Özlenen Rehber Dergisi

81.Sayı

İlahi Vaadin Tecellisi :feth-i Mübin

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 81. Sayı
Giriş:
Tarihi seyir göz önüne alındığında Hicret sonrası Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz ve müslümanların yaşadıkları olayların birçoğu, bir manada Mekke’nin Fethine zemin teşkil etmektedir. Hicret, Bedir’de müşriklerin hezimete uğrayışı, Uhud’da umduklarına erişememeleri, Hendek bozgunu ve Hudeybiye…
Bu yaşananlar içerisinde elbette her birisinin ayrı bir yeri var ama sonuçları itibariyle diğerlerinden biraz daha önem ve farklılık arz eden Hudeybiye antlaşması olsa gerek. Hudeybiye… Yapılan bir antlaşma… Zahiren bakıldığında aleyhte gibi görünen birçok madde… Ve sonuçta İslâm’ın bütün Arap yarımadasına hâkim oluşu… Ve belki de asıl önemlisi Mekke’nin Fethine açılan kapı…
Mekke’nin Fethi İslâm tarihi açısından; öncesi ve sonrası, cereyan eden olayları esnasında yaşanan hadiseleri ve sebep ve sonuçları itibariyle, çok önemli bir olaydır. Mekke’nin Fethi şirkin yerini Tevhidin aldığı, küfrün karanlığında bunalan Mekke’nin İslâm’ın meşalesi ile aydınlandığı, Hakk’ın, Rasûlüne vaat ettiği nusretin en muazzam şekli ile vuku bulduğu eşsiz ve emsalsiz bir hadisedir.
Bu muazzam hadiseyi günümüz açısından değerlendirmek gerekir ise; en başta şu söylenebilir ki; Miladi yılbaşı gecesi bizim için Mekke’nin Fethi’dir. Bu gece televizyon karşısında birilerinin Noel ya da krismislerini kutlamak yerine Mekke’nin Fethediliş yıldönümünü kutlamak bizim için hem gerekli ve hem de daha güzel olandır. Diğer bir asıl yön ise, fetihle murad edileni özümsemek, Kur’an’ı ve İlâhî vaatlerin tecellîgâhını iyi idrak etmek ve bu husustaki şuuru canlı tutmaktır.

Fethe Sebep Olan Hadise:
Alt yapısını birçok sebebin oluşturmasına rağmen esas itibariyle Fethe meydan verici en son neden, Benî Bekr kabilesi ile Huzaa Kabilesi arasında cereyan eden olaydır. Hudeybiye antlaşması esnasında Huzaa kabilesi müslümanların. Benî Bekr kabilesi de Müşriklerin yanında yer aldı. Antlaşmada müslümanların safında yer alan Huzaa kabilesi çok geçmeden İslâmiyeti bütün olarak kabul ettiler. (İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 242) Kureyş müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrlerin, öteden beri, Huzaalarla aralarında düşmanlık vardı. Benî Bekrlerle Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı bir tutum içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye antlaşmasına kadar oyaladı. (İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 31) Hudeybiye’de yapılan antlaşma gereği de istemeyerek de olsa anlaşmazlık ve kavgaya ara verdiler.
Huzâalarla Benî Bekr arasında en son ve Hudeybiye antlaşmasının ihlaline neden olacak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden (Benî Bekr kabilesinin bir kolu) Enes b. Züneym ed-Di’lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamber (s.a.v.) Efendimizi hicv ve tahkire cüret edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes’in başını yarmıştı. Benî Bekr kabilesi de Enes’in başının yarılmasını Huzâalardan öç almak için bahane ettiler. (Belâzurî, Ensâbu’l-Eşraf, c. 1, s. 353) Şaban ayının başında Benî Bekr kabilesinden Nüfase oğulları, Mekke’ye Kureyş müşriklerinin eşraflarının yanlarına gidip Huzaalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler. Onların isteğine karşılıkta Mekke’deki Hemen hemen bütün Kureyş müşrikleri bu işe olumlu bakıp Nüfase oğullarına yardım etmeye razı oldular. O esnada ticari seferde olan Ebu Süfyan’a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.
