Özlenen Rehber Dergisi

81.Sayı

ABDÜLHÂLİK GUCDÜVÂNÎ (K.S.) (Silsile-i Fârûkiye)

Muhammed MASUM Özlenen Rehber Dergisi 81. Sayı

ABDÜLHÂLİK GUCDÜVÂNÎ (K.S.)
1. bölüm

Abdüllhâlik Gucdüvânî (k.s.) Nakşibendiyye Halidî kolunda dokuzuncu sırada yer almaktadır. Kendisi uzun boylu, beyaz tenli, güzel yüzlü olup, kaşları gür ve çatıktı. Göğsü enli ve genişti. Babası Abdülcemîl Efendi aslen Malatya’dan ve İmâm-ı Mâlik hazretlerinin neslinden olup âlim ve ârif zâttı. Kendisi hem zâhirî ve hem de bâtınî ilimlere vakıftı. Hâce Abdülhâlık hazretlerinin annesi ise sultan kızlarından olup, soylu ve asil bir sülâledendir.
Zaman zaman Hızır (a.s.) ile görüşüp sohbet etme şerefine nail olan Abdülcemil Efendi’ye bir gün: "Ey Abdülcemîl! Senin sâlih bir erkek evlâdın olacak. İsmini Abdülhâlik koyarsın" buyurdular.
Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Buhârâ’ya göçen Abdülcemil Efendi, Buhara yakınlarında Gucdüvân kasabasına yerleşti. Aradan uzun zaman geçmeden Hızır (a.s.)’ın kendisine söylediği gibi bir erkek evlâd sahibi oldu. İsmini Abdülhâlik koydu. Çocukluğunun tamamını Gucdüvân’da geçiren Abdülhâlik beş yaşına geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhârâ’ya gönderildi. Dönemin tanınmış âlimlerinden Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur’ân-ı Kerîm ve tefsîr dersleri almaya başladı.
O derslerin birisinde A’râf sûresinden; ’Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez’ meâlindeki âyet-i kerîmeye gelince Abdülhâlik hocasına:
’Efendim! Bu ’gizli’den murâd edilen nedir? Kalb ile yapılan zikrin aslı nedir? Eğer zikir ve dua; âşikâr ve sesli bir şekilde dil ile olursa riyâdan korkulur. Araya riyâ girerse, lâyık-ı vechile zikredilmemiş olur. Şayet kalb ile zikretsem; ’Şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır’ hâdis-i şerîfi gereğince, şeytan bu zikri duyar. Ne yapacağımı bilemiyorum, bu müşkülümü halletmenizi istirhâm ederim" diye halini üstadına arz etti.
Hâce Sadreddîn hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun kendisinin bile anlayamadığı böyle bir soru sormasına hayran kaldı ve cevap olarak: ’Evlâdım! Bu mesele, kalb ilimlerinin bir konusudur. Allah Teâlâ nasib ederse, sana bu ilimleri öğretebilecek bir üstâda kavuşturur. Kalb ile zikri ondan öğrenirsin, böylece bu müşkülün halledilmiş olur’ buyurdu.
Bir zaman sonra Hızır (a.s.) gelerek Abdülhâlik Gucdüvânî’ye Allah Teâlâ’yı gizli ve açık zikretmenin yollarını öğretti ve onu manevî evlatlığa kabul ederek; ’Kalbinden Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah kelime-i tayyibesini şöyle şöyle zikredersin!’ diye ’Nefy ü İspat’ tarîkıyla zikretmeyi ona talim etti. Buna da nefes hapsi ile, başı havuza daldırmak suretiyle kalpten ’Lâ ilâhe illallah’ kelime-i tayyibbeyi zikrederek başladı. Bu zikri kendisi için ders kabul etti ve bu hâl mânevî makamlarda yükselmesine sebep oldu.
Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri Nakşibendîliğin prensipleri diye bilinen on bir temel düstûr ortaya koymuştur. Bu düstûrların esası ise kalbe gelip onu meşgul eden her şeyi oradan çıkarıp atmak ve onu daima Allah Teâlâ ile meşgûl hale getirmektir.
