Özlenen Rehber Dergisi

81.Sayı

Kulluğun Özü Dua, Duanın Özü Tazarru ve İhlâs

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 81. Sayı

KULLUĞUN ÖZÜ DUA,
DUANIN ÖZÜ TAZARRU VE İHLÂS


اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
’Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Şüphe yok ki, o haddi aşanları sevmez.’
(el-A’râf, 7/55)
Kulluğun nişanesi olan bir ameli yerine getirirken, manasını, şartlarını, edeplerini ve ondan meydana gelmesi arzu edilen maksadı idrak etmek ve ona ulaşmaya çalışmak gerekir. Mana ve maksattan uzak bir amel ile Rabbimizin rızasına nail olmak mümkün değildir.
Dua, Rabbimizin emri olan bir ibadettir. Hatta Efendimizin beyanı üzere: ’Allah Teâlâ katında duadan daha şerefli hiçbir ibadet yoktur.’ (Tirmizî, Deavât, 1)
Her hususta olması gerektiği gibi; ’Rabbimizin, dua ederken bizde görmek istediği hal nedir?’ sorusuna cevap için âyet ve hadislere müracaat etmeliyiz. Sadedinde olduğumuz A’râf suresinin 55. âyeti, önce ve sonrasındaki âyetlerle beraber düşünüldüğünde bu hali anlatan âyetlerden birisidir.
Cenâb-ı Hak, gökleri ve yeri altı günde yaratıp Arş üzerine istiva ettiğini, geceyi, gündüze katıp güneşi, ayı ve yıldızları emrine musahhar kıldığını, yaratma ve emretmeye sahip âlemlerin Rabbi olduğunu açıklayarak kudret, hikmet ve rahmetinin yüceliğini ifade ettikten sonra bu yücelik karşısında kula yakışan amelden bahsetmiş, kullarının dua ve niyazla meşgul olmasını emretmiştir.
Duanın aslı; marifet!
Duanın aslı marifettir. Yani kulun, zilletini, Rabbinin ise izzet sahibi oluşunu bilmesidir. Kulluğa ait bütün hal ve işlerde en yüksek maksat bu anlayışa sahip olmaktır. Burayı iyi anladığımız zaman Efendimiz (s.a.v.)’in, niçin duayı; ’ibadetlerin özü, iliği hatta kendisi’ olarak vasfettiğini idrak edebiliriz.
Duanın bu manayı taşıması şu şekilde açıklanmıştır: Bir kul duaya, ancak; istediği şeye muhtaç ve onu elde etmekten aciz olduğunu; Rabbinin onun duasını işitip ihtiyacından haberdar olduğunu, o ihtiyacı gidermeye kadir olduğunu ve sonsuz rahmet sahibi olduğunu bildiği zaman yönelir. Yoksa kul, kendisinin noksanlığına ve acizliğine, Rabbinin ise her yönden mükemmel, her noksanlıktan münezzeh olduğuna inanmadığı sürece yalvarıp yakarmaya yönelmez. İşte bir kul dua ettiği zaman, bu manayı idrak etmiş, dolayısıyla kulluğu yaşıyor demektir.
اُدْعُوا رَبَّكُمْ ’Ud’û’ kelimesi; isteyin, dua ve niyaz edin manasınadır.
’Rab’ kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olup ’murabbî/terbiye’ eden manasına gelmektedir. İsm-i A’zam olduğuna dair rivayetler vardır. Terbiye, bir şeyi kademe kademe kemal derecesine ulaştırmaktır. Allah (c.c.), âlemlerin rabbidir. Yarattıklarını, zahir-batın her yönleriyle gözetir, terbiye eder.
تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً Duanın şartları:
’Tedarru’ kelimesi, yalvarmak, zillet arz edip huşu içinde olmak demektir. Hufye kelimesi ise, aleniliğin zıddı yani gizlilik demektir.
Âyette, ’tedarruan/yalvararak’ ifadesinin yer almasının maksadı, duanın manasının ve aslî halinin gerçekleştirilmesi; hufyeten kelimesinin bulunmasının maksadı ise, ihlâs halini riyadan koruyup muhafaza etmek, Allah’ın birliği ve rububiyetini yakin derecesinde bilerek gösterişten uzaklaşmak demektir.
