Özlenen Rehber Dergisi

66.Sayı

Gülizar-ı Ehadis...

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 66. Sayı
RAMAZAN’I İHYA ETMEK

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: مَنْ قَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ.

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her kim inanarak ve (sevabını yalnızca Allah’tan) umarak Ramazan (gecelerini) ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhârî, Îmân 27)

Terâvih, nafile bir namaz olmakla beraber, Efendimiz (s.a.v.) bu hadiste onu, âdeta imandan bir parça saymıştır. İmam Buhârî (rh.a.) de hadis metnindeki “inanarak” kaydından dolayı onu “Îman Kitabı”nda zikretmiştir.

Kıyam; sözlükte kalkmak, ayakta durmak ve düzelmek gibi manalara gelir. Hadisteki kıyamı ise; âlimlerin çoğu teravih namazını kılmak anlamında, bâzıları ise Ramazan gecelerini, herhangi bir vaktinde, herhangi bir ibadetle ihya etmek manasında anlamışlardır.

İbn-i Hacer ve Nevevî’ye göre; bir Ramazan ge¬cesini ihya etmek için teravîhi kılmak yeterlidir. Gecenin tümünü ibâdetle geçirmek şart değil¬dir. Kirmanî; “Bu hususta ittifak vardır.” demiştir. Tabi ki bu, yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonradır.

Ramazan ayının ihyası için, tüm Ramazan’ı oruçla ve her gecesini ibadetle geçirmek gerekir. Bazı geceleri ihya etmek, hadisteki müjde için yeterli değildir.

Terâvih, bir gece namazıdır. Terâvihe, ‘Ramazan namazı’ da denir. İmâm-ı Âzam (rh.a.), onun ’sünnet-i müekkede’ olduğuna hükmetmiştir.

Âişe (r.anhâ)’dan rivayete göre, Rasûlullah (s.a.v.), bir gece mescitte namaz kıldı. Cemaat de ona uydu. Sonra ertesi gece yine (bu şekilde) namaz kıldı. Derken cemaat çoğaldı. Üçüncü ya da dördüncü gece (cemaat) yine toplandı. (Fakat) Rasûlullah (s.a.v.) onların yanına çıkmadı. Sabah olunca: “Yaptığınızı gördüm! (Bu namazın), size farz kılınacağından endişe etmemden başka hiçbir (neden), beni, sizin yanınıza çıkmaktan menetmedi.” buyurdu. Bu hadise Ramazan’da olmuştur. (Buhârî, Teheccüd 5)

Efendimiz, teravihin cemaatle kılınmasından kaçındığı için, Sahâbeler Ramazan gecelerini evlerinde ihya etmeye başladı. Efendimiz irtihaline kadar ve Ebû Bekir (r.a.)’ın halifeliği esnasında durum böyleydi. Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) (sahâbesine), azimetle emretmeksizin Ramazan gecelerini ihya etmeye teşvik eder ve: “Her kim inanarak ve (sevabını yalnızca Allah’tan) umarak Ramazan (gecelerini) ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.” buyururdu. Rasûlullah (s.a.v.) irtihal eyledi, durum bu şekilde idi. Sonra Ebû Bekir’in hilâfetinde ve Ömer’in hilâfetinin ilk zamanlarında bu iş aynı minval üzere oldu.” (Müslim, Salâtu’l-Musâfirîn 25) Yani teravih münferit olarak kılınıyordu.

Ömer (r.a.)’ın halifeliği zamanında teravih namazı mescitte cemaatle kılınmaya başlandı. Şöyle ki: Hz. Ömer, bir Ramazan gecesi mescitte herkesin ayrı ayrı namaz kılmakta olduğunu görünce teravihin cemaatle kılınmasının daha doğru olacağını düşündü. Belli başlı yerleşim merkezlerine haber göndererek teravihin cemaatle kılınmasını emretti. Medine’de Ubey b. Ka’b’ı imam tayin etti. Bir gece teravihin cemaatle kılındığını görünce çok sevindi ve “Bu ne güzel bir bidattir.” buyurdu.

Hz. Ömer’in “Bu Ne Güzel Bir Bidattir.” Sözünün Manası:
Hz. Ömer’in bu sözüne bakarak; “Teravihi cemaatle kılmak bidattir.” demek doğru değildir. Zira Hz. Ömer, burada bidat sözcüğünü lügat, yani ‘dinde yeri olduğu halde uygulamaya konulmayan, fakat yeni uygulamaya konulabilen bir ibadet’ manasında kullanmıştır. Yoksa dinde aslı olmayan, sonradan uydurulmuş bir ibadet manasını kastetmemiştir. Ondan böyle bir anlayışın sadır olması da zaten düşünülemez.

Efendimiz’in, teravihi kendisine uyarak kılanlara üç gece ses çıkarmaması, teravihin cemaatle kılınmasının meşru oluşuna bir delildir. Ayrıca bu uy¬gulamaya seleften hiç kimsenin karşı çıkmaması, bu hususta icma olduğunu gösterir.

Hz. Ebû Bekir döneminde böyle bir uygulamanın olmaması ise; ya O’nun içtihadına göre, gece namazlarını gecenin son vaktinde kılmak daha faziletli olduğundan, ya da mürtetlerle uğraşırken teravih meselesine eğilme imkânı bulamadığındandır.

“Îmânen ve’h-tisâben” tabirleri; “inanarak ve hesaba katarak” anlamına gelir. Buna göre: Evvela Allah’ı ve Rasûlü’nü tasdik etmelidir. Sonra hadisteki vadin hak olduğuna inanmalıdır. Sonra Allah’ın rızasını kastederek Ramazan’ı ihya etmelidir. Ancak böyle olursa kişinin geçmiş günahları affolunur.

Hangi Günahlar Affolunur:

Hadisin zahirinden büyük-küçük bütün günahların affolunacağı anlaşılmaktadır. Ancak:

1- İbnü’l-Münzir, bu affa kesinlikle büyük günahların da dâhil olduğunu söylemiştir.

2- Çoğunluk ulemâ ise, affın sadece küçük gü¬nahlar için olduğunu söylemişlerdir.

Bazıları da şöyle demiştir: “Günahlara keffâret olan ibadetler, günahlarla karşılaştığında, eğer günahlar küçükse, onları siler. Büyükse hafifletir. Hiç günah yoksa sahibinin derecesini yükseltir.” Kul hakkı ise sahibiyle helalleşmedikçe affolunmaz.

Diğer rivayetlerden hareketle yapılan bu izahlar mağfireti sınırlama manasında değildir. Allah’ın rahmeti geniştir, sınırı yoktur.

Bir kul üzerine gereken; senenin tümünü ibadetle geçirmektir. Ancak bunu yapamayan, hiç değilse Ramazan’ın ihyası için gayret etmelidir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.