Kureyş müşrikleri, Nüfase ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler. Yaptıkları yardımı, Huzaalar yüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları içinde gizli gizli yap¬tılar. Huzaalar ise antlaşma halinin gereği olarak, herhangi bir topluluğun baskınına uğramak endişesin¬den uzak bulunuyorlardı. Öyle olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı. (Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783) Huzâalar, Mekke’nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun başında oturmakta idiler. Nevfel b. Muaviye ki; Benî Bekr kabilesinin başkanı ve kumandanı idi, Benî Bekr kabilesinden kendisine tâbi olanları da yanına alarak Vetir’de suları başında oturan Huzaalara geceleyin ani bir baskın yaptı. Baskın sırasında Huzaalardan birisini yakalayıp öldürdü. İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar. Kureyş müşrikleri de, Benî Bekr kabilesini silahlar, atlar, köleler ve su ihtiyaçlarını karşıla¬makla desteklediler. (İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 32) Hatta müşriklerden bazıları da: "Bizi şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı bilmez!" diyerek, (Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 233) geceleyin gizlice Benî Bekr kabilesinin yanında çarpışmaya katıldılar. (İbn Esir, c. 2, s. 239)
Ansızın vurgun yiyen Huzaalar Harem sınırlarına kadar kaçtılar. Harem sınırlarını aşıp, savaşın yasak olduğu bölgeye geldiklerinde Benî Bekr kabilesine Haremde savaşmanın haram olduğunu hatırlattılar ise de (Vâkıdî, a.g.e., c. 2, s. 783) Benî Bekr komutanı Nevfel bugün kendisini engelleyecek hiçbir güç ve sınırın olmadığını kendisinin sadece intikam düşündüğünü ifade ederek, çarpışmaya devam ettiler. (İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 32) Ta ki Huzaalar Mekke’ye girip, Büdeyl b. Verkâ ile köle Râfi’in evler¬ine sığınana kadar. (Beyhaki, Sünen, c. 9, s. 234)
Benî Bekr kabilesini Huzaalara karşı destekleyen müşrikler sabahın alaca karanlığında evlerine büyük bir iş başarmış olmanın gururuyla girdiler. Lakin bu sevinçleri uyandıkları ve Büdeyl b. Verka’nın evine sığınan yaklaşık yirmi kadar Huzaalının başları kesilerek feci bir şekilde öldürüldüğünü görmeleriyle korkuya dönüştü. (İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 34) Geceki yardımın gizli olduğunu ve Müslümanların bunu bilemeyeceğini düşündükleri için gayet rahat olan müşrikler, bu durum karşısında anlaşmayı bozmuş olduklarının Medine’deki müslümanlarca duyulacağını anlayınca telaşa kapıldılar.
Mekkeli müşriklerden oldukları halde hiçbir şeyden haberleri olmayan Haris b. Hişam’la Abdullah b. Ebi Rebia akşamki olanları duyar duymaz Süheyl b. Amr ve İkrime b. Ebu Cehil’in yanına giderek yaptıklarının antlaşma şartlarına aykırı olduğunu söylediler ve Şam’dan yeni gelmiş olan Ebu Süfyan’a gittiler. Durumu öğrenen Ebu Süfyan olanların kendilerinin isteği ve bilgisi dâhilinde olmadığını söylemek ve antlaşmanın devam etmesini sağlayabilmek için Medine’ye yola çıkma hazırlıklarına başladı. (Vâkıdî, a.g.e., c. 2, s. 785.)
Olayın Peygamber (s.a.v.) Efendimize Bildirilmesi:
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Meymune (r.anhâ) annemizin evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest aldığı sırada, üç kere: "Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine ica¬bet ediyorum!)" Üç kere de: "Nusirte! Nusirte! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti!)" buyurdu. Hz. Meymune (r.anhâ): "Ey Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)! Sen sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; "Şu Ka’b oğullarının şiir okuyucusu, feryat ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşlilerin Benî Bekr kabilesine yardım ettiklerini söylüyor!" buyurdu.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe (r.anhâ) annemize de; "Huzaalarda bir hadise çıktı!" buyurmuşlar, Hz. Âişe (r.anhâ) validemizde "Ya Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşliler, seninle aralarındaki muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin?" diye sormuş ve Peygamber (s.a.v.) Efendimizde "Onlar, Allah’ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!" buyurmuşlardı. Bunun nihayetinde de Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz: "Ya Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır?" diye sormuş. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de "Hayırlıdır!" buyurmuşlardı. (Vâkıdî, a.g.e., c.2, s. 784, 785.)