Bu iki lafzın, duanın tüm şartlarını ve manasını içine aldığı görülmektedir.
Duada tazarrunun önemi:
Duada önemli olan, sünnette açıklanan kıbleye yönelme, elleri semaya kaldırma gibi zahir halini yerine getirmekle beraber tazarrunun kalp halini yaşamaktır. Dilden kalbe inmeyen zikir nasıl kula bir fayda getirmez ve maksat hâsıl olmazsa, duada da hal böyledir. Kalben Rabbin kudret ve yüceliğini ikrar ettikten sonra ihtiyaç arz etmek, yalvarmak, gidecek başka kapısı olmayan bir çocuğun ebeveynine ilticası gibi O’nun sonsuz rahmetine sığınmak gerekir. Dilden yaldızlı sözler sadır olurken kalbin marifet, tazarru ve ihlâstan uzak oluşu, duanın mana ve maksadının anlaşılmadığının göstergesidir.
Duanın gizli yapılması daha efdaldir:
Muteber olan duayı gizli yapmaktır. Bunun delilleri:
1- Bu âyet, en açık delillerden birisidir. Zira bu âyette, Allah Teâlâ, duanın gizlice yapılmasını emretmektedir. Her ne kadar buradaki emir vaciplik için değilse de en azından menduptur.
2- Allah Teâlâ, Zekeriyya (a.s.)’ı medhederek: ’O vakit ki, Rabbine gizlice bir dua ile niyazda bulunmuştu.’ (Meryem, 19/3) buyurmuştur.
3- Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Biz Rasûlullah (s.a.v.)’in beraberinde (seferde) bulunduk. Bir vadi üzerinde yükseldikçe tehlil (Lâ ilâhe illallâh) ve tekbir (Allâhu Ekber) getiriyorduk, seslerimiz yükselmişti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): ’Ey insanlar, kendinize acıyın. Şübhesiz sizler, ne sağır ve ne de gaibe dua etmiyorsunuz. Muhakkak O (Allah), sizinle beraberdir. Şübhesiz O, pek işiticidir, pek yakındır. İsmi çok mübarek, celâli çok yücedir.’ (Buhârî, Cihâd, 131)
4- Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: ’Gizli bir dua, yetmiş alenî duaya denktir.’ (Abdurrazzâk, el-Musannef, Câmi’, Bâbu’d-Duâ, c.10, s.442, h.no:19645) ’(Eskiden) kişi, Kur’an’ı cem’eder (yani hepsini kalbinde ezbere tutar)dı da komşusu hissetmezdi. Kişi birçok şeyi öğrenir, ama insanlar bunu fark edemezlerdi. Yanında ziya¬retçiler olduğu halde kişi, evinde uzun namaz kılardı da (ziyaretçileri) bunu hissetmezlerdi. Biz, öyle topluluklara eriştik ki; yeryüzünde gizlice yapabilecekleri hiçbir amel yoktu ki onu alenî olarak yapsınlar. Müslümanlar, duada gayretkâr idiler; ama onlardan hiçbir ses işitilmezdi. Sadece Rableri ile kendi aralarında bir fısıltıdan ibaret olurdu. Zira Allah: ’Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin.’ buyurmuştur. Ve Allah, fiilinden razı olduğu sâlih bir kulu (Zekeriya (a.s.)’ı) zikrederek şöyle buyurur: ’O vakit ki, Rabbine gizlice bir dua ile niyazda bulunmuştu.’ (Meryem, 19/3)’ (İbn-i Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.10, s.247-248)
5- Açıktan yapılan duaya riya karışabilir. Zira nefis, riya ve şöhrete meyillidir. İçinde riya olan amelden de bir fayda hâsıl olmaz.
Duanın cehri yapılmasının hükmü:
Zikredilen delillerden anlaşılacağı üzere duanın gizli yapılması daha evladır. Bununla beraber, açıktan dua etmek de; riyadan, başkalarını rahatsız etmek vb. durumlardan uzak olunduğu takdirde yasaklanmamıştır. Hatta Efendimiz (s.a.v.)’in; Kureyş’i Allah’a havale ettiği, yağmurun yağması gibi durumlarda aleni şekilde dua ettiği rivayetlerde mevcuttur. Yine Efendimiz (s.a.v.)’in sesli bir şekilde dua edip Sahâbelerinin âmin dedikleri de rivayet edilmiştir. Peygamberimizden gelen birçok dua vardır. Sahâbe Efendilerimiz bunların birçoğunu, Efendimiz dua ederken mübarek ağızlarından işitmiş, ezberlemiş ve bizlere nakletmişlerdir. Şayet sesli dua etmek yasaklanmış olsaydı, Peygamberimiz elbette bu şekilde hareket etmezdi.
