Özlenen Rehber Dergisi

81.Sayı

Nefis Putlarının Yıkılıp Gönül Kâbesinin Fethedildiği Gün: Mekke'nin Fethi

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 81. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim...
Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar , O güzeller güzeli Peygamber Efendimize, Âline, Ashâbına, Ehl-i Beytine de salât ve selamların en güzeli olsun.
Mekke’nin Fethi Müslümanlar ve İslâm tarihi açısından hakikaten büyük bir dönüm noktasıdır. Mekke’nin fethiyle Mekke civarında bulunan ve İslâm’a düşman olanlar artık İslâm’ın bir kavim veya bir şehir dini olmadığını; kâinata hükmedecek kuvvette bir din olduğunu ve bu kuvvetle geldiğini hem manasıyla hem de Mekke’nin fethindeki o büyük katılımla bütün insanlara bunun hakikatini Cenâb-ı Hakk anlatmış oldu. Rasûlullah Efendimiz ve ondan sonraki müslümanların kazandığı fetihler de bunun en açık ifadesidir. Elhamdülillah ki hakikaten ne tarafa yöneldilerse, özellikle Hz. Ömer Efendimizin zamanında Cenâb-ı Hakk çok büyük fetihler lütfetti. İslâm en ücra köşelere kadar ulaştı.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz Mekke’nin Fatihi’dir. İnsan eğer Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in fetihlerde taşıdığı ruhu güzel idrak edemez ise dünyayı bir ucundan diğer ucuna kadar fethetme niyetinde olan bir İskender gibi veya dünyanın bütün topraklarını kendisine mal etmeye çalışan hırs ve tamah sahibi bir kral gibi telakki eder ki bu, son derece yanlıştır. Efendimiz (s.a.v.)’e ’kral bir peygamber mi yoksa kul bir peygamber mi’ şeklinde, ikisi arasında bir tercih sunulduğu zaman Efendimiz (s.a.v.) ’kul olarak peygamberliği’ tercih etmişti. Herşeyden evvel, Mekke’nin Fethi de bu tevazu yüklü kul bir peygamberlik anlayışı içerisinde telakki edilmelidir.
Namaz kılmak nasıl ki bir kulun kulluk vazifesi ise o an için Peygamber Efendimiz’in Mekke’yi fethetmesi de aynı namaz için alnını secdeye koyması gibi kulluğun ta kendisidir. Burada kulluk, abdest alıp alnı secdeye koymakla yapılırken; alnın secdeye konulduğunda müminlerin kendisine yöneldiği Mekke’nin, müşriklerin zilletinden ve imansızlığın karanlığından hidayetin nuruna gark edilmesi için kılıçlarla bezenip Mekke’yi fethe yönelmek de aynı alnı secdeye koymak gibidir. İslâm Dini içerisindeki cihadın mahiyeti budur.
Şunu misal vererek bunu daha güzel açıklamaya çalışalım. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kendisi hayatta iken, müslümanların sahip olduğu büyüklüğe boyun eğen nice müşrikler, gayrimüslimler, İslâm dinine girmemelerine rağmen Peygamber (s.a.v.) Efendimizin büyüklüğü karşısında boyun büktüler ve cizye vermeyi kabul ettiler. Cizye İslâm’da olan bir husustur. Peygamberimiz bunu birçok gayrimüslimden kabul etmiştir. Mekke’nin Fethi’nde ise cizye alınmadı. Ebu Süfyan antlaşmanın bozulmasından dolayı Medine’ye geldi. ’Ya Muhammed! Biz bu antlaşmayı bozmayalım, antlaşma devam etsin!’ dedi. Ama Peygamber Efendimiz bu teklifi kabul etmedi. Çünkü Mekke’de İslâm’ın beş şartından bir tanesinin tahakkuk edeceği bir mekân var, Kâbe-i Muazzam’a var.
Cenâb-ı Peygamber Efendimiz Cenâbı Hakk’ın son peygamberi, Hâtemün-Nebî’dir. İslâm Dini Peygamber Efendimizle yaşanacak, onunla ikmal olacak ki kendisinden sonra gelen bütün beşer Rasûlullah Efendimizin nezdinde, onun ahlâkında, onun alıştırdığı şekilde dini yaşamış olsun. Hac ibadeti İslâm’ın şartlarından bir tanesidir. Bunun yerine getirildiği mekân ise ancak Mekkedir, Kâbe’dir. O yüzdendir ki Kâbe’nin alınmasında ne sulh ne de cizye kabul edilebilirdi. Öyle ki Mekke Belde-i Emin’dir. Allah (c.c.), bütün müminlerin yönünü çevirip de secdeye kapandıkları, tevhidî nokta oluşturmada insanların gönlünü ulaştırdığı o Kâbe’yi müşriklerin küfürlerinin karanlıklarından tertemiz kıldı.