O günlerde Yûsuf Hemedânî hazretleri de Buhârâ’ya gelmişti. Abdülhâlık Gucdüvânî bir süre onun hizmetinde bulundu. Bu hususu kendisi şöyle anlatmaktadır: ’On iki yaşında idim. Hızır (a.s.) bana Yûsuf Hemedânî hazretlerinden ilim öğrenmem tavsiyesinde bulundu. Bu sırada onun Buhârâ’ya geldiğini işiterek derhal yanına gittim. Onun vesilesiyle pek çok manevi güzelliklere vakıf oldum. Böylece Abdülhâlık Gucdüvânî hazretlerinin sohbetteki üstâdı Yûsuf-i Hemedânî, zikri tâlimdeki hocası da Hızır (a.s.) oldu.
Abdülhâlık Gucdüvânî hem Hızır (a.s.) hem de dönemin tanınmış âlimlerinden aldığı ilimlerle zamanının bir tanesi oldu. İnsanlar dünyanın dört bir yanından ondan istifade etmek için gelmeye başladılar.
Abdülhâlık Gucdüvânî hazretleri manevi hallerini genellikle insanlardan gizli kalmasına özen gösterirdi. Nefsinin isteklerine uymaz onun istemediği şeyleri yapmakta ise kendisini ağır imtihanlara tâbi tutar fakat hiç kimseye bir şey sezdirmezdi. Onun sohbet halkasında bulunanlar Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnet ve ahlaklarını yaşama hususunda pek çok güzelliklere şahit olmuşlardır. Ayrıca tasavvuf yolunun manevî hazlarına da kavuşma imkânı bulmuşlardır.
Abdülhâlık Gucdüvânî bir Aşûre günü talebelerine derste velîlik hallerini anlatıyordu. Müslüman kıyafetli bir genç içeri girip, talebelerin arasına oturdu. Bir müddet sohbeti dinledikten sonra söz isteyerek:
’Efendim! Rasûlullah (s.a.v.); ’Mü’minin firâsetinden korkunuz. Çünkü o, Allah’ın nûru ile bakar’ buyuruyor. ’Bu hadîs-i şerîfin sırrı nedir?’ diye sordu.
Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra: ’Öyleyse belindeki zünnârı (Hıristiyanların bellerine bağladıkları haç asılı parmak kalınlığındaki yuvarlak ip) kes de imana gel’ dedi. Onun bu sözleri meclisteki herkes üzerinde şok etkisi yaptı. Bunun üzerine genç telaşla; ’Hâşâ! Yemîn ederim bende böyle bir şey yok’ diye söylendi.
O zaman Abdülhâlik Gucdüvânî talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işaret etti. Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde düğüm düğüm zünnâr bağlı olduğu görüldü. Bu hâdise karşısında genç, çok mahcup oldu. Ne yapacağını şaşırdı. O anda kalbinde İslam’a karşı bir sevgi meydana geldi. Abdülhâlik Gucdüvânî hazretlerine kalben muhabbet duymaya başladı. Böylece, Allah Teâlâ’nın nûruyla bakmanın ne demek olduğunu anladı ve kelime-i şehâdet getirip müslüman olmakla şereflendi. O meclise devam eden sâdık talebelerden oldu.
Büyük mürşid bundan sonra etrafındakilere dönerek: ’Ey dostlar! Gelin biz de ahde vefa gösterelim, zünnârımızı keselim. İman edelim. Şöyle ki, bu genç maddî zünnârını kesti, biz de kalbe ait zünnârları keselim. Onların en başı da kibir ve gururdur. Bu genç, af dileyenlerden oldu; biz de affa kavuşanlardan olalım’ buyurdu. Abdülhâlik Gucdüvânî’nin bu nasihatleri talebelerinin gönüllerindeki yaralarına sunulan şifâ şerbetini içtiler, tevbelerini yenilediler.

Kaynakça
Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ; c.2, s.50
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.343
Nefehâtü’l-Üns; s. 377
Makâmât-ı Nakşibendiyye; s.22,43
Kâmûsü’l-A’lâm; c.4, s.3066
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.