Hadiseden üç gün sonra Efendimiz (s.a.v.) ashaba sabah namazını kıldırmış, sırtı ashaba dönük bir vaziyette otururlarken, Amr b. Salim el Huzai yanında yaklaşık kırk kadar Huzaalı ile başlarına gelenleri haber vermek ve yardımlarını talep etmek için Efendimiz (s.a.v.)’in huzurunda durdu. (İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 36) Gerek gelen Huzaalıların lideri Amr b. Salim ve gerekse de Hassan b. Sabit hadiseyi anlatan etkili şiirler okudular. (Vâkıdî, a.g.e., c.2, s. 786) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Amr b. Salim’in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de: "Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka’blara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyeyim! (İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübra, c. 2, s. 134) Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum şeylerle, bun¬ları da koruyacağım. (Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374) Huzâalar bendendir, ben de Huzaalardanım! Ey Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!" buyurdu. (Halebî, İnsânu’l-Uyün, c. 3, s. 5.)
Olayı Öğrenen Efendimiz (s.a.v.)’in Yaptıkları:
Yaşanan bu olaylardan sonra Efendimiz (s.a.v.) Mekke’ye ya Benî Bekr ile ittifakı bozmaları, eğer bozmazlar ise öldürülenlerin diyetini ödemeleri gerektiğini, değilse kendileriyle savaşacağını bildiren bir mektup gönderdi. (İbn Hacer, Metâlibu’l-âliye, c. 4, s. 243) Mektubu ellerine alan müşrikler ittifakı bozmayacaklarını çünkü Nüfase oğulları kadar Kâbe’ye ve putlarına tazim eden, kendilerine hürmet gösteren başka bir kavim olmadıklarını, bütün bunların yanında diyeti de ödemeyeceklerini Efendimiz (s.a.v.)’in elçisine bildirdiler. Gelen iki seçeneği de seçmeyen müşrikler üçüncünün başlarına gelmesini istemedikleri içinde Ebu Süfyan’ı Medine’ye gönderme kararı aldılar. (M. Asım Köksal, a.g.e., 6/316-317)
Ebu Süfyan’ın Mekkelileri Korktuklarından Beri Kılma Çabaları:
Gerek Hudeybiye’de ve gerekse de Huzaalara karşı yapılan saldırılarda yer almayan Ebu Süfyan hem bu durumunu, hem Efendimiz (s.a.v.) ve birçok ileri gelen sahabe ile olan akrabalığını ve hem de Mekke’deki nüfuzunu kullanarak olayları yatıştırabileceğini ve iki taraf arasında sulh edici olabileceğini düşünerek Medine’ye doğru yola çıktı. Ebu Süfyan Medine’ye geldiğinde kızı Ümmü Habibe (r.a.)’nin evine girdi. Ümmü Habibe (r.anhâ), Peygamber (s.a.v.) Efendimizin zevcesi idi. Eve girer girmez Ebu Süfyan Peygamber (s.a.v.)’in döşeğine oturmak isteyince, Ümmü Habibe (r.a.) döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı. Ebu Süfyan: "Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten esirgedin; anlaya¬madım!" dedi. Ümmü Habibe (r.a.); "Hayır! Bu, Rasûlullah (s.a.v.) döşeğidir. Müşrik onun üzerine oturamaz. Sen müşriksin, bunun için seni onun döşeğine oturtmak istemedim!" dedi. Ebu Süfyan yaşadığı bu