Mekke’nin Fethi bir toprak parçasının, bir şehrin ele geçirilimesi değildir. İslâm tarihinde Mekke’nin Fethi niçin bu kadar önemlidir? Mekke’ye giden hacı veya umreci kardeşlerimiz bilirler ki Mekke, dağlık, kurak, kızgın bir çölün ortasında, çukur bir bölgede zahiren hiçbir cazibesi bulunmayan bir mekândır. Ama Mekke’nin fethiyle, kıyamete kadar İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetinin yerine getirileceği bir yer, Allah’ı tevhid üzere kabul etmeyenlerin çirkinliğinden temizlenmiştir.
Biliyorsunuz ki Mekke ve Medine’ye müşrikler giremez. Tevhid ehli olmayan giremez. Mümin olmayan giremez. Oraya ancak bir olarak Allah’ı tasdik edenler ve Peygamber Efendimize iman edip itaat edenler girebilir. Cenâb-ı Hakk daha dünyada iken imansızları, kendisine Beytullah olarak seçtiği bu mekânlardan uzaklaştırdı, temizledi. Yarın mahşerde de Allah’ı tasdik etmeyen, Ona itaat etmeyen, O yokmuş gibi yaşayanlar ’وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ / Ey Mücrimler! Ayrılın bu gün!’ (Yâsîn, 36/59) denilerek ayrılacaklar. Kendilerine dünyada iken Allah’a kulluk ve Peygamberimiz’e itaat hatırlatıldığı zaman, bu güzellikleri ellerinin tersiyle gerisin geriye itenleri Cenâb-ı Hakk orada iman edip itaat edenlerden ayırt edecek. Bu insanlar dünyada iken bunu duymuyorlar mı? Duyuyurlar. Ama iman öyle büyük bir nimet, öyle büyük bir hidayet ki Allah (c.c.) bunu mümin kullarının kalplerine yekten bırakıyor. Ne kadar bahtiyarız!
Ne kadar bahtiyarız ki, o günde, Cenâb-ı Hakk bizi, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in karşısına ona kılıç çeken müşrikler olarak halk etmedi. Hamd olsun! İnşallah Rabbim günümüzde de isyan ve itaatsizliğimiz sebebiyle Rasûl-i Kibriya’nın karşısına duranlardan kılmaz inşallah! Allah, mutlak galiptir! Bugün yeryüzünde herkesin kendisine göre bir planı var. Dünya üzerinde planları olanlar var. ’وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ / ’Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.’(Âl-i İmrân, 3/54) Allah’ın da hazırladığı bir plan vardır. Allah planlarında ve takdirinde mutlak surette bütün mahlûkat üzerine galiptir. Hiç kimsenin planı Allah’ın planını bozamaz. Ancak o zavallılar, işledikleri cürüm ve günahlarla kendilerini Allah’ın hazırlamış olduğu azaba hazırlamış olurlar.
Nitekim o gün de Hudeybiye Musalahası’nda müşrikler geldiler, Peygamber Efendimizle bir antlaşma yaptılar. Ve dediler ki: ’Sizden birisi bizim tarafa geçerse dokunmayacaksınız. Bizden birisi size geçerse onu tekrar bize teslim edeceksiniz.’ Bu antlaşma üzerine Hz. Ömer Efendimiz celallendi. Peygamber Efendimiz ona sabrı ve sükûneti tavsiye etti. Müşrikler kendilerinin bu antlaşmadan başarıyla çıktıklarını zannettiler. Peygamber Efendimizin Allah’ın Nebisi olarak fetanet sıfatı, o en zeki olma sıfatı orada kendisini gösterdi. Yapılan bu antlaşmanın neticesinde Mekke müşriklerinden müslüman olanlar Medine’ye geldiler. Ama antlaşma gereği Medine’de barındırılmadılar. Onlar Mekke’ye de dönmediler. Bu müslümanlar, Mekke müşriklerinin Şam’a yaptıkları ticaret yollarının üzerinde silahlı bir güç haline geldiler. Bu sefer Mekke müşrikleri oradan geçmeye korkar oldular. Ticaret yapamaz oldular. Çünkü kendi yaptıkları antlaşmaya göre kendileri çukura düştüler. Ve Allah’ın planı müşriklerin planını bir kez daha alt etti elhamdülillah! Ve onlar Allah’ın kudreti karşısında da hep böyle zelil olmaya daimi müstehaktırlar! Kim Allah’ın birliğini, O’nun vahdaniyyetini tasdik etmez ve bu hâl üzere de Cenâb-ı Hakk’a teslim olmaz ise dünyadaki rezilliğinin yanı sıra, yarın mahşer gününde de bütün kâinata rezil ve rüsvay olacaktır.
