Hikmetli Sözleri
Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.), buyurdu ki:
’On iki sene nefsimin ıslahı için çalıştım. Nefsimi riyâzet, (nefsin arzularını yapmamak) körüğünde, mücâhede, (nefsin istemediği şeyleri yapmak) ateşiyle kızdırdım. Nefsi, yerme, kötüleme örsünde, kınama, ayıplama çekici ile dövdüm. Böyle uğraşa uğraşa kendi benliğimden bir ayna yapıp beş sene kendimin aynası oldum. Yapabildiğim ibâdet ve tâatlarla bu aynayı cilâlayıp parlattım. Bir sene ibret nazarı ile bu aynaya baktım. Neticede bu aynada gördüm ki, belimde, gurur, riyâ, ibâdete güvenip amelini beğenmek gibi kalp hastalıklarından meydana gelen bir zünnâr bulunuyor. Bu zünnârı kesip atabilmek için beş sene daha uğraştım. Yeniden hakîki müslüman oldum.
*
Ömrüm boyunca, Allah’a lâyıkıyla ibâdet edebilmeyi, namazımı lâyıkıyla kılabilmeyi arzu ettim. Bu arzu ile, belki güzel namaz kılarım diye sabaha kadar namaz kıldım. Fakat kıldığım bütün namazları O’na lâyık olarak bulmuyordum. Nihâyet, Allah Teâlâ’ya şöyle yalvardım: ’Yâ Rabbî! Sana lâyık şekilde tam ve kusursuz olarak hiç namaz kılamadım. Kıldığım bütün namazlar hep Bâyezîd’e yakışır şekilde oldu. Beni ve ibâdetlerimi kusurlarımla birlikte kabul eyle.’
*
Uzun seneler nefsimi terbiye etmekle uğraşıp çile çektikten sonra, bir gece, Allah’a yalvardım. ’Şu testi ve aba sende oldukça, sana ruhsat yoktur’ diye ilhâm olundu. Bunun üzerine yanımda bulunan testi ve abayı terk ettim. Bundan sonra bana; ’Ey Bâyezîd, nefsin hevâ ve hevesi için tuzaktaki tane misâli olan dünya mallarına gönül bağlayıp, sonra da Allah’a kavuşmak için yol isteyen kimselere; ’Bâyezîd, nefsin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapmak sûretiyle kırk yıl uğraştığı halde, yanında bulunan kırık bir testiyi ve eski bir abayı terk etmedikçe izin alamadı. Siz, bu halinizle size izin verileceğini mi zannediyorsunuz. Asla izin alamazsınız’ diye bildirildi.
*
Bâyezîd-i Bistâmî vefât ederken, kendisini sevenlerden Ebû Mûsa ismindeki zât yanında bulunamamıştı. Fakat o gece rüyâda; ’Arşı, başı üzerine alıp taşıyordu.’ Bu rüyâya çok hayret edip hikmetini anlayamadı ve bunu Bâyezîd-i Bistâmî’ye sormak için yola düştü. Yolda, Bâyezîd-i Bistâmî’nin vefat ettiğini haber aldı. Bistâm’a geldiğinde cenâze merâsimi için, hesabı mümkün olmayan fevkalâde bir kalabalık gördü. Tabutunu taşımakla şereflenmek için yanaşmaya çalıştı. Fakat yaklaşıp da tabutu taşımak mümkün olmuyordu. Diyor ki, ’Gördüğüm rüyâyı unutmuş vaziyette, Bâyezîd-i Bistâmî’nin tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum. Bu mümkün olmayınca tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile geçip tabutun altına girdim ve başımı tabuta dayayıp öylece gidiyordum. Birden tabutun içinden bana şöyle hitâb ettiğini duydum: ’Ey Ebû Mûsâ! İşte şu bulunduğun hal akşamki gördüğün rüyanın tâbiridir.’
*
Talebelerine sık sık şöyle nasihat ederdi: ’Müslüman kardeşinize saygılı olmanızdan daha kolay ne vardır? Onlara hürmet etmek, haklarını korumak ne güzel haslettir! Müslüman kardeşlerimize kin beslemek, onlara karşı saygısız olmak ne zararlı şeydir! Bu yol hiç kimseye fazîlet kapısını açmamış, hiç kimseyi başarıya ulaştırmamıştır...’