hadise neticesinde hışım ile evden dışarı çıktı. (İbn Kayyım, Zâdu’l-Mead, c. 2, s. 179.) Ebu Süfyan Efendimiz (s.a.v.) ile görüşmek için mescide geldi. Ümmü Habibe (r.anhâ) ile aralarında geçen hadiseyi olduğu gibi Efendimize anlattı. (M. Asım Köksal, a.g.e., 6/316-317) Daha sonra Hudeybiye’de yapılan antlaşmaya sadık kalınması hususundaki dileğini Efendimiz (s.a.v.)’e ileten Ebu Süfyan, Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Biz antlaşmayı bozacak bir iş yapmadık, verdiğimiz ahd üzereyiz. Yoksa siz antlaşmayı bozacak bir şey mi yaptınız?’ cevabını aldı. (Zührî, Megâzî, s. 87) Yinede Antlaşma müddetinin uzatılması dileğini yinelemesine rağmen Efendimiz (s.a.v.)’den bu hususta bir karşılık bulamadı. (İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 38)
Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimizden umduğu yanıtı alamayan Ebu Süfyan, sırasıyla Hz. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (k.v.), Ensarın büyüklerinde Hz. Sa’d b. Ubade (r.a.) efendilerimiz ve Hz. Fatıma (r.anhâ) annemizle görüşüp, onların Hudeybiye antlaşmasının müddetinin uzatılması hususunda Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizle arasında arabuluculuk yapmalarını, kendisine bu hususta şefaatçi olmalarını istedi. Ama hiç birisinden beklediği yardımı göremedi. Bütün çabalarının sonuçsuz kaldığını gören Ebu Süfyan, devesine binerek tekrardan Mekke’nin yolunu tuttu. Mekke’ye vardığından başından geçenleri olduğu gibi Mekke müşriklerine anlattı. (Taberî, a.g.e., c. 3, s. 113)
Fetih İçin Hazırlıkların Başlaması:
Ebu Süfyan Mekke’ye gider gitmez, Efendimiz (s.a.v.) Hz. Âişe (r.anhâ) annemize sefer hazırlığı yapmasını ve bunu herkesten gizli tutmasını emretti. (Ebu Yusuf, a.g.e., s. 212) Hz. Âişe (r.anhâ) hazırlıklarla meşgul iken Hz. Ebû Bekir (r.a.) bu duruma vakıf oldu. Efendimiz (s.a.v.)’in yanına giden Hz. Ebû Bekir (r.a.) nereye sefer edeceklerini sordu. Efendimiz (s.a.v.)’in Mekke üzerine sefer hazırlığının yapılmasını istediğini duyunca, ’Hudeybiye’de yapılan antlaşma ne olacak’ diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) de ’Mekkelilerin Huzaalara yaptıklarını duymadın mı Ya Ebû Bekir, antlaşmayı onlar bozdu’ karşılığını verdi. (Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234) Ashab-ı Kiram önceleri nereye sefer edeceklerini net olarak bilmiyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) başlangıçta sefer edilecek yeri gizli tutmayı uygun görmüşlerdi. Daha sonra kendilerine Mekke üzerine sefer edileceği bildirildi. Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz Mekke üzerine çıkacağı seferden bir mektup ya da haberci tarafından Mekkelilere ulaştırılmasını istemediği için, Mekke’ye giden tüm yol ve geçitlere bekçiler koydu. Hz. Ömer (r.a.)’i de bekçilere denetlemeci olarak tayin etti. (İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 134.)