Mekke’nin Fethi, savaş yapmanın Cenâb-ı Hakk tarafından haram kılındığı bir ayın belli bir zaman dilimi içerisine sığdırılmış İlâhî bir fetihtir. Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanı, Peygamber Efendimiz’e yardımı ve Rabbimiz’in ona verdiği güzel nimetleri ve yüksek dehasıyla, üç kişi ve iki deve ile çıkılan bir yolculuk... ’Ey gözümün nuru Mekke! Eğer kavmim beni çıkarmasaydı seni asla terk etmezdim!’ diyerek ayrıldığı Mekke’ye Allah (c.c.), kendi azamet ve saltanatının galibiyetini, tevazu ile kulluğu hep önde tutan, bir beşer gibi hareket eden Peygamber Efendimiz ile bildirmiştir. Efendimiz (s.a.v.) Mekke’yi yerle bir eden bir komutan edasıyla değil, Allah’ın bir peygamberi edasıyla tevazu ile Mekke’ye girmiştir.
Rasûlullah Efendimiz’in yaşadığı hayatın her bir safhası bizim için güzel bir örnektir. Allah (c.c.) üsve-i hasene olarak, onu bütün insanlığa örnek kılmıştır. Bir mümin, Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığına ve onun razı olduğu bir kul olma vasfına ancak ve ancak Kâinatın Efendisi Rasul-i Kibriya Efendimizi sevmek ve ona olan sevgisini itaatıyla ibraz etmek suretiyle erebilir. Başka bir yol asla yoktur!
Efendimiz (s.a.v.) Mekke’ye girdiği zaman doğru Kâbe’ye gitti. Kâbe’nin içinde ve etrafında bulunan bütün putlar yıkıldı. İçerdeki putları ise Peygamberimiz bizzat kendisi yere yıktı. Böylelikle şirkin kökü, Allah’ın Beyt’i olan Kâbe’de kökten yıkılmış oldu elhamdülillah. Hem de bir daha kurulmamak üzere elhamdülillah. Rasûlullah’ın indirdiği şirki kimse ayağa kaldıramaz! Allah, Habib’inin eliyle o putları yere indirdi. Kimse o şirki orada kuvvetlendirip de ayağa kaldıramaz. Herkes bunu böyle bilmeli. Çünkü o el ne senin ne de benim elimdir. O, Allah Rasûl’ünün elidir elhamdülillah! Aslında Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullah Efendimize vermiş olduğu kıymete binaen Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’ın kudret eliyle o putları yere indirmiştir elhamdülillah. Allah’ın izniyle o şirk, kıyamete kadar bir daha o şekilde kuvvet bulamayacaktır.
Cenâb-ı Hakk Mekke’nin fethiyle, zahiren Kâbe’deki putların yıkılışı ve bâtınen de insanların gönlünde tevhidin hâkimiyeti ile şirkin kökünü kaldırdığı gibi; şu zamanda da buna meyleden gerek nefis putlarına gerekse de buna hizmet eden insanlara fırsat vermesin inşallah. Allah’a hamdolsun ki Sahabe-i Kiram ve ondan sonra gelen Tabiîn, Tebeü’t-Tabiîn ve onları takib eden nice Allah Dostları, Rasûllah Efendimizle beraber teyid edilen tevhidin ışığı ve nuruyla bütün Müslümanlara bu güzellikleri aktardılar. Cenâb-ı Hakk onlardan istifademizi ziyadeleştirsin inşaallah. O güzel fethin manasını ve ruhunu; Peygamber Efendimiz’le beraber Sahabe-i Kiram Efendilerimizin gönüllerinde hissederek yaşadıkları Cenâb-ı Hakk’ın o yardım ve yakınlığının kuvvetini bizlere de tatma ve hissetme nimetini bahşeylesin inşaallah. Cenâb-ı Hakk inşallah Peygamber Efendimizin ashabıyla beraber Mekke’yi fethetme ruhundaki Allah’a kulluk ve teslimiyeti de gönüllerimize nasip eder. Bizler de o ruh ile Cenâb-ı Hakk’tan uzaklaşan şu gönüllerimizi bir fethederiz inşallah.
