Velâdet-i Nebiyyi Zişan...
Özlenen Rehber Dergisi 73. Sayı
Hasret ve Özlem GünleriHicretin 11. yılı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah (s.a.v.)’in kendi ifadesi ile Refik-i Â’la’ya doğru yolculuğa çıktığı tarihtir. Efendimizin (s.a.v.) vefatı öncesi son günleri ümmeti için çok önemlidir ve derinlemesine tahlil edilmelidir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) bu zaman zarfında sürekli Ashabına hassasiyetlerini, neye nasıl ve ne kadar önem verdiğini, ümmetine neleri tavsiye ettiğini bildiren pek çok nasihatlarda bulunmuştur. Efendimizin (s.a.v.), son günlerinde en fazla üzerinde durduğu husus neydi diye araştıracak olursak, bunların en başında sayacağımız şeyin namaz olduğunu görürüz. Namazın haricinde bir özlemini daha dile getirmiştir ki, bu cümleleri o zamana kadar hiç bir zaman sarfetmemişti. İsterseniz kısa bir yolculuğa çıkarak Rasûlullah (s.a.v.)’in o günlerini gözlerimizde canlandıralım ve ümmeti için müjde teşkil eden o sözler nelerdi, birlikte görelim.Bir gece vakti kalkmış, Cennetü’l-Baki’ye gitmiş, kabir sakinlerine selâm verip oturmuş, onlar için dua ve istiğfarda bulunmuştu. Ashabının kabirlerinin başında durduğu bir anda Rasûlullah (s.a.v.)’in gözleri dolu dolu olmuş ve sanki ötelerden bir şeyleri okuyormuş gibi dakikalarca mübarek gözlerini semaya çevirerek kalmıştı. Efendimiz (s.a.v.) bu alışılmışın dışındaki hareketlerini Ashabı dikkatle izlemiş, O’nun bu ruh hâlini anlamaya çalışmışlardı.Efendimiz (s.a.v.) bu halde iken birden bakışlarını Sahabe’ye çevirerek onlara demişti ki: ’Selâm kardeşlerime, onları görmeyi ne kadar da arzu ediyorum!” Kendilerini Rasûlullah (s.a.v.)’in kardeşleri olarak gören Sahabe Efendilerimiz, bu söz üzerine birbirlerine bakışmışlar ve büyük bir merakla: ’Ya Rasûlallah! Kardeşlerin bizler değil miyiz?’ diye sormuşlardı. Efendimiz (s.a.v.) de onlara: ’Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise; beni görmedikleri halde bana iman edenler, sesimi işitmedikleri halde çağrıma kulak verenler, benimle aynı zamanı yaşamamalarına rağmen bana tabi olanlardır. Ben onları Kevser havuzunun başında bekleyeceğim.’Bu sefer içlerinden biri demişti ki: ’Ya Rasûlallah! Onları görmediğiniz halde, kıyamet gününde nasıl tanıyacaksınız?’Ashab-ı Güzîn, Rasûlullah (s.a.v.)’in ümmetinden gelecek kardeşlerini nasıl tanıyacağını haklı olarak merak ediyorlardı. Öyle ya; Rasûlullah (s.a.v.)’in ümmeti kıyamete kadar varlıklarını devam ettirecekti ve Efendimiz (s.a.v.) de onların çoğunu göremeyecekti. Herkesin nefsî nefsî diye kendi derdine düştüğü mahşerin o dehşetli anında Rasûlullah (s.a.v.) Havz-ı Kevser’in başında ümmetine oradan su içirmek için bekleyecek ve onları tanıyacaktı. Sahabenin bu sorusuna Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap verir: ’Bir adamın alnı ak, ayakları sekili/ayaklarında parlaklık olan atları olsa ve bunlar koca bir at sürüsünün içerisine karışsa, adam kendi atlarını tanımaz mı?’ Ashab-ı Güzîn hep bir ağızdan: ’Evet, tanır’ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’İşte ben de ümmetimden olan kardeşlerimi namaz için aldıkları abdest izlerinden tanıyacağım.’ (Müslim, Taharet 39; Nesâî, Taharet 109)Düşünebiliyor musunuz; milyarlarca hatta daha fazla insan içerisinden, Efendimiz (s.a.v.): ’Ey Falanca! Sen gel’ diyerek bizden birini çağıracak, hiçbir gölgenin ve sahibin olmadığı o gün, Rasûlullah (s.a.v.) ümmetine bu şekilde sahip çıkacak.Efendimizin (s.a.v.), “kardeşlerim” diyerek iştiyak ve hasret çektiği bu bahtiyar kullar ümmetin fesada uğradığı bir dönemde geleceklerdir. Onlar kâmil bir imana sahip, fedakar, sadık, metin, İslâm için herşeyini ortaya koyabilen, bütün itilme-kakılma, horlanma ve kınamalara karşı yılmadan ve aldırmadan Rasûlullah (s.a.v.)’in ve Sahabesinin yolunda olabilen kimseler olması gerekir.Efendimiz (s.a.v.) büyük bir davayı temsil etmek ve kıyamete kadar gelecek insanlara Cennete giden yolda rehber olması için dünyaya gönderildi. Allah Teâlâ, O’na sahabe ve ümmet olacakları da, öyle bir davayı ilk omuzlayacaklar olmaları itibarıyla, bu işin altından kalkabilecek kıvam ve mahiyette, hususî olarak yaratmıştır. Evet, onlar hususî ve ısmarlama insanlardır. Ashab-ı Güzin yaşadıkları dönemde yüklendikleri mukaddes vazifeyi kendilerine has firasetle bi-hakkın yerine getirerek Rasûlullah (s.a.v.)’in arkadaşları oldular. Şimdi, aynı vazifeyi aynı şuurla yerine getirme vazifesi bugünün insanına yani bizlere düşmekte.Şimdi İslâm’ı Rasûlullah (s.a.v.) ve Sahabe efendilerimizin ahlâkı üzere yaşama, yaşatma ve tebliğ görevi Müslümanların omzundan kalktı mı? Elbette kalkmadı. Hatırlayacaksınız; Musab b. Umeyr, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne, Asım b. Sabit ve daha pek çok sahabe genç yaşlarında İslâm’ı öğretme ve tebliğ adına gözlerini kırpmadan ölüme gitmişlerdi. Onlar Rasûlullah (s.a.v.) sevdalısı gençlerdi. Gönüllerini O’nun gönlüne rabtettiler ve vuslata erdiler. Asr-ı Saadet’ten 14 asır sonra dünyaya gelmemize rağmen Efendimize (s.a.v.) son derece hasret çeken ümmetlerii varlıklarını hâlâ devam ettirmektedirler. O’nun ismini duyunca gönülleri hasretle yanıp tutuşan ve gözlerinden yaşlar döken bahtiyarlar vardır.Rabbim bizleri de “kardeşlerim” diye görmeyi arzuladığı ümmetleri arasında haşretsin.Ne mutlu bizlere ki, Rasûlullah (s.a.v.)’e sadakat ve bağlılığını binlerce insanın huzurunda itiraf ederek bu uğurda malını, mülkünü ve zamanı geldiğinde de O’nun yoluna canını veren Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) gibi dostlarının meclislerinde bulunmayı nasip etti. Zira Efendimiz (s.a.v.):“Benden sonra öyle kimseler gelecektir ki: ’Keşke Peygamberi görseydik de, bugün sahip olduğumuz mal, servet, çoluk çocuklarımız olmasaydı diye hasret çekecekler...” buyurarak o kulların hangi hasletlere sahip olacaklarını ne güzel de beyan etmiştir.
özlenen rehber dergisinin rasulullaha itaat hususunda ortaya koyduğu yayıncılık her türlü takdiri aciz bırakacak kadar güzel elh. muhammed masum hocamın da bu minvaldeki yazılarını dikkatle ve takdirle takip ediyoruz. Allah razı olsun
Allah razı olsun bu güzel yazı için. Ne mutlu Kainatın Efendisine layık Ümmet olabilene.