Büyük Ordunun Medine’de Toplanması;
Arap yarım adasının diğer bölgelerindeki Müslüman kabilelere elçiler gönderilip, Efendimiz (s.a.v.)’in ’Ramazan ayında Medine’de olun’ emri iletildi. Kısa sürede Medine’de 10.000 Sahabe-i Kiram sefer için toplandı. (Buharî, Sahih, c. 5, s. 90.) İbn Hacer Fethu’l Barî isimli eserinde ordunun 10.000 kişiye ilaveten 2.000 kişinin de yolda katılmasıyla toplam 12.000 kişi olduğunu kayd altına almıştır. Efendimiz (s.a.v.) yerine İmamlıkta Abdullah b. Ümmi Mektum (r.a.), idari işlerde de Ebu Rühm Külsûm b. Husayn’ı vekil bıraktı. (M. Asım Köksal, a.g.e., 6/330-336) Ebu İnabe kuyusun yanında toplanıldı ve ordugâh kuruldu. Ensar ile Muhacir’den sefere katılmayan yoktu. Muhacirler üç yüzü atlı yedi yüz, Ensar ise beş yüzü atlı dört bin kişi idi. (Vâkıdî, a.g.e., c. 2, s. 800)
Efendimiz (s.a.v.) Önderliğindeki Ordunun Mekke’ye Doğru Yola Çıkması:
Hicri sekizinci yıl, Ramazan ayında Efendimiz (s.a.v.) ve Ashab-ı Kiram oruçlu oldukları halde Mekke üzerine yola çıktılar. Efendimiz (s.a.v.) Zübeyir b. Avam (r.a.)’ı 200 kişilik bir müfreze ile öncü kuvvet olarak ileri gönderdi. (İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 135) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve Ashab oruçlu oldukları halde Kudeyd denilen mevkie geldiler. Efendimiz (s.a.v.) ikindi namazını kıldıktan sonra, herkesin göreceği şekilde bir bardak su ya da süt içerek orucunu açtı. Ashapta Efendimiz (s.a.v.)’le birlikte oruçlarını açtılar. Efendimiz (s.a.v.)’in önderliğindeki İslâm ordusu yatsı vaktinde Merru’z-Zahran denilen yerde konakladı. Orada Mekke eşrafından Attâb b. Esîd, Cübeyr b. Mut’im, Hakîm b. Hizam, Süheyl b. Amr müslüman olmak istediklerini ilettiler. Onların İslâm’ı seçmelerinden sonra Efendimiz (s.a.v.) 100.000 kişilik orduya Mekke’nin yamaçlarına ayrı yerlerde ateş yakmalarını emretti. (M. Asım Köksal, a.g.e., 6/358 ) Ordu Merru’z-zahran mevkiinde konaklamaya devam ederken Mekkeliler Ebu Süfyan b. Harb ile Hâkim b. Hizam’ı haberci ve teftişçi olarak Müslümanların bulundukları yere gönderdiler. Ebu Süfyan ve Hâkim orada gördüklerinin de etkisiyle İslâm’ı kabul edip müslüman oldu. Efendimiz (s.a.v.) de Ebu Süfyan’ın evine sığınanların emanda olduğunu buyurarak, onun gönlünü mesrur eyledi. (Zührî, Megâzî, s. 89)
Müşriklerden Bazılarının Silahlı Birlikler Oluşturmaları:
İslâm ordusu Zî Tuva mevkiine gelince duraklayıp, Efendimiz (s.a.v.) etrafını çevrelediler. Durumdan haberdar olan müşriklerde başta Salvan b. Ümeyye ve İkrime b. Ebu Cehil olmak üzere halktan da bazıları silahlanıp, Müslümanları Mekke’ye sokmayacakları üzere birlik oluşturup, Hamdeme denilen yerde siper aldılar. (Taberî, Târih, c. 3, s. 118 )
Efendimiz (s.a.v)’in Orduyu Düzene Koymaları:
Bu durumu haber alan Efendimiz (s.a.v.) orduyu savaş düzenine koydu. Dört kola ayrılan İslâm ordusunun sağ kol komutanlığına Zübeyir b. Avam (r.a.) getirildi ve kendisine Mekke’ye Kuda mevkiinden girmesi emredildi. Sol kol kumandanlığına görevlendirilen Halid b. Velid (r.a.)’e ise Mekke’ye Ellit’ten girmesi, sancağı da evlere yakın bir yere dikmesi emretti. Bunların yanında Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.) zırhlılara komutan oldu. Görev yeri olarak da Mekke vadisinin ortasını tutmaları emredildi. (İbn Sa’d, a.g.e., c.2, s. 136)