Ancak duayı sesli yaparken dikkat edilmesi gereken husus; Kur’an ve Sünnet’le belirlenen sınırı aşmamak, meşru sınırları muhafaza etmektir.
Ulemâdan bazısı şöyle demiştir: İnsanların toplu olarak bulunduğu mescit vb. yerlerde kulun duasını gizlice yapması daha evladır. Bunun haricinde ise tazarru ve ihlâs bulunduğu takdirde aşırıya kaçmamak şartıyla sesini yükseltebilir. Ca¬hile bir şey öğretmek, korkan bir kimsenin korkusunu gidermek, bir müminin kalbine sevinç vermek, bidat sahibini bidatinden uzaklaştırmak vb. hayırlar gözetildiği takdirde açıktan dua edilebilir. Ayrıca hacda telbiye, bayramlarda tekbir getirmek gibi herkesin iştirak ettiği zamanlarda duayı cehri yapmak meşru ve matluptur.
İbadetlerin gizlisi mi açığı mı daha efdaldir?
Farz ve vacip ibadetlerin alenî yapılması daha efdal görülmüştür.
Nafile ibadetler hususunda ise üç görüş vardır:
1- Âlimlerin çoğunluğu, riyadan korunmak için, gizlice yapmanın daha evlâ olduğunu söylemiştir.
2- Bazı âlimler ise, başkaları da kendisinin yolundan gitsin diye açıktan yerine getirmenin daha evlâ olduğu görüşündedir.
3- Tirmizî (rh.a.) ise, bu iki görüşü birleştirerek: ’Eğer insan, kendisinin riyaya düşeceği hususunda endişe duyarsa, amelin batıl ol-masından korunmak için ibadetini gizlice yapması daha evlâdır. Eğer (kalp) temiz¬liği ve yakini imanının kuvveti hususunda, riya şaibesinden emin olduğu bir dereceye ulaşmış ise, bu kimse için efdal olan, başkaları da kendisinin yolundan gitsin diye ibadetlerini açıktan yapmasıdır.’ demiştir.
Namazda Fâtihâ’dan sonra ’Âmin’ demenin hükmü:
Hanefî mezhebine göre, namazda Fâtihâ suresinden sonra söylenen ’Âmin’i gizli söylemek daha efdal olup, açıktan söylemek mekruhtur. Bu görüşün delillerinden birisi de bu âyettir. (Bkz., Serahsî, Mebsût, c.1, s.32-33)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ ’Şüphe yok ki, o haddi aşanları sevmez.’
Allah’ın sevmesi ve sevmemesi nasıldır?
Sevginin, Allah’ın sıfatlarından biri olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Zira birçok âyet buna delildir.
Yine bu sevginin, yaratıklarda olduğu gibi şehvet, tabiî temayül ve bir şeyden lezzet alma isteği manasında olmadığı hususunda da ittifak edilmiştir. Zira bu ve benzeri noksanlıklar, Allah Teâlâ hakkında düşünülmesi caiz olmayan şeylerdir.
Al¬lah’ın sevmesinin manası konusunda şu açıklamalarda bulunulmuştur:
1- Allah’ın, kullarına mükâfat, hayır ve rahmetini ulaştırması, razı olmasıdır.
2- Allah’ın sevmesi, mükâfat vermeden öte başka bir sıfat da olabilir.
Allah’ın sevmemesi ise; sevaba, mükâfata, hayır ve rahmete kavuşturmaması; razı olmaması; cezalandırması, azap etmesi manasındadır.
’Haddi aşmak’ ne demektir?
Haddi aşan ’el-Mu’tedî’; sınırı çiğneyen ve yasağı işleyen kimse de-mektir. Âyetteki bu ifadenin neye işaret ettiği hususunda şu görüşler bulunmaktadır:
Birinci görüş: Bunun manası; verilen emirleri aşıp geç¬mek demektir. Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan herkes, haddi aşmıştır.