*
Bâyezîd-i Bistâmî buyuruyor ki: ’Dilini, Allah Teâlâ’nın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesaba çek. İlme yapış ve edebi muhafaza et. Hak ve hukûka riâyet et. İbâdetten ayrılma. Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol. Allah’ı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
*
’Otuz sene mücâhede eyledim, nefsimin istediklerini yapmadım. İlimden ve ilme uymaktan daha zor bir şey bulamadım.’
*
’Gözlerini harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten koru.’
*
’Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. ‘Sultanla oturan edebini gözetmelidir!’ diyordu. Hemen toparlandım.’
*
’Allah’ın kendileri sebebiyle nefsimi cezalandırdığı bütün şeyler üzerinde düşündüm. Onların en şiddetlisi olarak gafleti buldum. Allah’tan bir an gâfil olmak (bir an O’nu unutmak) Cehennem ateşinden daha şiddetlidir.’
*
’İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duayı kabul eyle.’
*
’Ey Allah’ım! Ey kusurlardan uzak olan sonsuz kudret sahibi Rabbim. Sen ne dilersen yaparsın. Benim vücûdumu öyle büyült, öyle büyült ki, Cehennem’i ağzına kadar doldursun. Böylece başka kullarına yer kalmasın. Onların yerine ben yanayım.’ Hz. Ebû Bekir de (r.a.) böyle dua ederlerdi.
*
’Bütün âlemin yerine beni Cehennem’de yaksalar ve ben de sabretsem, Allah Teâlâ’ya muhabbeti dâvâ edinmiş birisi olarak yine bir şey yapmış olmam. Allah Teâlâ da benim ve bütün âlemin günahını affetse, rahmetinden ve ihsânından bir şey eksilmiş olmaz.’
*
’Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sahibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hata edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâm’ın emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber Efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sahibidir, demek mümkün olmaz.’
*
’Yâ Rabbî! Sana kavuşmak nasıl mümkün olur?’ diye dua ettim. Bir nidâ geldi, ‘Nefsini üç talakla boşa’ diyordu.’
*
’Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızâsını almakta buldum. Çok basit gibi gelen anne rızâsını almanın, bütün işlerin evvelinde lazım olduğunu anladım.’
*
’Günahlara bir defa, taatlere ise bin defa tövbe etmek lazımdır. Yani yaptığı ibâdet ve taatlere bakıp kendini beğenmek, o ibadeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenâdır.’
*
’Bir kimsenin, Allah’a olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır.’
*
’Allah’ın nîmetleri, her an herkese gelmektedir. O halde her zaman O’na şükretmek lazımdır.’
*
’Bizim sözlerimiz Kitap ve Sünnet’tendir. Bu iki kaynaktan gücünü ve mânâsını almayan bir sözde değer yoktur.’
*
’Ârifin alâmeti nedir?’ diye sorulduğunda; ’Allah Teâlâ’yı anmakta gevşeklik göstermemektir’ buyurdu.
*
Sordular: “İnsan ne zaman erenler derecesine erişir?
Dedi ki: “Nefsinin ayıplarını bilip onları düzeltme yoluna girdiği zaman.”
*
Açlık ve hikmet arasında ilgi kurar ve hikmetin asıl kaynaklarından birinin ’açlık’ olduğunu anlatmak için derdi ki: ’Açlık bulut gibidir, insanın kalbine açlık sayesinde hikmet yağmurları yağar.’
*
Sordular: “Marifeti neyle buldun?”
Şöyle cevap verdi: “ Aç karın ve çıplak bedenle.”
Açlığı neden bu kadar övüyorsun diyenlere: “Eğer Fir’avn aç olsaydı, ilahlık iddiasında bulunmazdı” diye karşılık verdi.
*
Halka hangi nazarla bakılacağını şöyle açıklardı: ’Halka halk nazarıyla bakan onlara buğzeder. Ama halka hâlikları dolayısıyla bakan; yaratılanı yaratanından ötürü arayan, onları sever. Halka halk gözüyle bakan, onların kusur ve eksiklerini görür, Hak gözüyle bakan ise, onları olduğu gibi görür ve kusurlarıyla yargılamazdı.”
*
’Lâ ilâhe illallah sözü cennetin anahtarıdır’ hadisini şöyle açıklardı. Bu cennet anahtarının da dişleri şunlardır:
Yalan ve gıybetten sakınan bir dil,
Aldatma ve hıyanetten kaçınan bir kalp,
Haram ve şüphelilerle doldurulmayan bir mide,
Nefsani duygulara kurban edilmeyen; riya karışmayan amel.
Silsile-i Fârûkiyye...
Özlenen Rehber Dergisi 66. Sayı
2 kişi yorum yazdı.