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz orduya Mekke’ye girme emrini verdikleri sırada kendileriyle çarpışılmadığı müddetçe kimseyle çarpışmamalarını emretti. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) Mekke’yi kan dökmeden almak istiyordu. (İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 247)
Kan dökülmesini istememesine rağmen Efendimiz Ashabına aralarında İkrime b. Ebu Cehil, Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh, Huveyris b. Nükayz, Hind binti Utbe b. Rebia, Safvan b. Ümeyye, Vahşî b. Harb ve Haris b. Tulaytıla gibi azılı İslâm düşmanlarının da bulunduğu yaklaşık on beş kadar kişiyi Kâbe’nin örtüsüne sığınmış olduklarını dahi görseler öldürülmelerini emretti. Efendimiz (s.a.v.) kan dökülmesini istemediğinden yeni müslüman olmuş ama bunun yanında Mekke’de büyük nüfuz sahibi olan Ebu Süfyan’ı Mekkelileri uyarması için görevlendirdi. (Taberî, Tarih c. 3, s. 117) Hz. Abbas (r.a.) da Mekkelileri uyarmak için Efendimizden müsaade alıp önden Mekke’ye girdi. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 6, s. 171)
İslâm Ordusunun Bölük Bölük Mekke’ye Girmesi:
Efendimiz (s.a.v.) emrettiği üzere Zübeyir b. Avam (r.a.) süvarileriyle beraber Hacun’a kadar ilerledi. Karşılarında engel olmadığı için çarpışmadan sancağı emredildikleri yere diktiler. Ama diğer süvari birliği olan Halid b. Velid (r.a.) Zübeyir b. Avam (r.a.) kadar rahat ilerleyemedi. Salvan b. Ümeyye ve İkrime b. Ebu Cehil oluşturduğu kuvvet Halid b. Velid (r.a.) komutasındaki birlikle çarpışmaya başladı. Kısa sürede bozguna uğrayan müşrik kuvvetler arkalarında yaklaşık yirmi beş kadar ceset bırakarak kaçtılar. (Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 5, s. 44)
Cihan Sultanı (s.a.v.)’nın Mekke’ye Girmesi:
Peygamber (s.a.v.) Hicretin 8. yılında Ramazan ayının on üçüncü ve Cuma günü, başına Sarığının bir ucunu, iki omzunun arasından sırtına sarkıttığı siyah bir sarık sardı. Zî Tuva mevkiinden hareket edip Ezahir yolundan Mekke’nin üst tarafına doğru ilerledi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin o gün beyaz sancağı taşınıyordu. Devesinin üzerinde tevazulu bir şekilde Mekke’ye girerken Fetih Suresini yüksek sesle okuyordu. Mekke Feth olunduktan sonra Efendimiz (s.a.v.) Kâbe’ye ve Ebu Süfyan’ın evine sığınanların, elindeki silahı bırakanların ve kendi evine girip, kapısını kapatanların emanda olduklarını Mekke sokaklarında ilan ettirdi. (Vâkıdî, a.g.e., c. 2, s. 839)
Daha sonra Efendimiz (s.a.v.) Usame b. Zeyd (r.a.)’i devenin terkesine alarak, Hz. Ebû Bekir (r.a.) da yularından tutar halde Kâbe’ye geldiler. Kendisi devenin üzerinde olduğu halde tavaf yaptılar. Ardından Makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kılıp, zemzem kuyusuna yöneldi. Hz. Abbas (r.a.)’ın çektiği kovadan zemzem içti. (Umdetu’l-Kari, c. 9, s. 276) Mescid-i Haram’da bir köşeye oturan Efendimiz (s.a.v.) Bilal-i Habeşi (r.a.)’yi Kâbe’nin anahtarının taşıyıcısı ve muhafızı olan Osman b. Talha’ya gönderdi. Anahtarların gelmesiyle Kâbe’nin içerisine giren Peygamber (s.a.v.) Efendimiz içerideki üç yüz atmış adet putu ’Hak geldi, Batıl zail oldu’ ayetini okuyarak asasıyla yere yıktı. (Buharî, Sahih, c. 5, s. 92) Öğle vakti olmuştu. Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilal-i Habeşi’ye (r.a.) Kâbe’nin damına çıkıp Ezan okumasını emretti. Hz. Bilal (r.a.) de olanca kuvvetiyle bir zamanların şirk ocağı olan Mekke’yi adeta inletircesine Ezan-ı Muhammediye’yi okudu. (Vâkıdî, a.g.e., c. 2, s. 846) Namazın bitiminde Kâbe’nin etrafındaki bütün putların toplanmasını, yakılacakların yakılıp, yıkılacakların yıkılmasını ashaba emretti. (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 121)