İkinci görüş: Dua hususunda haddi aşmaktır. İbn-i Abbâs (r.anhümâ), buradaki haddi aşmanın duada ve dua dışındaki hususlarda olduğunu söylemiştir. (Buhârî, Tefsîr, 133/Sûretu’l-A’râf)
Her ne kadar lafız umumi olup her türlü haddi aşmayı içerse de en açık görüş bunun özellikle duada haddi aşmaya işaret ettiğidir.
Duada haddi aşmak:
Allah (c.c.), kendilerini duadan müstağni sayanları sevmediği gibi, duada meşru sınırları aşanları da sevmez. Duada haddi aşmak şu şekillerde olabilir:
1- Duada, Allah’ın bu âyetteki emrini terk etmek.
2- Kulun kendi şanına layık olmayan mucize, peygamberlik, vahiy gibi muhal şeyleri veya günah olan şeyleri yahut İblis’in cennete girmesini istemesi. Bazı âlimler bu tür duaların insanı küfre dahi götürebileceğini söylemişlerdir.
Ebû Miclez’den rivayet edildiğine göre; burada haddi aşanlardan maksat Peygamberlerin derecelerini isteyenlerdir. (Bkz., İbn-i Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.10, s.249)
3- Duada bağırıp çağırmak, haddinden fazla sesi yükseltmek.
Âişe (r.anhâ), İsrâ suresi 110’daki وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًا âyetinin dua hakkında indiğini, salât kelimesinin ’dua’ manasında olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası: ’Duanda sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.’ şeklinde olur.
4- Duada fazla söz söylemek ve uzatmak.
Sa’d’ın bir oğlundan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Babam beni, ben şöyle derken işitti: ’Allah’ım! Senden cenneti, nimetlerini, güzelliğini, şunları ve şunları… isterim. Cehennemden, onun zincirlerinden, bukağılarından, şunlardan ve şunlardan da sana sığınırım.’ Bunun üzerine şöyle dedi: ’Ey oğulcuğum! Ben, Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Duada haddi aşan bir topluluk ge¬lecek.’ Sen sakın onlardan olma. Şayet sana cennet verilirse, içindeki hayırlarla birlikte verilir. Şayet sen ateşten korunursan ondan ve onda bulunan şerlerden korunmuş olursun.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 358)
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Rasûlullah (s.a.v.), cami (özlü ve kapsamlı) olan duaları sever ve bunun dışındakileri terk ederdi.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 358)
5- Kur’an ve Sünnet’te olmayan kafiyeli sözleri seçerek bunlarla dua etmek.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Duadan seci’ (kafiyeli söz) mevzuuna dikkat et ve ondan sakın! Zira ben RasûIullah (s.a.v.) ve sahâbîlerinin devrinde yaşadım. Onlar ancak bunu yapıyorlardı, yani (seci’den) kaçınmayı yapıyorlardı.’ (Buhârî, Deavât, 20) Yani kafiyeli sözlerle dua etmiyorlardı.
Peygamberimizden nakledilen ve sonları kafiyeli, son derece güzel, yüksek manalara haiz dualar vardır. Onlar, bu nehyin dışındadır. Bu sözlerle dua edilebilir. Ancak burada nehyedilen; kişinin kendini zorlayarak, huşudan ve ihlâstan uzak, gösteriş ve başka maksatlar güderek yaptığı dualardır. Bu halde yapılan dua hangi cümlelerle yapılırsa yapılsın nehyedilmiştir.
6- Mümin bir kimse hakkında: ’Allah’ım ona lanet et, onu hakir ve zelil kıl’ şeklinde beddua etmek.
Duada ısrarcı olmak haddi aşmak sayılmaz:
Meşru olan bir şeyi çok istemek, duada sık sık belirtmek haddi aşmak sayılmaz. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Şüphesiz Allah, duada ısrarcı (devamlı) olanları sever.’ (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bab:12, h.no:1108, c.2, s.38)
* * *
Cenâb-ı Allah’tan, bütün iş ve hallerimizi rızasına uygun hale getirmesini niyaz ediyoruz. Âmin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.