriz.Manevi yönden irdeleyecek olursak itaat, aslında insanın içinden şevk, arzu ve gönüllü bir eylem ve bunun davranışlarımızda tezahür etmesiyle vuku bulur.Yüce Rabbimiz; dalâlet, heva, nefis ve vesveselerden bizleri uzak tutmak için vahye dayanan kutsal Kitaplarla Elçi ve Peygamberler göndermiştir. Nitekim Allah’ü Teâlâ, İsrâ sûresinin 15. âyetinde şöyle buyurmakta: “Biz bir rasûl gönderinceye kadar azap ediciler olmadık.” Âyetten de anlaşıldığı gibi peygamberler ancak ümmetlerini kurtuluş ve felaha erdirmek ve tevhit inancını toplumda şirk ve tağutî düzenlerin yerine ikame etmeleri için gönderilmişlerdir. Öyleyse bizim hayatımızda önderimiz, Fahr-i Kâinat Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v.) olması gerekmekte. Rasûlullah Efendimizin ümmeti olarak Ona mutlak itaat etmemiz gerekmektedir. Nitekim Peygamberlik vasfı gereği günahtan masum oluşları, dinin tebliği hususunda verilen ilahî vazifeyi kusursuz biçimde yerine getirmelerinden ötürüdür. Allah’ü Teâlâ’ya itaat etmek takva ile olacağı için, O’nun haram kıldığı ve nehiy ettiği şeylerden ancak uzak durmak ile mümkündür. İtaate götüren en önemli yollardan birisi de Yaratan ile devamlı murakabe hâlinde olmaktır.Tasavvuf ve tarikat yolunun ana prensiplerinden olan murakabenin, mü’mine itaat yolunda en büyük tasavvufî âdâb olduğunu görüyoruz. Rabbimizi murakabe hâlinde bizi işittiğini, gördüğünü, ruhen ve bedenen bütün yaşantımıza sirâyet etmesini sağlamalıyız. Kalbi, mâsivalardan arındırmak için mürşidin gözetiminde nefis tezkiyesi mertebelerinde yükselmede azami gayret göstermeliyiz.Bir insanın itaatkâr kul olmasının aslı dört şeydir:Birincisi, uzun emelli olmamak.İkincisi, Cenâb-ı Hakk’ın va’dinden emin olmak.Üçüncüsü, Cenâb-ı Hakk’ın taksimine, verdiğine razı olmak.Dördüncüsü haram yememek.Kim bu dört şeyi yerine getirirse, bütün mücahedeleri yerine getirmiş olur. Nefsini itaat altına almış olur. (Ahmed Nâmıkî Câmî)Peki, Kimlere İtaat Edeceğiz?a) Allah’a İtaat: Kendisine itaat edilmesi gereken en büyük otorite, şüphesiz ki, tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. O’na itaat her itâattan önce gelir, O’nun buyruğu tüm buyruklardan üstündür. Kendisinden başkasına itaat, ancak O’nun izniyle ve müsaade ettiği ölçüde caizdir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulû’l-emre (buyruk sahiplerine) itaat ediniz. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûle götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de neticede daha iyidir.’ (Nisâ sûresi, 4/59)Başka bir âyet-i celilede, mirasla ilgili hükümler sayıldıktan sonra; “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve O’nun Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur.’ (Nisâ sûresi, 4/13) buyrulur.Görülüyor ki, itaatte öncelik; her şeyi yaratan ve dilediği gibi evirip çeviren, taat ve ibadette kendisine ortak kabul etmeyen, yegâne hüküm sahibi Allah’ındır. O’na itaat mecburidir. Müsaade ettiği ölçüler içinde başkasına itaat etmek de haddi zatında kendisine itaat etmektir. Çünkü gaye, O’nun dediğinin tahakkuk etmesidir.c) Peygamber (s.a.v.)’e İtaat: ’Kim Rasûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince... seni onların başına bekçi göndermedik.’ (Nisâ sûresi, 4/80) buyrulur.“Kim bana itaat ederse şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur. Her kim imam (devlet başkanı)a itaat ederse şüphesiz bana itaat etmiş olur. Eğer kim imama isyan ederse şüphesiz bana isyan etmiş olur.’ (İbn-i Mâce, Cihâd, 39) buyurmakla, Rabbin rızası gözetilerek başkalarına yapılan itaatin gerçekte Allah’a itaat manasına geldiğini ifade etmiştir.d) Ulû’l-Emre İtaat: Ulû’l-emre itaat, Allah’ın emri olmakla beraber, bunun bazı şartlara bağlı olduğunu, Kur’ân’dan (Nisâ sûresi, 4/59) ve bazı hadislerden öğreniyoruz. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.): “Eğer üzerinize Habeşî ve burnu kulağı kesik bir köle, emir tayin edilse, sizi Allah’ın Kitab’ı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz.’ (İbn-i Mâce, Cihad, 39; Buhârî, Ahkâm, 4) buyurur. Diğer bir hadiste ise şöyle denmektedir: “Müslüman kişinin, bir günah işlemekle emrolunması dışında, hoşlandığı veya hoşlanmadığı hususlarda Müslüman amirine itaat etmesi vaciptir. Bir günah işlemekle emrolunduğu zaman dinlemek ve itaat etmek yoktur.” (İbn-i Mâce, Cihad, 40)Şu hadisler de aynı şekilde, itaatin, Allah’ın rızasına uygun olmasını şart koşuyor:’Başınızdakilerden kim size Allah’a isyan etmeyi emrederse, sakın o hususta ona itaat etmeyiniz.’ (İbn-i Mâce, Cihad, 40)“Allah’a isyan olan hususta itaat yoktur. İtaat, ancak meşru olan şeydedir.” (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39-40)e) Ebeveyne İtaat: Allah’a itaat nevilerinden biri de, ana-babaya itaat etmek ve onlara iyi davranmaktır. Âyet-i celilede: “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ’öf’ bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve de ki: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onları esirge!” (İsrâ sûresi, 17/23-24) buyrulmuştur.Rasûlullah (s.a.v.) de: “Rabbin hoşnutluğu ana-babanın hoşnutluğuna bağlıdır. O’nun gazabı da ana-babanın gazabına bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) buyurmakla bu konuya dikkati çekmiştir.Buraya kadar geçen âyet ve hadislerden, Cenâb-ı Allah’a kayıtsız şartsız itaat etmenin farz olduğu, bunun gereği olarak; O’nun Rasûlüne, Müslüman olan ve İslâm ile hükmeden, İslâm’ın emrettiği yönetim biçimini yürüten ulû’l-emre ve ana-babaya da itaatin kaçınılmaz olduğu, Rabbin rızasına uygun olmayan hususlarda ise adem-i itaat (itaatsizlik) gerektiği açık bir şekilde anlaşılmıştır.Müslüman olan ulû’l-emrin, Allah’ın rızasına aykırı emirlerine itaat edilmeyeceğine göre, kâfir ve münafıklara asla itaat edilemez, peşlerinden gidilemez. Yüce Rabbimiz, bizleri, böyle bir hataya düşmekten şiddetle sakındırarak şöyle buyuruyor:“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirip kâfirler hâline getirirler.’ (Âl-i İmrân sûresi, 3/100);“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi eski dininize geri çevirirler. O takdirde büsbütün kaybedersiniz.’ (Âl-i İmrân sûresi, 3/149);“Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkin ederler. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz, siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.’ (En’am sûresi, 6/121)Hakk Teâlâ, kendisine itaat etmeyenlerin, âhiretteki vaziyetlerinden şöyle söz ediyor: ’Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün; ‘keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik’, derler.’ (Ahzab sûresi, 33/66)f) Hanımın Kocasına İtaati: Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivâyet edilen hadis-i şerifte, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şâyet kadın beş vakit namazını kılarsa, ramazan orucunu tutarsa, namusunu korursa ve kocasına itaat ederse Cennet kapılarının istediği kapısından girer.” (Sahîh İbn-i Hibbân, Nikâh, 8, h.no:4151)Hadisten de anlaşıldığı üzere kocasına itaat eden hanımı, Efendimiz (s.a.v.) cennet ile müjdelemiştir. Buna benzer ve aynı manayı ifade eden pek çok hadis mevcuttur.
cok güzel olmuş cok beğendim yazarı tebrik etmek istiyorum