Muzaffer Kumandan’ın Sirke ile Ekmek Kırıntıları Yemesi:
Putların yakım ve yıkımı esnasında Efendimiz (s.a.v.)’in saçı sakalı toz içinde kalmıştı. Amcası Ebu Talib’in kızı Ümmü Hanî’nin (r.anhâ) evinde, Hz. Fatıma (r.anhâ) annemizin getirdiği örtüyü siper yaparak yıkandı. Sonrasında sekiz rekât Fetih namazı kıldı. Ev sahibesi Ümmü Hanî (r.anhâ)’ya yiyecek bir şeyler var mı diye ordu. Muzaffer bir komutan olarak girdiği, sıradan bir evde, ekmek kırıntıları ile sirke yedi. Sirke bulunan evin fakir olmadığını ve sirkenin ne güzel katık olduğunu Ümmü Hanî (r.anhâ)’nin evinde ifade buyurduktan sonra evden çıktı. (Taberanî, Mu’cemu’s-Sağîr, c. 2, s. 67, 68)
Tekrardan Kâbe’ye gelen Allah Rasûlü (s.a.v.) İslâm’ın inanç esaslarını, Mekke ve Kâbe’nin haramlığını ifade eden veciz bir hutbe okudu. (M. Asım Köksal, a.g.e., 6/424-427.) Safa tepesinden Mekkelilerden Allah’a ve Rasûlüne itaat konusunda biat aldı. (İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252)
Başlangıçta da ifade ettiğimiz gibi Mekke’nin Fethi İslâm Tarihi açısından son derece mühim bir hadisedir. Başta Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere bütün Sahabe-i Kiram’ın evlerini, bütün mallarını geride bırakarak terk ettikleri Mekke’ye Muzaffer aynı zamanda da mütevazı bir ordu olarak girmeleri, onlardan başka kimselerin yapamayacağı kadar büyük ve emsalsiz bir olaydır.
Mekke’nin Fethi yıldönümü her gelişinde, Kumandanlar Kumandanı Efendimiz (s.a.v.) ve şanlı mücadelesinin hatıraları, bütün ecsamımızı saran bir aşka dönüşür. Öyle bir fâtih (s.a.v.) ki: ’Ey Kureyş topluluğu, hakkınızda ne hüküm vereceğimi düşünüyorsunuz?’ diye sorar. ’Hayır ve iyilik ümit ediyoruz. Kerem sahibi sensin. Güç ve kuvvet sahibi de sensin. Şu anda emir de sendedir. Sen asil bir kardeş ve âlicenap bir yeğensin." dediler de Efendimiz (a.s.), ’Bugün siz hesaba çekilecek değilsiniz, hepinizi affettim. Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi "Artık bugün size bir kınama yok"... (Yûsuf sûresi, 94) derim… Hepiniz serbestsiniz…’ diye ferman buyurur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şefkat dolu kalbin sahibidir. Öyle ki vahyin beşiği Mekke’ye, boynu büyük, inci sakallarını nemlendiren gözleri yaşlı ve hamd ederek vakarla giren Sevgililer Sevgilisine kalp nasıl müştak olmaz. Mahşerde naçar mücrimler ondan nasıl ümitlenmez...
Evet, Beytullah, Harem-i Şerif ebediyen şirkten Efendimiz (s.a.v.)’in fethiyle nasıl temizlendi ve tevhid hâkim olduysa, bugün her müslümanın fetihten çıkaracağı sonuçların en önemlilerinden biri de, kalbini şirk ve sair kirlerden arındırmak, gönüller fatihi Peygamber Efendimize kalp şehrinin kapılarını ardına dek açmak değil midir? Zaten ona müştak bir kalbin sahibi iyice bilir ki, gönüller Âşıklar Serdârı Efendimiz’in muhabbetiyle temiz olur, Efendimiz de ancak temiz kalplere misafir olur…
Salât ve selâmların en ekmeli Efendimiz’e, âline, ashâbına, etbâına ve âşıklarına olsun.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • Erol ŞEN

    bir fetih ancak bu kadar güzel anlatılır, sanki o günleri yaşamış gibi ....Allah razı olsun çok güzel istifade ettik..

1 kişi yorum yazdı.