Kendi gönlünü fethedemeyen hiçbir beşer başka bir insana fayda taşıyamaz. Kâbe’nin içinde yıkılan putlar gibi nefis putları yıkılmadığı müddetçe tevhid de insanın gönlünde kemal bulmayacaktır. Öyleyse Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve onbinlerce sahabesi, kuru bir toprak parçası ve dört tafafı duvar olan bir inşaatı (Kâbe’yi) elde etmek için bu sıkıntıya talip olmadı. Sümeyyelerin, Yasirlerin vücutları bunun için paramparça olmadı. Hz. Hamza’nın ciğeri ve kalbi bunun için çiğnenmedi. Bunun bir gayesi vardı ki bu, Beytullah’ın Sahibi olan Hz. Allah’a itaat ve kulluktur, bunun dışında başka bir şey yoktur. Mekke’nin Fethi’nin tek bir adı var, o da Allah’a itaattir! Aksi takdirde Peygamber Efendimizi peşinde bir orduyla diyar diyar dolaşan, falanca yerdeki toprağı kendi mülkünün içerisine katmaya çalışan dünya perest bir komutan gibi görürsünüz, Allah muhafaza!
Unutmayın ki Efendimiz (s.a.v.) bir peygamberdir. Devlet başkanı deniyor, başka isimler söyleniyor. Bunlar bir benzetmedir. Peygamber Efendimiz’in kendisine böyle bir isim verdiği yoktur. Peygamber Efendimiz’in ’Ben devlet başkanıyım’ dediği hiçbir yerde vaki değildir. O, Allah’ın bir peygamberidir! Ve yaptığı her işi devlet başkanı sıfatı ile değil, Allah’ın Peygamberi sıfatıyla, o vazifenin ağırlığı altında yapmıştır. Bütün kardeşlerimiz, hem kendi gönüllerine, hem de aile, komşu ve ulaşabildikleri bütün insanlara Allah’ın dinini anlatmakla yükümlüdür. Erkek ve kadın bütün mükellefler üzerine bu farzdır kardeşlerim. Diyeceksiniz ki ’tasavvuf eğitiminin içerisinde bu var mı?’ Tasavvuf eğitiminin ana teması budur. İnsanlara Allah’ın dinini anlatmak, Allah’a kul olmayı alıştırmak. Allah’a kul olarak yaşamak, bütün Allah Dostlarının aslî vazifesidir.
’Onlar Vâris-i Nebîdir’ derken ne demektir bunun manası? Bunun manası, kendileri peygamber olmamakla beraber; peygamberin yüklendiği yükümlülüğü, vazifeleri, yaptıklarını, tavsiye ve telkinlerini insanlara anlatmaktır. Bu hususta tembellikten kaçınalım kardeşlerim. Kırık dökük yaptığımız bir kaç ibadetin arkasına sığınmayalım. Asli vazifelerimize, kulluk vazifelerimize dikkat edelim. Peygamber Efendimiz’in Hz. Ali’ye söylediği şu sözü unutmayınız. ’Ya Ali, senin vasıtanla bir insana hidayetin ulaşması, bütün insanlara hidayeti ulaştırmak gibidir.’ Belki yapmış olduğun amelinin içerisine riya, kibir, haset, bencillik girer de bu ahlaklar sebebiyle amellerin Cenâb-ı Hakk’ın nezdinde hiçbir kıymet bulmaz. Ama bir mü’mine faydalı olursan, bir mü’minin Allah’ı sevmesine vesile olursan, bunun için gayret edersen, belki bu senin de benim de kurtuluş vesilemiz olur. Peygamber Efendimiz üzerine düşen peygamberliği yaptı. Kâbe’yi putlardan temizledi. Gönlü putlarla dolu olan insanların gönlüne bir olan Allah sevgisini, tevhidi dikti elhamdülillah.
Bir olan Allah’ı bırakıp da nefisleri, heva-u hevesleri kendimize putlar edinmeyelim. Hiçbir vasıf, hiçbir makam, hiçbir mevki kimseyi kurtarmaz kardeşlerim. Allah’a kul musun? En bahtiyar insansın! Allah’a kulluktan uzak mısın? En zelil insansın! Velev ki bütün dünya seni parmak üstünde tutsun. Çünkü mahşer yeri ancak Allah’ın itibarının geçerli olduğu bir yerdir. Cenâb-ı Hakk o büyük fetih gününün bereketine küfrün nice karanlığında kalmış Gönül Kâbelerimize de fethi müyesser ve nasip ede inşallah.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • hafız

    efendim inş siz yazımı okursnz sıze sorum mahremsiz bayan umreye gıdebılrmı ne olur cevap yazın sıze baska turlu ulasamıyorm cevabınzı beklıyorumrabbe emanet olun inş muzaffer efendim dua ıle

  • mustafa

    güzel yazı. fetihle nefis arasındaki irtibatı güzel vurgulamış.

2 kişi yorum yazdı.